BirGün gazetesi yazarı Prof. İbrahim Kaboğlu, Başkanlık sistemi için anayasa dışı yollara girildiğini savundu. "Anayasa’ya aykırı yasaları ayıklama bir yana; Anayasa Uzlaşma Komisyonu kurulduktan sonra Anayasa’ya açıkça aykırı birçok yasa yapıldı. Anayasa yürütme, yasama ve yargı organları tarafından sürekli ihlal edildi. Anayasa’ya aykırılıkta öncülüğü, ‘Anayasa’nın uygulanması’nı gözetmekle yükümlü kişi üstlendi" ifadelerini kullanan Kaboğlu, "Anayasal düzen ve hedef konusunda iktidar partisi sorumluları sürekli bilgi kirliliği yarattı. “Bu bir darbe Anayasası olup, bununla artık ülke yönetilememekte” vb. algı operasyonu ötesinde, “başkanlık, bir rejim değişikliği değil, bir hükümet modeli farkıdır” ve dahası, “bu Anayasa’yı yürürlükten kaldıralım; iki-üç yıl anayasasız düzen de mümkün” vb. beyanlar da duyulmaya başlandı. Üstelik bunlar, hukukçu ve üst düzey sorumluluk üstlenmiş kişilerce dillendirilebiliyor" diye yazdı.
İbrahim Kaboğlu'nun "Obsesif başkanlık yolunda gayri meşru anayasa" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Bir saplantı gibi savunulan ve anayasal kırmızı çizgi olarak görülen başkanlığı kotarmak için, Anayasa dışı yollarla girişimde bulunuluyor. Öyle ki, eğer “ben kalp krizi geçirmedim” diyen kişi ‘kalp krizi geçirmiş’ olsaydı, ancak o zaman ‘obsesyonel durum’dan çıkış ihtimali olabilirdi…
Neden gayri meşru?
1) Yasal düzlem: Anayasa’ya aykırı yasaları ayıklama bir yana; Anayasa Uzlaşma Komisyonu kurulduktan (Ekim 2011 ) sonra Anayasa’ya açıkça aykırı birçok yasa yapıldı.
2)Anayasal düzlem: Anayasa yürütme, yasama ve yargı organları tarafından sürekli ihlal edildi. Anayasa’ya aykırılıkta öncülüğü, ‘Anayasa’nın uygulanması’nı gözetmekle yükümlü kişi üstlendi.
3) Halkın yanıltılması: Anayasal düzen ve hedef konusunda iktidar partisi sorumluları sürekli bilgi kirliliği yarattı. “Bu bir darbe Anayasası olup, bununla artık ülke yönetilememekte” vb. algı operasyonu ötesinde, “başkanlık, bir rejim değişikliği değil, bir hükümet modeli farkıdır” ve dahası, “bu Anayasa’yı yürürlükten kaldıralım; iki-üç yıl anayasasız düzen de mümkün” vb. beyanlar da duyulmaya başlandı. Üstelik bunlar, hukukçu ve üst düzey sorumluluk üstlenmiş kişilerce dillendirilebiliyor.
Parlamenter rejim ve başkanlık rejimi, yatay erkler ayrılığına göre iki siyasal rejim prototipi; dikey erkler ayrılığına göre ise, üniter ve federal devlet, iki devlet biçimi prototipi. (Bunları sn. Çiçek bilmez mi?). Öte yandan, bir anayasal düzen, ancak yenisi yürürlüğe konunca sona erer; bunun dışında bir darbe ile kaldırılabilir… (Bunu, sn. İyimaya bilebilecek konumda değil mi?) Dahası, Merkez Bankası için, “önemli olan ekonomik vesayetin son kalesinin yıkılıp yıkılmayacağı” diyebiliyor bir Külliye devşirmesi. Bir diğeri ise, başkanlıkla 500 milyar dolarlık ihracattan dem vuruyor…)
4) Kırmızı çizgi: Ülkeyi 13 yıldır fazlasıyla yeterli bir çoğunlukla yöneten bir iktidar, anayasa için ilk adımı ‘başkanlık rejimi’ kaydına bağlıyor. Parlamenter rejim çerçevesinde ‘çok iyi yönetim performansı’ gösterdiğini sürekli yineleyenlerin, ‘rejim miadını doldurdu’ nakaratı ile ‘çelişkide süreklilik’ halini bir yana bırakalım. Başkanlık rejimi dayatmasıyla anayasa için yola çıkılamaz: Kırmızı çizgiye itiraz eden muhalefete masayı yıktıktan sonra onlarsız, ‘kırmızı masa’ kurma girişimi, ne kurucu erkin ‘K’sı ile ne de demokrasinin ‘D’si ile bağdaşır.
5) Yetki dışı: Anayasa değişikliği bile çok katı kurallara bağlanmış iken (md.175), medya tekeli kurmuş olan Hükümet-Külliye himayesinde ve birkaç ‘saray devşirmesi’ güdümünde kurulan bir Komisyon, fiili olup, demokratik bir meşruluğa sahip olmadığı gibi, hukuk dışıdır.
6) Gayri meşru: Anayasa-dışı ve demokratik olmayan yollarla, -halkın ödediği vergilerden oluşan- devlet olanaklarını başkanlık hizmetine sunarak, sınırlı özgürlük ortamında ve eşit olmayan yarışma koşullarında anayasa girişimi gayri meşrudur.
Hayır ve ötesi...
Şu halde önce, bütün bunlara, “HAYIRR!” demeli. Ama ‘hayır yetmez’; bunun ötesini de örgütlemeli: ‘hayır ve ötesi’, hem güçlü bir slogan olarak hem de bir fikri birikim ve kitlesel eylem olarak kotarılmalı ‘demokratik muhalefet’ ekseninde.
Birgün'de 10 yıl
BirGün yazılarıma, Ankara 28. Asliye Ceza Mahkemesi’nde ‘insan hakları suçlusu’ sıfatıyla yargılanırken (10 Nisan 2006- doğum günü-: sanık sandalyesi, 2. duruşma) başladım. Henüz çıraklık döneminde olan AK Parti Hükümeti, Cemaatle ittifak gücüyle, insan hakları savunucuları üzerinden silindir gibi geçmeyi meşru görüyordu.
O zaman, sonradan terör örgütü ilan ettiği Cemaat’e her şeyi vermekle meşguldü… 'Askeri levazım bölgesi’ oluşturulmasına göz yumanlar ile 1 Haziran seçimlerini kaybedince, ‘PKK masası’nı yıkanlar kim? Bütün bunların mimarı olan kişi, şimdi sanık sandalyesi ile yetinmeyip, ‘hapse atmak veya yurttaşlıktan çıkarmak’ gibi tehditlerle terör işbirlikçisi arıyor…
Soru: ‘anayasal düzeni ortadan kaldırmak’ için ustalık dönemi mi beklendi?
Obsesyon: ‘Türk tipi’ aldatmacası ile rejim değişikliği seferberliği aynı kişi için.
Ne yapmalı? ‘İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik bir sosyal hukuk devleti’ savunucuları, her gün on yıl sonrasının kâbusu ile uyanmamak için, her an ‘hayır ve ötesi’ üzerinde kafa yormalı. Nasıl mı? Tartışacağız.
Ve doğduğum topraklar…
9 Nisan: Cerattepe’de Çevrenin ve Halkın Hakları paneli.
10 Nisan: Babam Hüseyin Avni Beyi aramızdan ayrılışının 40.yılında andıktan sonra Batum-İstanbul dönüşü.
Nice on yıllara…