Gündem

"Referandumun iptali Zarrab davasına bağlı, Erdoğan kendini garantiye almak istiyor"

"Bu kararda rejim kurtulmuş olacağı için muhalefet de pek karşı çıkmaz"

27 Kasım 2017 13:50

Sözcü'den Can Ataklı, Ankara kulislerinden aldığı bilgiye 16 Nisan 2016'da yapılan yeni anayasa referandumunun kabul edilmesine ilişkin kararını Anayasa Mahkemesi'nin iptal edebileceğini öne sürdü. Erdoğan'ın kendisini garantiye almak istediğini belirterek Ataklı, "Bütün bunlar için Zarrab davası bekleniyor. Eğer bu davadan Türkiye hükümeti çıkarılır ve olay kişilerin ve bankaların eylemi olarak kabul edilirse Erdoğan bu formülü devreye sokacak. Yok Zarrab davası hükümeti de kapsayacak olursa o zaman bir baskın seçime gidilecek” diye yazdı.

Can Ataklı'nın "Referandumun iptali Zarrab’a bağlı olabilir" başlığıyla yayımlanan (27 Kasım 2017) yazısı şöyle:

Yeni öğrendim

Referandum iptali Zarrab'a bağlı olabilir

Halk TV'deki Yazıişleri programını izleyenler çok iyi biliyorlar, her fırsatta şunu söylüyorum; “Türkiye 2019'da o ucube başkanlık rejimine geçmemeli. Siyasetçiler Erdoğan'ı yenecek aday aramak yerine referandumu nasıl iptal ettireceklerine kafa patlatmalılar. Eğer 2019'da bu rejime geçilirse sonu felaket olacaktır.” Aldığım tepkilere göre izleyenler sözlerimi haklı buluyorlar ama “Peki nasıl olacak bu?” diye de soruyorlar doğal olarak. Şunu söylüyorum; “Kafamda bir sihirli formül yok elbette. Ancak siyaset aklını başına almak zorundadır. Türkiye bu ucube başkanlık sistemini kaldırmaz. Demokrasi içinde çare tükenmeyeceğine göre geri dönüşün sağlanması için herkes düşünmeli, burada siyasi parti ve iktidar hesapları yapılmamalı.” Şimdi sizlere aldığım son bir bilgiyi aktarmak istiyorum. Bu iş belki muhalefete bile kalmayacak. AKP Genel Başkanı bizzat duruma el koyabilir ve referandumun iptalini sağlayabilir Ankara'da “saraya yakın” kaynaklarımdan aldığım yeni bilgilere göre çare Anayasa Mahkemesi olabilir. Saraya yakın hatta kolaylıkla içeri girip çıkabilen bir kaynağım “yeni rejimden aslında çok pişmanlar, bunun iki nedeni var” dedi. Doğal olarak “nedir bunlar?” diye sordum. “Birincisi” diye anlatmaya başladı: “Demokratik ülkeler ki bunlar bizim de içinde bulunduğumuz paktların, birliklerin üyeleri, Türkiye'nin bu başkanlık sistemi ile diktatörlüğe gideceğine, özellikle Erdoğan sonrasında bir kaos yaşanacağına inanıyor. Son zamanlardaki baskıların artmasının bir nedeni de bu. Türkiye'yi bu yoldan çevirmeye çalışıyorlar.” Kaynağıma bu durumun sarayda rahatsızlık mı yoksa endişe mi yarattığını sordum. “Her ikisi de” dedi. Sonra da devam etti; “Erdoğan batılı ülkelerin örtülü ekonomik ambargolarına çok fazla dayanamayacağımızı biliyor. Başkan olmasından sonra Müslüman ülkelerin de baskı altına alınabileceğini ve kaynakların tamamen kesilebileceğini görüyor, bu nedenle kendisini kurtaracak bir manevra yapmaya sıcak bakıyor.” Sonra sıra geldiikinci faktöre. Saray kaynağım yüzde 50'nin garanti olmadığını belirterek “Anketler bunu gösteriyor. Sonuçta Erdoğan karşısındaki rakip CHP'nin adayı olursa kıl payı kazanabilir ama başka siyasi çevrelere çok ciddi tavizler vermek zorunda kalabilir. Bu da ülkeyi şimdi alıştığı biçimde yönetmesini zorlaştıracaktır” dedi. Bu durumda çare nedir? İşte bu sorunun cevabını saray kaynağım gülerek şöyle yanıtladı; “Anayasa Mahkemesi'ne yapılmış başvurular var. Bunlara henüz bir cevap verilmiş değil. Anayasa Mahkemesi tepeden gelecek bir talimatla ihlal yapıldığı gerekçesiyle referandumun iptaline karar verebilir. Erdoğan yönetimi de içe ve dışa karşı hukuka ne kadar bağlı olduğunu göstermek amacıyla hiç itiraz etmez ve eski rejime dönüş yapılır.” Saray kaynağım “Amaaaaa” dedi ve “Erdoğan için önemli olan kendisini garantiye almak. Bu nedenle cumhurbaşkanlığı seçimi en çok oy alanın seçileceği biçimde yeniden düzenlenir,  yeni seçim milat kabul edilerek Erdoğan'a iki dönem daha seçilme hakkı tanınır. Buna, rejim kurtulmuş olacağı için muhalefet de pek karşı çıkmaz” diye ekledi. En önemli ayrıntıyı ise “sona sakladığını” belirten saray kaynağım “Bütün bunlar için Zarrab davası bekleniyor. Eğer bu davadan Türkiye hükümeti çıkarılır ve olay kişilerin ve bankaların eylemi olarak kabul edilirse Erdoğan bu formülü devreye sokacak. Yok Zarrab davası hükümeti de kapsayacak olursa o zaman bir baskın seçime gidilecek” iddiasında bulundu.

Bunu yazmak gerek

O fotoğraf aslında anayasal suç

İktidar kanadı çok sevinçli. Çünkü Amerika Başkanı Trump AKP Genel Başkanı'nı telefonla aradı. Resmi açıklamalarda açıkça yazılmadı ama Trump “PYD'ye artık silah vermeyeceğiz, zaten bu karar bir saçmalıktı” demiş. Gerçi o saçmalığı bizzat kendisi imzalamıştı orası ayrı. Tabii bundan sonra PYD'ye silah verilmese ne olacak? Zaten bir ordu kadar donatıldılar. Yapılan açıklamalara göre artık bölgede IŞİD kalmadı. Amerika “IŞİD temizlendikten sonra silahları alacağız” demişti.

Trump acaba bundan söz etti mi onu bilmiyoruz. Ama ne olursa olsun iktidar havalarauçuyor. Yandaş medya “Estik gürledik Amerika'yı dize getirdik” havasında. Tamamen bir Amerikan taklidi olan “fotoğraf olayını da” göklere çıkarıyor. Meğer o fotoğrafta ne derin manalar varmış, yandaşlar iştahla anlatıyorlar, vatandaşın bir bölümü de hayran hayran izliyor bunları. Bunları biliyorsunuz ama ben bir başka ayrıntıyı yazmak istiyorum. O fotoğraf bir anayasa suçu. Çünkü o fotoğraf Türkiye'nin en hayati konularının “siyaseten yetkili olmayan” bir kurul tarafından ele alındığını ve kararlaravarıldığının bir kanıtı. Türkiye 2019'da bir seçim yapar ve cumhurbaşkanlığı yönetimidenilen o ucube rejime geçerse o fotoğraf yasal hale gelebilir. Ancak şu anda Türkiye'nin yönetimi parlamenter sistemdir ve bunun da başı başbakandır. Amerikan başkanının Türkiye'deki muhatabı ve dengi de başbakandır. O fotoğrafta bir sembolik cumhurbaşkanı, dört atanmış memur var. Siyasi otoriteyi sadece Dışişleri Bakanıtemsil ediyor ki o da oturuş biçimine göre etkisiz eleman gibi. Danışman ve MİT müsteşarı daha rahat tavır içindeler. Uluslararası ilişkilerde hiçbir yetkileri olmayan insanlar, Başbakan'ın haberinin bile olmadığı bir toplantıda Türkiye'nin Amerika ile ilişkilerini belirleme hakkını kendilerinde görüyorlar. Bu fiili durum şu anda kabul ediliyor olsa bile, demokrasi ve hukuk sistemi geri geldiğinde sorumlularının başı derde girecektir mutlaka.

Canımı sıkan şeyler

Başımıza bir de Mısır çıktı

Son günlerin hızlı gündemi içinde Mısır'da yaşanan bir gelişme kamuoyunda çok fazla ilgi görmedi. Daha doğrusu iktidarın güdümündeki medya bu olayı sakladı, ayrıntıları vermeye pek yanaşmadı. Olay şu; Mısır'da 29 kişi Türkiye'ye casusluk yaptıkları gerekçesiyle tutuklandı. Bu kişilerin Türkiye'ye bazı bilgiler verdikleri, Türkiye'den aldıkları talimatlarla Mısır'ı karıştırmaya ve hatta bir darbe ortamı hazırlamaya çalıştıkları iddia ediliyor. Bizdeki iktidarın Mısır'da İhsan'ın ve lideri Mürsi'nin yanında olduğu biliniyor. Sisi darbesinden önce Mürsi'ye “akıl desteği” verildiği de bilinmeyen bir gerçek değil. Bütün dünya ve tüm Müslüman ülkeler Mısır'da gerici İhvan iktidarının devrilmesinden memnun olurken buna dünyada tek karşı çıkan ve Sisi'ye sürekli hakaretler yağdıran ülke de Türkiye. Bu da ister istemez bu olayda Türkiye'yi “töhmet altında” bırakıyor. Bunun üstüne bir de kanlı cami bombalanması gelince konu daha da karıştı. 300'den fazla kişinin öldüğü kanlı saldırının yaraları biraz sarıldıktan sonra bunun sorumluları arasında Türkiye'nin de sayılması olasılığı çok can sıkıcı. Başımıza bir de Mısır belasının sarılması hiç iyi olmaz.

Merak ettiğim şeyler

Bayram değil seyran değil İngiltere daveti çıktı

Başbakan Yıldırım son günlerde pek meşgul. Önce apar topar Amerika'ya gönderildi. Asıl dengi olan Trump “şansa bakın” ki ülke dışında olduğu için mecburen başkan yardımcısı ile görüştü. Yıldırım şimdi de İngiltere'ye gitti. Theresa May kendisini davet etmiş. Yıldırım dün yola çıkarken kendisini canlı yayında izledim. Suratı çok asıktı. Sanki “Ne işim var benim oralarda, ne yapacağım?” havasındaydı.  Bu üst üste davetlerinanlamı ne? Diplomatik çevrelerden edindiğim bilgiye göre son dönemlerde demokratikülkeler Türkiye'ye resmi davet yapmıyorlar. Bunun iki nedeni varmış. Birincisi asıl muhataplarının Başbakan olduğunu biliyorlarmış ama başbakanın bir yetkisininolmadığının da farkında olduklarından “Gereksiz mesai” olarak görüyorlarmış. Erdoğan'ı ise “demokratik ilkeler” nedeniyle davet etmek istemiyorlarmış. Peki bu son davet neden yapıldı? O konuda bana anlatılanları yazmayı şimdilik istemiyorum. Beni üzüyor çünkü.

Dikkatimi çeken şeyler

Devlet Bahçeli CHP'nin baraj sorunu olduğna mı inanıyor?

Anketlere göre Meral Akşener ve arkadaşlarının kurduğu İyi Parti'nin MHP'den daha iyi durumda olduğunun görülmesi Devlet Bahçeli'yi sanıyorum çok endişelendiriyor ve bir o kadar da öfkelendiriyor. Bahçeli biliyorsunuz bir süre önce “Yüzde 10 barajının çok yüksek olduğunu” söylemişti. Bütün anketlerde MHP'nin baraj altında kalma ihtimalinin çok yüksek olması nedeniyle Bahçeli'nin bu sözleri “MHP seçim öncesi korkuya kapıldı” biçiminde yorumlanmıştı. Herkes böyle düşünürken Bahçeli nedense öfkesini tıpkı AKP gibi CHP'ye yöneltmenin kendisine daha fazla prim getireceğini düşünüyor olmalı ki Manisa'da şunları söyledi; “MHP'nin Meclis dışında kalacağını dileyenler, sandığa toslamışlar yine de uslanmamışlardır. Çünkü bunlarda utanma, arlanma yoktur. Çünkü bunlarınki alın derisi değil davul derisidir. Biz ülke barajı tartışılsın dediğimizde yaygara koparanlar CHP ‘baraj olmasın veya yüzde 3'e insin' dediğinde birden bire sessizliğe bürünüyorlar. Ne tuhaftır ki CHP siyasi varlığı ve geleceğiyle ilgili korku mu yaşıyor sorusunu hiç kimse sorma gereği duymuyor. MHP ‘baraj ele alınsın' dediğinde sanki deprem yaşanıyor.”

Aslında biri Devlet Bahçeli'yi uyarmalı. Demeli ki “CHP'nin oyu artabilir de düşebilir de ama baraj altında kalma tehlikesi imkansıza yakın. Oysa sizin partinizin barajı geçmesi belki mucize olacak. Siz eğer CHP'nin de baraj altında kalabileceğini düşünüyorsanız fena halde yanılıyorsunuz demektir.”