Gündem
BBC Türkçe

Referandum Batı ile ilişkileri nasıl etkileyebilir?

Türkiye, 16 Nisan'daki anayasa referandumuna özellikle Batı ile ilişkilerinin sıkıntılı olduğu bir dönemde gidiyor. Uzmanlara göre sandıktan ne sonuç çıkarsa çıksın ABD ile ilişkileri Suriye, AB ile ilişkileri ise insan hakları ve demokrasi alanındaki gel

22 Mart 2017 12:24

Türkiye, 16 Nisan'da yapılacak anayasa değişikliği referandumuna özellikle Batı ile ilişkilerinin sıkıntılı olduğu bir dönemde gidiyor.

Avrupa Birliği (AB), özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından olağanüstü hal (OHAL) ilan edilmesi ve OHAL'in iki kez uzatılması, 100'e yakın gazetecinin hapiste olması ve aralarında binlerce akademisyenin de olduğu çok sayıda kamu görevlisinin ihraç edilmesinden dolayı Türkiye'ye yönelik sert eleştirilerde bulunuyor.

İki taraf arasındaki gerilim son olarak Almanya, Hollanda ve Avusturya gibi ülkelerin Türk bakanların referandum kampanyalarını yasaklaması ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da bu ülkelere yönelik "Nazi" benzetmeleriyle daha da derinleşti.

ABD ile ilişkiler konusunda ise Ankara'dan Donald Trump yönetimiyle birlikte daha iyi bir sürece girileceği yönündeki beklentilerin işaretleri gelirken, özellikle Suriye'deki iç savaş ve Kürt grupların ülkede üstlendiği rol, ileriye dönük sıkıntı yaratabilecek konuların başında geliyor.

Uzmanlar, referanduma sunulacak olan ve parlamenter sistemin yerine "Cumhurbaşkanlığı sisteminin" getirilmesini öngören anayasa değişikliğinin, dış dünyada Türkiye'nin giderek "demokrasiden uzaklaştığı" algısını güçlendireceği ve çıkacak her iki sonucun da bazı olumsuzlukları beraberinde getirebileceği uyarısı yapıyor.

Bununla birlikte uzmanlara göre, referandumundan çıkacak sonuçtan bağımsız olarak, başta ABD olmak üzere, Batı dünyası Türkiye ile işbirliğini sürdürmeye devam etmesi gerektiğinin de farkında.

Orta Asya-Kafkasya Enstitüsü İpek Yolu Çalışmaları Programı'nın Türkiye uzmanı Gareth Jenkins, 1990'lardan bu yana İstanbul'da yaşadığını ve ülkeyi dünyada daha önce hiç bu kadar izole edilmiş görmediğini söylüyor.

Jenkins, "1990'lara kıyasla en önemli fark, Türk hükümetinin kendisine yönelik eleştirilere tepki göstermesine karşın Batı ile iyi ilişkilere sahip olmasının öneminin farkındaydı. Ancak şimdiki hükümet artık bunun öneminin farkında değil, bunu unutmuş gibi görünüyor" diyor.

Başta AB olmak üzere Batı'dan Türkiye'de insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün durumunun kötüleştiği yönünde eleştiriler geliyor. Ankara ise bazı Avrupa ülkelerini halk oylaması sürecine müdahale etmekle ve anayasa değişikliklerinin reddedilmesi için çalışmakla suçluyor.

Carnegie Vakfı Türkiye uzmanı Sinan Ülgen de Türkiye'de anayasa değişikliğine yönelik söylemle, yurtdışında bu konudaki algı arasında bir fark oluştuğuna ve bunun yansımalarının da dış ilişkilerde görüldüğüne dikkat çekiyor.

Sinan Ülgen, "Yurtdışındaki algı ve yapılan analizlerde, bu anayasa değişikliğinin Türkiye'nin de ait olduğu Avrupa Konseyi'nin ortak hukuk normlarını yansıtmadığını ve özellikle kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı gibi konularda bu standartların gerisinde kaldığına dair bir kanaat var" diyor.

Ülgen ayrıca, başta Almanya olmak üzere bazı Avrupa ülkeleriyle daha önce yaşanan sorunların da bu süreçte su yüzüne çıktığına dikkat çekiyor.

Bu sorunlar arasında 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Almanya'nın Türkiye'de aranan bazı kişilerin iltica talebini kabul etmesi ve Türkiye'nin de Alman Die Welt gazetesi muhabiri Deniz Yücel'i "terör örgütü propagandası yapmak" suçlamasıyla tutuklaması yer alıyor.

Almanya, Yücel'in tutuklanmasını "iki ülke ilişkilerinde son dönemin en büyük sorunlarından biri" olarak nitelendirmiş ve serbest bırakılması çağrısı yapmıştı. Erdoğan ise Yücel'i "ajan-provokatör" olarak nitelendirmiş ve Almanya'yı da "teröre destek vermekle" suçlamıştı.

Türkiye referanduma hazırlanırken, en önemli müttefiklerinden ABD ile ilişkilerine bakıldığında ise biraz daha farklı bir resim ortaya çıkıyor.

Uzmanlar, ABD söz konusu olduğunda referandum sürecinin Avrupa ile olduğu kadar belirleyici olmasının beklenmediğine ve iki ülkenin bundan sonraki ilişkilerinde esas önemli noktanın Suriye'deki iç savaş olduğuna dikkat çekiyor.

Türkiye, Ağustos ayında sınırın Suriye tarafında IŞİD'in elindeki bölgeleri almak ve kendi güvenliğini artırmak amacıyla Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte Fırat Kalkanı Harekâtı'nı başlattı. Harekât kapsamında şu ana dek 69 asker yaşamını yitirirken, 1500'ten fazla IŞİD'linin öldürüldüğü açıklandı.

Diğer yandan, IŞİD'in "başkent" ilan ettiği Rakka'ya yönelik bir operasyonda öncülüğü hangi grupların yapacağı da belirsizliğini korurken, bunun Türkiye ile ABD ilişkilerindeki önemli etkenlerden birini oluşturması bekleniyor.

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Washington Genel Koordinatörü Kadir Üstün, ABD'de Cumhuriyetçi yönetimlerin genel olarak ulusal güvenlik ve dış politika konularına zarar vermemesi için başka ülkelerin iç siyasetine pek bulaşmadıklarını anımsatarak, Türkiye'deki anayasa referandumuna hazırlık sürecinde de benzer bir yaklaşımın söz konusu olduğunu ifade ediyor.

Üstün, Trump yönetiminin birçok konuda nasıl bir politika izleyeceğinin henüz belli olmadığını ancak Türkiye'nin Suriye ile Irak'ta Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü ile mücadeledeki öneminin farkında olduğunu belirtiyor ve şunları söylüyor:

"Trump'ın Pentagon'dan istediği IŞİD planı teslim edildi ancak yönetim özellikle Türkiye'nin karşı çıktığı YPG'nin (Suriye'de Kürt grupların oluşturduğu Halk Savunma Birlikleri) silahlandırılması ve Rakka operasyonuna katılması konularında bir siyasi karar vermiş değil. Washington ve Ankara IŞİD'e karşı ortak çalışmayı başarabilir ve Türkiye'nin kaygılarını giderecek çözümler bulunabilirse Türk-Amerikan ilişkileri de daha pozitif bir noktaya gidilebilir."

Washington merkezli düşünce kuruluşu Atlantic Council'in Orta Doğu uzmanı Aaron Stein da ABD ile Türkiye ilişkilerinde Suriye iç savaşının belirleyeceği olacağına katılmasına karşın, esas olarak referandum sonrasında Erdoğan'ın atacağı adımların çok önemli olduğunu vurguluyor.

Aaron Stein, "Buradaki en önemli mesele Suriye konusu ve bunun ABD ile ilişkisi de PKK meselesi... Eğer Erdoğan MHP (Milliyetçi Hareket Parisi) etkisinin ağır olduğu aşırı sağ bir destek tabanı oluşturursa o zaman barış sürecinin canlanması ihtimali de çok düşük. Ancak alması gereken oyu kılpayı alırsa o zaman da Kürtlerin desteğinin peşinden koşmak isteyebilir" diyor.

Stein, ABD'de çoğunluğun Türkiye'de demokrasinin geri gittiğini düşündüğünü ancak bunun çok da önemli olmadığını ve "Erdoğan'a rağmen Türkiye ile müttefiklik ilişkisinin sürmesi gerektiğini" düşündüğüne dikkat çekiyor.

Uzmanların genel görüşü, 16 Nisan'daki referandumunun ardından ABD ile ilişkilerin gündemini Suriye, AB ile ise insan hakları ve demokrasi konularının oluşturacağını ifade ediyor.

Orta Asya-Kafkasya Enstitüsü'nden Gareth Jenkins, referandumdan "Evet" sonucu çıkmasının Avrupa tarafından meşru kabul edilmesi ihtimalinin düşük olduğu görüşünde;

"Avrupa'daki herkes basın üzerindeki yoğun kontrolün ve muhalefet üzerindeki baskıların farkında. Her ne kadar halk oylaması nispeten özgür olsa da adil olmadığı kesin. 'Evet' oyunun çıkması, Erdoğan'ın bundan sonra nasıl hareket edeceğiyle ilgili kaygıların artmasını sağlayacak. Yine de kimsenin bunu demokratik bir oylama olarak göreceğini sanmıyorum."

Carnegie'den Sinan Ülgen'e göre ise referandumda sonuç 'Evet' olursa, "Hükümet farklı bir diplomatik lisan geliştirmeli". Sandıktan 'Hayır' sonucu çıkmasının ise hem olumlu hem olumsuz sonuçları olabilir:

"Hayır çıkarsa pakete yönelik eleştiriler son bulacaktır. Bunu olumlu algılamak lazım. Öte yandan hayır çıkarsa yeniden bir erken seçim sürecine girilmesi de söz konusu olabilecek. Her seçim döneminde olduğu gibi bunun dış politika ve Batı ile ilişkilere olumsuz yansıması söz konusu olabilir."

SETA'dan Kadir Üstün de Avrupa ile ilişkiler söz konusu olduğunda 16 Nisan referandumunun yanı sıra Hollanda, Fransa ve Almanya'daki seçimlerin de önem taşıyacağına dikkat çekiyor.

Kadir Üstün, "Referandumdan çıkacak her iki durumda da Avrupa'nın Türkiye'yi insan hakları ve demokrasi konusunda eleştirmeye devam edeceğini öngörmek zor değil. Evet çıkarsa liberal çevrelerin 'tek adam' tezlerinin daha fazla dillendirileceğini tahmin etmek mümkün. Hayır çıkarsa bunu bir Erdoğan karşıtı zafer olarak sunmaya çalışabilirler" diyor.

Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştir