Cumhurbaşkanı adayı ilan edildiği törende Erdoğan’ın okuduğu nutkun aslını “Paralel” dostlarım sayesinde ele geçirip yayınladıktan sonra (link), şimdi de, Beyaz Saray’daki üst düzey dostlarım sayesinde, Erdoğan-Obama görüşmesi hakkında yapılan tek paragraflık resmî açıklamanın esas metnini elde etmiş bulunmaktayım.
Malum, böyle metinler kurum-içi kullanım amacıyla önce rahatça yazılır, ama resmen açıklanacağı zaman diplomatik dile “tercüme” edilir, adeta kriptolanır. Önce o rahatça yazılmış esas Amerikan metnini açıklayacağım, yazının sonunda da resmen yayınlanmış paragrafı vereceğim.
“Rahatça yazılmış” resmî belge iki temel konu içeriyor.
IŞİD’e karşı ortak mücadele ve militanların savaş alanına giriş çıkışlarının önlenmesi
“Başkan [Obama], Türkiye’nin IŞİD’le mücadeleye fiilen ve etkili biçimde katılmasını talep etmiştir. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan, IŞİD’in Türkiye içinde sabotajlar yapabileceğini ve 49 vatandaşının Musul Başkonsolosluğu’nda rehin alındığını ileri sürerek ayak diremiştir.
“Barzani’nin bu insanları kurtarmayı önerdiği fakat Türk tarafınca geri çevrildiği malumdur (link). Mayıs 2013 Reyhanlı bombalamalarını kimin yaptığı da hâlâ açığa çıkarılmamıştır. Bunlar bir kenara bırakıldığında dahi, bu iki konunun Erdoğan rejimi için kaçamak bahanesi olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü:
“Bir defa, daha ortada rehineler olayı yokken başta IŞİD olmak üzere İslamcı militanlar yıllarca Irak-Suriye ile Türkiye arasında serbestçe mekik dokumuşlardır. Bu durum, sınırda denetimin zor oluşundan değil, Erdoğan yönetiminin, Ortadoğu’da kendisini güçlendirecek olan Müslüman Kardeşler’i engelleyen Esad’ı düşürmek amacıyla, IŞİD dahil İslamcı savaşçılara Türkiye’yi yıllardır lojistik üs olarak kullandırmasındandır (link).
“Bu politika dahilinde Erdoğan, MİT koordinasyonunda İslamcı militanları silahlandırmıştır. Nitekim, yakalanan IŞİD militanlarının silah ve bombalarının Türk resmî sanayi kuruluşu MKE damgalı olduğu görülmüştür (link). MİT’in Suriye’ye silah taşıyan TIR’ları yolda Türk güvenlik güçlerince birden fazla defa yakalanmış, ama yakalayan savcı, polis ve jandarmalar görevden alınarak casusluk suçlamasıyla mahkemeye verilmiştir (link). Hükümet bu TIR’larda insani yardım malzemesi bulunduğunu ilan etmiş olduğu halde duruşmalar halen gizli yapılmaktadır (link).
“Bu silah desteğinin yanı sıra, İslamcılar yaralanınca derhal Türkiye’ye geçmekte ve resmî yardım görmektedir (link). Bunlar dinlenince/tedavi edilince tekrar savaşmaya dönmektedir (link). “Giriş-çıkış” teriminden kasıt budur.
“Başkan, bu durumların derhal ve kesinlikle sona erdirilmesinin çok önemli olduğunu Erdoğan’a iletmiştir.
Hoşgörülü, kucaklayıcı / kapsayıcı
toplum kurmanın önemi
“Haziran 2013’te İstanbul Gezi Parkı’nda yapılan çevreci protestonun ‘hükümeti devirme girişimi’ olarak yorumlanmasından ve halen örtbas edilmeye çalışılan 17 ve 25 Aralık 2013 üst düzey rüşvet ve yolsuzluk haberlerinden sonra, Türkiye’de otoriter baskı çok üst düzeye çıkmıştır.
“Şimdi de, İstanbul’daki direnişle ilgili olarak, aralarında ünlü bir futbol takımı taraftarları da bulunan çok sayıda insan‘hükümeti yıkmaya teşebbüs’ten ağırlaştırılmış müebbet istemiyle mahkemeye verilmiştir (link). Şikayetçilerin arasında 9 da polisin bulunduğu bildirilmektedir ki, Gezi Parkı protestolarında emniyet mensupları tarafından 8 kişi öldürülmüştür.
“Bu baskıcı politikanın gerekçesi, 17 ve 25 Aralık haberlerini duyurmakla suçlanan ve F. Gülen’in izleyicileri olarak nitelenen bürokratların bir ‘Paralel Devlet’ kurmak istemeleri olarak formüle edilmektedir. Görüşme sırasında Erdoğan, yıllardır Pennsylvania’da ikamet eden F. Gülen’in iadesini istemiş fakat ABD’ye iletilen hiçbir suç kanıtı, hatta dosya bile olmaması nedeniyle Başkan bu konunun rutin bürokratik işlemlere bırakılacağını kendisine bildirmiştir.
“Erdoğan şu anda başta Medya ve Yargı olmak üzere, kendisini gözü kapalı desteklemeyen herkesi ve her kurumu dışlanmakta, banka batırmaya bile çalışmakta, bu gidişe seçmen desteği sağlamak için de Sünni İslam’a sürekli vurgu yapmaktadır.
“Biz ülkelerin iç rejimine karışamayız; nitekim S. Arabistan rejimi ortadadır. Bizim açımızdan Türkiye’deki bu sürekli vurgunun tehlikesi şuradadır ki, bölge lideri olma iddiasındaki bir Türkiye iç politikasında temel özgürlükleri baskılayan Sünni İslamcı bir rejim uyguladığı sürece, dış politikada Sünni İslamcı IŞİD’in şiddet politikasına karşı çıkmamaktadır. Böylece, mezhepler karmaşası Ortadoğu’daki Sünni İslamcı ve kutuplaştırıcı düzenin hızlandırıcısı olmaya devam etmektedir. Çünkü Erdoğan rejimi, rahatlamak için çevresinde İslamcı rejimler görmek istemiştir, istemektedir.
Bunun kimi kaçınılmaz sonuçları tahmin edilebilir:
“Bir kere Erdoğan, Esad’ı düşürme fiksasyonu yüzünden, IŞİD’i desteklemek dahil çok tehlikeli şeyler yapmaya devam edebilir. İkincisi, IŞİD’le mücadelede çok önemli olan Şii ağırlıklı Bağdat yönetiminin güçlendirilmesine karşı çıkabilir, ki çıkmaktadır, ama kendisi elini taşın altına koymadan. Üçüncüsü, Türkiye’nin dengeyi bulması için bir önkoşul olan Kürtlerle Barış Süreci’ni çok baltalayabilir. Çünkü IŞİD Kürtleri öldürürken Erdoğan, yine taşın altına elini koymadan, onların da IŞİD’e karşı silahlandırılmasına karşı çıkmaktadır. Dördüncüsü, IŞİD’i terörist ilan etmekten dikkatle kaçınmak ama her resmî cümlede birkaç kere ‘Allah’ kelimesi geçirmek gibi durumlar, IŞİD’e gönüllü giden çok sayıda dindar Türk gencini teşvik ediyor olabilir.
“Bu meyanda, bu İslamcı politika İsrail’le mevcut kutuplaşmayı daha da koyulaştırmakta ve İsrail’i aşırılığa yöneltmekte rol oynamaktadır. Yeni Akit gibi İslamcı yayınlarda İsrail’in yanı sıra Türkiye’deki Yahudi toplumuna büyük bir nefret söylemi mevcuttur. O kadar ki, Türkiye tarihinde ilk defa Yahudi vatandaşlar bir bildiri yayınlayarak, İsrail’in yaptıklarından Türkiye Yahudi cemaatini sorumlu tutmanın ırkçılık olduğunu dile getirmişlerdir (link). ‘Benim için Gürcü dediler. Çıktı bir tanesi, affedersin, çok daha çirkin şeylerle, Ermeni diyen oldu’ türünden konuşmaları ve eğilimleri bilinen Erdoğan, bu İslamcı yayınları ‘fikir özgürlüğü’ olarak sınıflandırmaktadır (link)
"Bütün bu nedenlerle Başkan, 1,5 yıldır görüşmek istemediği Erdoğan’la buluşmasında, Batı’nın Türkiye’de kapsayıcı, kucaklayıcı bir iç politika görmeyi arzu ettiği mesajını açık biçimde vermek istemiştir; basın bildirisinin sonuna bu konuda bir not koymak önemlidir.
“Tabii, Birleşik Devletler’in Ortadoğu’da yakın geçmişte güttüğü kimi yanlış politikaların da katkıda bulunduğu bugünkü ortam, bölgede IŞİD’i doğrudan vurmamızı çok zorlaştırmakta, bölgedeki müttefiklerimizle işbirliği yapmayı zorunlu kılmaktadır. Türkiye de bunların en önemlisidir. Bu nedenle, basın bildirisi hazırlanırken, bu yazdıklarımızın münasip ifadeler haline sokulacağı tabiidir.”
Gelelim resmi açıklamanın kendisine
Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) sözcüsü Caitlin Hayden tarafından 5 Eylül 2014’te açıklanan resmî basın bildirisini aynen veriyorum:
Başkan [Obama] ile Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün, iki liderin NATO Zirvesi münasebetiyle bulundukları Newport, Galler’de buluşmuşlardır. İki lider; IŞİD’e ve Irak ile Suriye’deki şiddetli aşırılıklara karşı en iyi nasıl işbirliği yapılacağı, ve savaş alanına giriş-çıkış yapan yabancı savaşçılara karşı güçlendirilmiş tedbirler uygulama konularını görüşmüşlerdir. İki lider; Ukrayna ve Libya’daki çatışmaları bitirmeye yönelik etkili baskı ve diplomasiye duyulan acil ihtiyacı konuşmuşlardır. Başkan [Obama] ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ayrıca, hoşgörülü ve kapsayıcı toplumlar kurma ve antisemitizm afetiyle mücadele etmenin önemini görüşmüşlerdir (link).
Radikal