"Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev ve Belarus lideri Aleksandr Lukaşenko, Kazak başkenti Astana’da 29 Mayıs’ta Avrasya Ekonomi Birliği kurulmasını öngören anlaşmayı imzaladığında, 25 yıl önce dağılan Sovyetler Birliği akıllara gelecek. Bu da tam Kremlin’in istediği şey. Rusların niyeti yeniden güçlenen bir Rusya’yı görmek. Bu halk tarafından da kabul gören bir strateji. Ancak ortaya çıkan tablo, Batı’da yeni bir Sovyetler Birliği korkusu yaratıyor. Ancak Avrasya Ekonomi Birliği’nin içinde yeni bir Sovyetler Birliği görmek doğru bir yaklaşım değil.
Rusya’nın gerçekleştirmek için çaba gösterdiği Avrasya uyum projesi, Sovyetler Birliği ile kıyaslanamaz. Bu, Rusya’nın Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana eski Sovyetler Birliği’ni ekonomik olarak bir arada tutabilmek için başlattığı sayısız girişimden sadece biri. Rusya, Kazakistan ve Belarus 1 Ocak 2015 tarihinden itibaren mal, hizmet, sermaye ve iş gücü alanlarında aralarında bir serbest dolaşım bölgesi oluşturacak.
Bu üç ülke arasında halihazırda var olan Gümrük Birliği, ekonomik ve politik farklılıklar nedeniyle, ayrıca yolsuzluk ve şeffaflıkla ilgili sorunlar yüzünden işbirliğinde aksaklıklar çıktığını gösterdi. Bu projeye şimdiye kadar da sadece Belarus ve Kazakistan katıldı. Ermenistan ve Kırgızistan’ın ise yakında dahil olması bekleniyor. Ancak Rus vatandaşları, yoksul orta Asya cumhuriyetleri ile iş gücü serbestisine şüpheyle bakıyor.
Öte yandan post-Sovyet alanında Ukrayna’yı kapsamayan bir Avrasya Ekonomi Birliği ekonomik açıdan ölü doğmuş bir projedir. Bunun başlıca nedeni de Rusya’nın son aylardaki agresif Rusya politikasıdır. Ayrıca Belarus ve Kazakistan’ın Avrasya uyum projesine sadakatinin sınırları olduğu da unutulmamalı. Kazakistan’ın Avrasya Ekonomi Birliği’ne dahil olmasının temel nedeni Moskova’nın kanatları altına girmek değil, Kazakistan’da artan Çin nüfuzuna karşı daha güçlü bir Rus etkisi oluşturmak. Avrupa Birliği ve Rusya arasında kalan Belarus da benzer bir strateji ile uyum projesine yaklaşıyor.
Hayır, yeni bir Avrasya Ekonomi Birliği yeni bir Sovyetler Birliği değil. Ayrıca ‘yaşlı‘ Avrupa Birliği için de tehlike oluşturmuyor. Aksine oluşacak bu yeni pazar, Avrupalı girişimcilere de yeni ekonomik fırsatlar sağlayabilir. Bölgede gerçek bir ekonomik ilerleme sağlanması durumunda insanların sosyoekonomik durumları da iyileşebilir. Bu nedenle Avrupalılar Rusya, Kazakistan ve Belarus arasındaki iç pazara karşı olamaz.
Ancak konu Avrasya ideolojisine gelince, Putin’in devlet başkanlığına geri dönüşünden bu yana Rusya’da siyasi anlamı güçlenen bir Avrasya ideolojisinden söz edilebilir ve bu şimdi Avrasya uyum projesiyle de iç içe geçiyor. Dolayısıyla Avrasyacılık terimi ve bunun ideolojik bileşenleriyle ilgili tartışma önümüzdeki yıllarda Avrupa’da, isteyerek ya da istemeyerek, sık sık gündeme gelecek. Aslında bu tartışma fiili olarak bugünden başladı bile.
Rusya’daki Avrasyacılık ideolojisi, Avrupa’da da anti-liberal, yabancı düşmanı, homofobik ve anti-Amerikan bakış açılarıyla giderek güçlenen sağ popülist akımlarla karşılık buluyor. Avrasyacılık, 1920’lerde Rus göçmenler tarafından anti-liberal, ulusalcı ve antisemitist unsurlarla geliştirilmişti. Bu fikirler, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra Rus siyaseti hayatına yeniden girdi. Birkaç yıl öncesine kadar ise kitleleri pek etkilemeyen komplo teorisyenleri ya da aşırı uçtaki kişiler tarafından dile getiriliyordu. Ancak Putin’in açıklamalarında ve 2011-2012 yıllarında siyasete tekrar dönmesinden bu yana Avrasya ideolojisi daha sık dillendirilmeye başlandı. Bu nedenle Putin’in Ulusal Cephe’nin lideri Marine Le Pen gibi aşırı sağcı politikacılar ve partiler hakkında olumlu konuşması sürpriz değil.
Avrasyacılık, sık sık sanıldığı gibi, Avrupa’dan Rusya’ya dönüş değil. Bu tamamen başka bir kavram, yani bir anti-liberal ve anti-Amerikan Avrupa düşüncesi. Avrupa için tehlikeli olan Avrasya Ekonomi Birliği projesi değil, işte bu düşünce. Bunun kapsamlı sonuçları, yaşlı kıtanın birçok vatandaşı tarafından henüz tam olarak anlaşılmış değil. Avrupa, 20'inci yüzyıldaki Soğuk Savaş'ın ardından oluşan coşku selinden uyanırsa, ayrıca 21'inci yüzyılda siyasi ve askeri alandaki yeni totaliter meydan okuyuşlara son verirse iyi eder."