Prof. Dr. Korkut Boratav, olağanüstü hâl (OHAL) uygulamasının 686 sayılı kanun hükmünde kararnamesiyle yapılan ihraçlarla ilgili olarak "Hem ihraç listesini hazırlama, hem de bu tertemiz, masum buluşmayı (hem de şiddet kullanılarak) önleme sorumluluğunun Ankara Üniversitesi Rektörlüğü'nde olduğu açıktır. Büyük hüzün duydum" dedi. "Bunlar akademik mesleğin doğasına, etiğine, geleneklerine uymaz" diyen Boratav, "Üniversite yöneticisi zevatın görevlerini bırakmaları ve yeni bir KHK ile bu kurumların Emniyet Genel Müdürlüğü yönetimine devredilmesi uygundur. En azından mesleğimizin daha faza lekelenmesi önlenir" diye konuştu.
Evrensel'den Derya Kaya'ya konuşan Korkut Boratav'ın açıklamaları şöyle:
Siz de 1980 darbesi dönemi 1402 ile ihraç edilen akademisyenlerdensiniz. O dönem akademiye yönelik müdahaleyle bu dönemi kıyaslar mısınız? O dönem neler yaşandı, tasfiyeleri hangi gerekçeyle gerçekleştirdiler, bugün yaşananlara ilişkin gözlemleriniz nelerdir?
Bugün durum biraz daha ağır. Bir kere daha kapsamlı bir tasfiye söz konusu. Kendi fakültemi (SBF’yi) örnek vereyim. 1402’likler 11 kişiydik. Bugün, KHK ile 29 kadrolu öğretim elemanı atılmıştır. Yani, fakülte çökertilmek istenmektedir. Biz KHK’lerle değil, Sıkıyönetim Komutanlıklarının kararlarına göre üniversitelerden ihraç edildik. 1402 sayılı yasanın verdiği yetkilerin dışındaki geniş bir alanda yasal haklarımız korunuyordu. İdari yargıya başvurma imkanı vardı. Başlangıçta aleyhimize çıkan kararlar, yeni içtihatlar oluşunca lehimize döndü. Örneğin emeklilik haklarını kazanan arkadaşlarımız ikramiyeleriyle birlikte emekli aylıklarını aldılar. Pasaportlarımız iptal edilmedi; sadece renk (yeşilden maviye) değiştirdi. Yurt dışında çalışma, burs, bilimsel toplantılar katılma imkanları kullanılabildi.
1980 darbesi döneminde gerçekleşen ihraçların o dönem akademide ve Türkiye’de bilgi üretimine nasıl etkileri oldu?
Görevlerimize Danıştay içtihadı ile dönmemiz beş yıllık bir kesinti sonunda gerçekleşti. Ben şanslıydım. Zimbabwe’de hocalık yaptım; birkaç önemli araştırma projesine katıldım. Bilimsel kazanımlarım oldu. Buna karşılık, geçim zorluğu nedeniyle bilimsel çalışmalarına ara verenler, onların asistanları, öğrencileri için belli ölçülerde “kayıp yıllar” söz konusudur. Ayrıca Doğramacı’nın getirdiği YÖK düzeninin, bence, Türkiye’nin özellikle sosyal bilimler alanında gelişimi üzerindeki etkisi olumsuzdur. Ama, bu ayrı bir tartışma konusudur.
Rektörün sorumluluğu ortada
Cuma günü Cebeci kampüsünde ihraçları protesto etmek amacıyla büyük bir buluşma gerçekleştirilecekti. O gün siz de oradaydınız, ama polisin büyük bir saldırısıyla karşılaştık. O gün yaşananları değerlendirir misiniz? Neler hissettiniz?
Hem ihraç listesini hazırlama, hem de bu tertemiz, masum buluşmayı (hem de şiddet kullanılarak) önleme sorumluluğunun Ankara Üniversitesi Rektörlüğü'nde olduğu açıktır. Büyük hüzün duydum. Bunlar akademik mesleğin doğasına, etiğine, geleneklerine uymaz. Üniversite yöneticisi zevatın görevlerini bırakmaları ve yeni bir KHK ile bu kurumların Emniyet Genel Müdürlüğü yönetimine devredilmesi uygundur. En azından mesleğimizin daha faza lekelenmesi önlenir.
Dayanışma ağları oluşturulmalı
Yıllarca SBF’de birçok olağanüstü duruma tanıklık etmiş biri olarak bugün ihraç edilen akademisyenlere ve öğrencilere neler önerirsiniz? Üniversitelere yönelik müdahale ve saldırılara karşı ne yapmalılar?
Yalnız değilsiniz. Ülke içinde ve dış dünyada sizleri destekleyen çok sayıda meslektaşınız var. İçe kapanmayın; bunlarla iletişimi oluşturun; canlı tutun. Dünyada benzer kaderi paylaşan çok ülke var. Oralardaki insanlarla dayanışma ağları varsa, keşfedin; katılın. Yoksa oluşturun. Geçim zorunlulukları dışında ayırabileceğiniz her anı bilimsel çalışmalarınızı sürdürmek; geliştirmek için kullanın. Bizim zamanımızda kütüphanelere, kaynaklara ulaşmak çok zordu. Bugün internet dünyası içindeyiz. Nimetini bilin. Sonuna kadar kullanın. Muhalif, ilerici siyasetin içinde yer alın.
"Mülkiye her dönem muhalefet odaklarından biri oldu"
Ülke yönetiminin kriz yaşadığı dönemlerde ilk saldırılar üniversitelere oluyor. Neden iktidarlar üniversitelere müdahale ihtiyacı görüyor? Siyasal Bilgiler Fakültesi her dönem bu tip saldırılara maruz kalıyor. Mülkiyeyi bu anlamda özel kılan nedir? Mülkiyeyi Türkiye açısından da önemli kılan nedir?
Daha eskiye de gidebiliriz, ama ben Demokrat Parti’nin antidemokratik yönelişe savrulduğu dönemi hatırlatayım. Bu yönelişlere karşı öğrencilerine “nabza göre şerbet vermeyin” diye seslenen ve görevinden alınan Turhan Feyzioğlu Mülkiyeli idi. Liberal ve sosyalist muhalif aydınların sesi olan Forum’u Mülkiye hocaları çıkarıyordu. Öğretim üyeleri arasında, öğrenci-hoca ilişkilerinde, diğer üniversitelerde, fakültelerde çok az rastlanan demokratik bir ortam vardı. Devlete kadro yetiştirmek için kurulmuştu; ama her dönemde kurulu düzene muhalefetin odaklarından biri olmuştu. Ne mutlu Mülkiyeye ki, artık yalnız değildir.
"'Evet' Türkiye'yi İslamcı faşizme götürür"
OHAL KHK’leriyle binlerce insan sorgusuz sualsiz işinden oldu. Önümüzde bir referandum var. Referandumunun sonucu bu KHK’lerin yaşattığı olumsuz tabloyu değiştirebilir mi?
“Hayır” sonucu, faşizme sürüklenme sürecini durduramaz; sadece frenler. İktidar blokunun dağılma olasılığı doğar. “Evet” ise, Türkiye’yi İslamcı faşizme taşıyan bir adım olur. Ne var ki, bu programın güven duyarak dayanabileceği sınıfsal güçleri tanımlamaya çalışın; beceremeyeceksiniz. Kapkaççı çevreler yeni bir rejim inşa edemez; bu nedenle bu ihtiraslı tasarım çöker; ama bu arada Türkiye çok acı çeker.