Eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen, 25 Ağutos Cumartesi günü 700. haftasını tamamlayacak Cumartesi Anneleri'ni yazdı. Türmen, "Mezarlandırma ve cezalandırma için önce “hakikat”in ortaya çıkarılması gerekli. “Hakikati” bilme hakkı sadece kaybolanlara ait değil. Toplumun da hakikati öğrenme hakkı var. Ama Türkiye’de “hakikat”in üstü örtüldüğü için mezarlar kazılamıyor, yaslar tutulamıyor, failler yargı önüne çıkarılamıyor" dedi.
Cumhuriyet gazetesine konu yazar olan Türmen, "Zorla kaybedilen 757 kişiyle ilgili olarak iç hukuk sistemi hareketsiz kalınca tek umut olarak AİHM kalıyor" ifadesini kullandı.
Türmen'in Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazısı şöyle:
Hakikat ve Hafıza Merkezi’nin 2011 rakamlarına göre Türkiye’de devlet denetimine alındıktan sonra kaybolan, bir daha kendilerinden haber alınamayan 757 kişi var. Bu kişilerin sevdiklerinden, ailelerinden oluşan Cumartesi Anneleri her cumartesi, Galatasaray Lisesi önünde bir umutla buluşuyor. Bu umut artık yakınlarının bulunması umudu değil. Kaybolan yakınlarına bir mezar bulunması ve olayın faillerinin cezalandırılması umudu. Mezar olmadan kaybolanların yakınları yas bile tutamıyor. Yas, mezar kapandıktan sonra başlayan bir süreç çünkü.
Mezarsızlık ve cezasızlık
Zorla kaybedilme olayı “hakikat” ile yakından bağlantılı. Kaybolan kişilerin yakınlarının “hakikati” yani sevdiklerinin akıbetinin ne olduğunu öğrenmeye, olayın failleri hakkında yargıya başvurma hakları var. Bir Cumartesi Annesi, “Bizim hayatımızı mezarsızlık ve cezasızlık yönlendiriyor” diyor. Mezarlandırma ve cezalandırma için önce “hakikat”in ortaya çıkarılması gerekli. “Hakikati” bilme hakkı sadece kaybolanlara ait değil. Toplumun da hakikati öğrenme hakkı var. Ama Türkiye’de “hakikat”in üstü örtüldüğü için mezarlar kazılamıyor, yaslar tutulamıyor, failler yargı önüne çıkarılamıyor.
Zorla kaybedilen 757 kişiyle ilgili olarak iç hukuk sistemi hareketsiz kalınca tek umut olarak AİHM kalıyor. Kaybolanların yakınları bakımından AİHM gerçekten bir umut mu?
AİHM’nin 1990’lı yıllarda gözaltındayken kaybolan ya da hükümet ajanları tarafından kaçırılıp kendisinden bir daha haber alınamayan kişilerle ilgili pek çok kararı var. Bu olaylarda, AİHM uzun bir süre, hükümetin yaşam hakkını ihlal etmekten sorumlu tutulması için “makul kuşkunun ötesinde” ölçütünü kullandı. Başka bir deyişle başvuruculardan, kaybolan kişinin hükümet ajanları tarafından öldürüldüğünü gösteren, açık, somut, güçlü veriler, bilgiler ya da çürütülemeyecek güçte karineler ortaya koyması istendi. Başvurucunun bu ağır ispat yükü altından kalkması güç olduğundan, birçok dava yaşam hakkının ihlali (Sözleşme’nin 2m.i) ile değil, özgürlükten yoksun bırakmaya ilişkin 5. maddenin ihlaliyle sonuçlandı (Örneğin Kurt/Türkiye kararı 1998). Yaşam hakkının ihlali ancak etkili bir soruşturma yapılmadığı durumlarda söz konusu oldu.
Timurtaş-Türkiye kararı
Bu durum 2000 yılında kabul edilen Timurtaş/ Türkiye kararıyla değişti. Timurtaş davasında, Abdülvahap Timurtaş’ın babası, oğlunun 1993’te gözaltına alındıktan sonra kaybolduğunu ve 6.5 yıl bilgi alamadığını ileri sürüyordu. Hükümet pek çok davadaki savunmasını bu davada da yeniledi, Timurtaş’ın gözaltına alındığına ilişkin kayıt bulunmadığını belirtti. AİHM bu davada, “makul kuşkunun ötesinde” ölçütünü terk etti. Onun yerine, bir kişi gözaltına alınmışsa ve ondan uzun bir süre haber alınamıyorsa, bu kişinin öldüğünü ve bundan hükümetin sorumlu olduğunun varsayılması gerektiğine karar verdi. Böylelikle ispat yükü tersine çevrildi. Hükümetin, kayıp kişinin ölmediğini ya da kendisinin sorumlu olmadığını ispatlaması gerekli oldu. Süre bu tür davalarda önemli. Süre uzadıkça, kayıp kişinin öldüğü varsayımı güçleniyor. Timurtaş davasında, AİHM Abdülvahap Timurtaş’tan 6 yıl haber alınamamasını öldü sayılması için yeterli gördü. Bundan hükümeti sorumlu tuttu ve yaşam hakkının ihlaline ilişkin 2 maddenin ihlaline karar verdi. Bunun yanında, etkili soruşturma yapılmadığı için 2 maddenin bir kez daha ihlaline, babasının çektiği acı ve üzüntü nedeniyle insanlık dışı muameleyi yasaklayan 3 maddenin, yasaya aykırı bir biçimde gözaltına alındığı için 5 maddenin, bu şikâyetlerin ileri sürülebileceği bir ulusal yargı makamı olmadığı için 13 maddenin ihlaline karar verdi. Türkiye’yi 20 bin sterlin maddi, 10 bin sterlin manevi tazminata mahkûm etti.
Enzile Özdemir’in mücadelesi
Timurtaş kararı, AİHM’nin kayıp kişilerle ilgili olarak verdiği kararlar bakımından yerleşik bir içtihat oluşturdu. Örneğin, en son kararlardan biri olan Enzile Özdemir (2008) kararında da aynı ilkelerin uygulandığını görüyoruz.
Enzile Özdemir’in eşi Mehmet Özdemir 1997’de kahvede otururken herkesin gözü önünde iki adam tarafından zorla bir arabaya bindirilip kaçırılıyor. Enzile’nin savcılığa, emniyet müdürlüğüne verdiği dilekçelere gelen yanıt, böyle bir kişinin gözaltına alınmadığı yolunda. Savcılık soruşturma açsa da, 2003’te takipsizlik kararı veriyor. İtiraz reddediliyor.
Enzile Özdemir’in AİHM’e yaptığı başvuru, kabul edilebilirlik yönünden ilginç. AİHM’ye başvuru tarihi 7 Eylül 1999. Savcının takipsizlik kararı ve buna yapılan itirazın ret tarihi ise 19 Aralık 2003. Hükümet, buna dayanarak, başvurucunun iç hukuk yolunun tüketilmesini beklemeden AİHM’ye başvurduğunu, bu nedenle başvurunun reddedilmesi gerektiğini ileri sürüyor. AİHM, iç hukuk yolunun kararı, başvuru yapıldıktan sonra fakat kabul edilebilirlik kararı alınmadan önce kesinleşmişse davanın kabul edilebileceği gerekçesiyle hükümetin talebini reddediyor.
Kararda AİHM, Enzile’nin eşinden 10 yıl haber alamamasını yeterli bir süre olarak görüyor. Mehmet Özdemir’in öldüğünü ve bundan hükümetin sorumlu olduğunu kabul ediyor (2m.nin ihlali).
Savcının görgü tanıklarının ifadesine başvurmaması nedeniyle soruşturmanın etkili olmadığı ve bu nedenle de 2 maddenin ihlal edildiği sonucuna varıyor.
Enzile’nin duyduğu acı ve üzüntü nedeniyle 3 maddenin ihlal edildiğini belirtiyor. Mehmet Özdemir’in kaçırılmasını, yasaya aykırı bir biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmasının 5 maddenin ihlali olarak kabul ediyor. Bu bağlamda, AİHM hükümetin Mehmet Özdemir’i gözaltına aldığını inkâr etmesinin, sorumlulara cezasızlık sağladığını belirtiyor.
Sonuçta AİHM, Türkiye’yi 40 bin Avro mad- di, 23.500 Avro manevi tazminat ödemeye mahkûm ediyor.
AİHM’ye başvuru
Kesinleşmiş bir karar varsa, kararın tebliğ edildiği tarihten itibaren 6 ay içinde AİHM’e başvurmak gerekir. Örneğin, savcı takipsizlik kararı vermişse, bu karara itirazın reddedilip kararın kesinleştiği tarihten 6 ay içinde AİHM’ye başvuru yapılmalı.
Takipsizlik kararı yoksa ama soruşturma uzun bir süre, hiçbir sonuç alınmadan sürmekteyse, soruşturmanın etkisiz olduğunu öğrendikten 6 ay içinde AİHM’ye başvuruyu yapmak gerekir. Soruşturmanın etkisiz olduğunun öğrenilmesi ne zamandır? Bunun için, her şeyden önce soruşturmanın izlenmesi ve bu konuda gerekli dikkat ve özenin gösterilmesi, soruşturmayla ilginin kesilmemesi gerekir. Soruşturmaya yıllarca ilgi göstermemiş bir başvurucunun, yıllar sonra “bu soruşturma etkili değil” deyip AİHM’ye başvurması başarısızlık ile sonuçlanabilir. O nedenle, belirli sürelerle savcılığa başvurup, dilekçe yazıp soruşturmanın hangi aşamada olduğunu, bir gelişme olup olmadığını sormak gerekir. Aradan bir süre geçtikten sonra savcılığın soruşturmada hiçbir gelişme olmadığını gösteren yanıtı, soruşturmanın etkisiz olduğunun öğrenildiği nokta olarak kabul edilebilir. Bu noktadan itibaren, 6 ay içerisinde başvuruyu yapmak gerekir.
Zorla kaybedilme insanlığa karşı işlenen bir suç niteliğinde. Türkiye’de bu suçu işleyenlerin cezasız kalması, olayların üstüne gidilmemesi, yargı yolunun işlememesi devleti de suça ortak yapıyor. Bir hukuk devleti olmak için devletin bu ayıptan kurtulması önem taşıyor. Bu aynı zamanda, Cumartesi Anneleri’nin çektiği acı ve üzüntüyü biraz olsun hafifletmek için gerekli. Sorun sadece Cumartesi Anneleri’nin sorunu değil. Bütün toplumun sorunu.
RIZA TÜRMEN
Eski AİHM yargıcı