01 Nisan 2013 11:25
Agos Gazetesi Yayın Yönetmeni Rober Koptaş, “Geniş bir Kürt tabanının Ermenilerin başına gelenlerden dolayı acı ve bir anlamda suçluluk duyduğunu ve bu hislerini Türkiye’nin batısına oranla çok daha olgunlukla dile getirdiğini gördüm. Ama Kürt siyasi hareketi Ermeni meselesinde halk tabanından daha geride” dedi.
Rober Koptaş, Radikal gazetesinden Ezgi Başaran’a konuştu. Başaran’ın “Ermeni meselesinde Kürt hareketi tabanın gerisinde” başlığıyla yayımlanan (1 Nisan 2013) söyleşisi şöyle:
Neden
Agos Gazetesi Yayın Yönetmeni Rober Koptaş, sadece Türkiye Ermeni cemaati içinde değil Türkiye aydınları içerisinde de önemli bir yere sahiptir. Durduğu yer bellidir, hem yazıları hem de yaptığı gazeteyle tavrını açıkça ortaya koyar. Milliyet gazetesinde yayımlanan İmralı tutanaklarında Öcalan’ın Ermeniler, Rumlar ve Yahudilerle ilgili sözlerini, ardından Hrant Dink’i de içeren bir nevi ‘düzeltmesini’ (‘Dink de Ermeni lobilerine karşıydı’) nasıl karşıladı, konuştuk.
Öcalan’ın Ermeni, Yahudi ve Rumlarla ilgili sözleri yayımlandığında ne düşündünüz?
Açıkçası, metnin bütününün gerçeği yansıttığını ama bazı bölümlerin andıçlandığını, yani bazı cümlelerin birilerini hedef haline getirmek üzere o tutanaklara bilinçli olarak eklendiğini düşündüm. Bir güç yapıyor bunu dedim. Çünkü konuşmanın içerisinde o bölümler irrasyonel duruyordu.
Nasıl yani?
“Bin yıllık Hıristiyan düşmanlığı”, “Anadolu’dan kovuldukları için nefretleri var” sözleri konuşmanın akışına uymuyordu. Alakasız bir soruya “2015 geliyor, Ermeni lobisinin faaliyetlerine dikkat etmek lazım” cevabı, bu kadar büyük bir barış projesine inanmış birinin söyleyebileceği sözler gibi gelmemişti bana. Dolayısıyla, o bölümlerin yalanlanmasını bekledim. Öyle olmayınca da şaşırdım. Bu fikirlerin daldan dala atlayan bir kafanın ürünü olduğu ortada, zaten bunu herkes söylüyor. Çok okuyan ve çok düşünen biri olduğuna şüphe yok Öcalan’ın ama fikirsel akışında kopmalar olduğu da görülüyor. Nitekim ben hâlâ o atıflarla ne demek istediğini anlamış değilim.
Demirtaş, Özgür Gündem’e verdiği röportajda Öcalan’ın bu sözlerini Hrant Dink üstünden tevil etmeye çalışıyordu. Size kâfi geldi mi?
Gelmedi. Ayrıca, Hrant Dink’in Ermeni lobilerine karşı olduğu da doğru değil. Evet, Hrant Dink’in diyasporadaki Ermenilerin birçoğuyla ve bazı kurumlarla verdiği bir mücadele ve yürüttüğü bir tartışma vardı. Ama lobilerin amacı eninde sonunda 1915 çerçevesinde bir adalet arayışıdır. Hrant Dink bu adaleti başka türlü yollar bularak sağlamaya çalışıyordu. Onlarla anlaşamadığı nokta buydu. Yani karşı olduğu lobiler değil, yöntemleriydi. Dolayısıyla Hrant Dink, Öcalan’ın Hıristiyanlarla ilgili söylediği sözlerin savunmasına malzeme olabilecek biri değil. Çünkü Dink’in istediği, 2015’te veya başka bir tarihte Ermeniler için adaletin yerini bulmasıydı. Ama bunu Türkiye’nin sindirebileceği biçimde yapmayı arzu ediyordu. Öcalan’ın Dink’e ilişkin sözleri benim için ne entelektüel açından da insani açıdan da anlaşılabilir değil.
Sizce konuşmanın akışına uymayan o sözleri niye sarf etti?
Newroz’daki mektup, Kürtlere belli mesajları vermenin yanı sıra Türkleri de ikna etmek, Kürtlerin artık başka –şiddetsiz– bir boyuta geçtiğini anlatmak amacı taşıyordu besbelli. Kürtlerin ötekileştirilmesine karşı bir tür supap olarak, İslam birliği, aynı dinden olmak gibi araçları öne sürmüştü. Bu araçları daha kullanışlı hale getirmenin yolu da Batı’yı, dış müdahaleleri, emperyalizmi o söyleme katık etmekten geçebilir. Ki bunlar kolay alıcı bulan argümanlardır. Ama tehlikelidir de.
Ne bakımdan?
Türkiye’de güçlü bir yabancı şüphesi var ve bu pek sağlıklı bir toplumsal hal değil. Ayrıca, Batı ve emperyalizm dediğiniz zaman otomatikman onun buradaki uzantıları akla gelir. Hıristiyanlar ve Yahudiler bu bağlamda en kolay yem olanlardır. Ben Öcalan’ın çözümü sağlamak için kurmak istediği oyunu anlayabiliyorum. Müslümanları, Türkleri, yani kalabalıkları çözüme iknaya çalışmak siyaseten yanlış değil. Ve bence şu an çok ihtiyacımız olan bir şey, çünkü son 30 yılda Kürtler ve Türkler arasında büyük bir uçurum oluştu. Şimdi uçurumu kapatmaya, insanları birleştirmeye çalışıyoruz ve bu yolda ortaklıkları öne çıkarmaya yanlıştır denemez.
Bu birleşmede Ermenilere, Rumlara, Yahudilere yer yok mu?
Bence var. Öcalan’ın Hıristiyansız, Yahudisiz bir Türkiye tahayyül ettiğini düşünmüyorum. Ama kurmaya çalıştığı denge içerisinde gayrimüslimlerle ilgili olumsuz konuşmanın bugün itibariyle fayda getireceğini hesaplıyor olabilir. Durum buysa eğer, zihinsel olarak kat etmesi gereken çok yol olduğunu söylemezsem saflık etmiş olurum. Demek ki, kullandığı bütün o çoğulcu söylem içerisinde, Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin bu toprağın insanı olduğu ve hep birlikte var olma perspektifini tam olarak sindirememiş. O bilinç söylemsel düzeyde kalmış ki, arada bilinçaltı böyle ‘ce!’ deyip kendini gösteriyor.
‘Türkler-Kürtler barışacak, sonunda yine ortak düşman Ermeniler olacak’ endişesi yersiz mi?
Bu kadar basite indirgenemez. Şu an her şeyden önemli olan Türklerin ve Kürtlerin barışmasıdır.
Ermeniler böyle mi düşünüyor?
Benim gibi düşünen Ermeniler bu sözüme katılır. Ama Türkiye’de Ermeniler korktukları ve içlerine kapalı yaşadıkları için siniktirler. Türkiye’de bir şeylerin değişeceğine dair inançsızlıktan. Türkler ve Kürtler barışsa da bizim için hayat değişmez fikri güçlüdür. Bunu tarihsel anlamda haklı çıkaracak olaylar da yok değil. Bense daha geniş bakmayı deniyorum. Demokrasinin ancak şiddetsiz bir ortamda yerleşip gelişeceğini, daha fazla demokrasinin de tüm Türkiye’yle birlikte Ermenilerin de lehine olduğunu düşünüyorum. O yüzden, şu an başkanlık tartışmalarından da üniter yapının değişmesinden de daha önemli geliyor şiddetin son bulması. Bence iki ihtimal var. Bir: Türkler ve Kürtler barışır ve bu gerçek bir barış olur. Yeni anayasanın getireceği düzenlemelerle Türkiye gerçekten hepimizin ortak vatanına dönüşür. İki: Türkler ve Kürtler barışır ama o barış Batı standartlarında bir demokrasi doğurmaz. Biraz alaturka, biraz alakurda bir barış olur. Ve Ermeniler yine öteki olmaya devam eder. Ben bu iki ihtimalin de demokrasiyi uzun vadede olgunlaştıracağını ve şu ana kadarki Türkiye’den daha iyi olacağımızı düşünüyorum. Yeter ki barış olsun.
İki ihtimalden ehven olanının gerçekleşmesi neye bağlı?
Siyasi çekişmeler AK Parti’yi ve BDP’yi vasatta buluşmaya zorlarsa ikinci ihtimal gerçekleşir. Ve ideale göre daha az demokratik bir ülkede yaşamaya devam ederiz. Ama bu da beni boğacak bir şey değil; çünkü siyasi mücadelenin sonu yoktur. Burada CHP’nin de sürece dahil olması tüm Türkiye’yi rahatlatacaktır.
Barış karşılığında başkanlık pazarlığı yürütüldüğünü iddia edenler de var. Kürt siyasi hareketinin vasata tamam demeyeceğine dair inancınız nedir?
Kendini Kürtlerin üstüne konumlandıran bir yaklaşım bana asla uymaz. Neticede çocukları dağda olan, ayrımcılığa ve baskıya maruz kalan Kürtlerdir. Onların razı olduğu bir şeye, o acıları çekmeyenlerin de razı gelmesi, en azından susmayı bilmesi gerekir. Kürtler kendi haklarını almayı öncelikli görebilirler. Ki onların haklarını aldığı bir ülke ne olursa olsun daha demokratik bir ülke olacak. Bu noktada unutmayalım, başkanlık sisteminin gelip gelmeyeceği de sadece Kürtlerin ne diyeceğine bağlı değil.
Başka neye bağlı?
Başkanlık eğer Başbakan Erdoğan’ın kafasında olduğunu sandığımız gibi tek adamlığa, süper başkanlık modeline giden bir şekilde yürürlüğe konursa, buna itiraz edecek birçok AK Partili olacağına eminim. Kürtler içinde de “Bunu kabul etmiyorum” diyenler çıkacaktır. Eğer yukarıda “Siz bize başkanlığı verin, biz size barışı” şeklinde bir hesap yapılmışsa, barış geldikten sonra, yarın birçok Kürt buna ikna olmayabilir. O gün siyasi dengeler ve işbirlikleri yeniden kurulacaktır.
Kürt hareketinin 1915 ve Ermeni meselesiyle ilgili tavrı nedir sizce?
Geniş bir Kürt tabanının Ermenilerin başına gelenlerden dolayı acı ve bir anlamda suçluluk duyduğunu ve bu hislerini Türkiye’nin batısına oranla çok daha olgunlukla dile getirdiğini gördüm. Ama Kürt siyasi hareketi Ermeni meselesinde halk tabanından daha geride. Bunun istisnaları Osman Baydemir ve Abdullah Demirbaş’tır. Onların dışında Kürt hareketi kendi halkının duyduğu borç duygusunu siyasete dönüştürmedi. Ermeni meselesinde bu manada çekingen kaldı.
Sebebi ne sizce?
Kürt halkı Ermeni meselesinde Türkiye’nin batısından daha ileride. Çünkü hafıza orada çok canlı. Tehcir denilen şeyin büyük kısmı, katliamlar o coğrafyada gerçekleşti. Ve failler o coğrafyanın yerlileriydi. Yani Kürtlerdi. Ve pek çok Kürt ailesinde 1915’e, soykırıma dair hikâye vardır. Dengbejlerin anlattıklarıyla, türkülerle bu acı ziyadesiyle bilinir bölgede. Türk milliyetçiliği orada etkili olmadığından 1915 daha rahat konuşulur. Kürt siyasi hareketinin 1915’e dair tabanın takındığı tavrı benimsemesi aslında kendi hak taleplerini daha da sağlam bir zemine oturturdu. Ama bu yolu izlemediler. Çünkü muhtemelen Kürt eşrafının katliamlarda oynadığı rol, Ermenilerden kalan malın Kürt ileri gelenlerince paylaşılmış olması ve feodal beylerin BDP’de de güç oluşturması buna engel oldu. İşi fazla deşmemeyi tercih ettiler. Bu, işin bir yönü.
Diğeri nedir?
“İttihatçılar yaptı ama biz kendi sorumluluğumuz gibi kabul edersek soykırım ihalesi tamamen Kürtlere kalacak” endişesi. Türk devletinin de bu teze sığınacağından korktular ama bu bence haklı bir korku değil. İncil’de dediği gibi, ‘Gerçek hepimizi özgür kılacak’tır.
Sevag Balıkçı’nın askerde öldürülmesi Ermeni toplumunda varolan korkuları arttırdı. Anne babalarımız bu korkuyu hep taşıdı. “Oğlumu askere gönderdiğimde Ermeni olduğu için başına bir iş gelir mi?” diye endişe ettiler. O yüzden hep bir de Türkçe isim koydular bize. Sevag’ın babası da muhtemelen bu fikirle ona Şahin ismini vermişti. Benim nüfustaki adım da Murat’tır. Kimlikte Murat Koptaş’ım ben, Rober değil. Sevag’ın ölümü babalarımızın formülünün bile boşa çıktığını gösterdi ve çok yaraladı. Belki gerçekten kazara vuruldu Sevag ama iyi araştırılmadığı ve kanıtların üzeri örtüldüğü için bunu bilemiyoruz. Ve böyle olduğu için de bu işte karanlık bir yan olduğuna dair fikrimiz güçleniyor. Ben antimilitaristim, ama biliyorum ki Ermenilerin askere alınmaması bizi iyice içimize kapatır. İyice öteki yapar. Ermeniler ta 1909’da Meclis kürsüsünden “Birlikte yaşayacaksak, birlikte ölürüz de” diyerek askere alınmayı talep ettiler. Ermeni olduğu için onbaşı rütbesi alamayan ve bu yüzden “Kazık kadar adamdım, oturdum hüngür hüngür ağladım” diyen biridir Hrant Dink.
© Tüm hakları saklıdır.