Gündem

Ergenekon tutuklusu Fatih Hilmioğlu: Ölüme terkedildik!

Ergenekon sanığı Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, 'Ergenekon davasında var olduğu iddia edilen örgütün bir numaralı, iki numaralı isimleri belli olmamasının davaya ilişkin temel çelişkilerinden biri' olduğunu söyledi

12 Ocak 2014 16:07

Ergenekon davası kapsamında 23 yıl hapis cezasına çarptrılan Malatya İnönünü Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, Başbakan'ın Siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın "Orduya kumpas kuruldu" sözlerinin ardından gündeme gelen, Balyoz ve Ergenekon gibi özel yetkili mahkemelerce yürütülen davalarda yeniden yargılama ihtimali ile ilgili fikirlerini ve tutukluların mevcut koşulları ile ilgili endişelerini paylaştı. Hilmioğlu, “Hasta sanıklar tamamen ölüme terk edilmiş durumda. Ben bizzat şahidim. Bir hasta sanık, ancak mahkeme heyeti önünde kan kustuktan sonra tahliye edildi. Böyle insanlık, böyle hâkimlik olur mu? Sözde reform paketlerine hastaların tahliyesi için maddeler koydular. Ama düzelen hiçbir şey yok. Hastanelerden aldığımız tüm raporları veriyoruz. Ama sonuç değişmiyor. Mesele bir empati meselesi. Hekim hekimliğini, hâkim hâkimliğini empati ile yapmıyor.” dedi.

Prof. Hilmioğlu, "Soruşturma ve kovuşturma aşamasında yer alan savcı, polis ve hâkimler, deliller konusunda sürekli olarak sorunlu bilimsel raporlar veren TÜBİTAK ve ağır hasta tutuklular için üniversite hastanelerinin raporlarını bile gözardı eden Adli Tıp Kurumu" Ergenekon davasında kurulan kumpasın unsurları olduğunu belirtti.

Hilmioğlu yargılanmakta olduğu Ergenekon davasının bir kumpas olduğunu kendilerini başından beri anlatmaya çalıştıklarını belirterek, davaya ilişkin temel çelişkileri şu şekilde açıkladı;  

"İddia edilen örgütün bir numaralı, iki numaralı isimleri belli değil. Örgütün yöneticisi olduğu ileri sürülenler birbirlerini tanımıyor. Davanın özü iddianameye göre ‘darbe teşebbüsü’. Ama emrinde 700 bin kişilik güç bulunduran bir Genelkurmay Başkanı bunlarla darbe yapmayacak, bunun yerine çoğu sivillerden oluşan 280 kişilik sözde Ergenekon Terör Örgütü ile darbe yapacak. Davanın absürdlüğü, insan akıl ve mantığına uymaması buradan belli" dedi. 

Cumhuriyet'ten Utku Çakırözer'in Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu ile yaptığı söyleşinin tamamı şöyle; 

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “paralel devlet” ve “yargı içinde çete”; Başbakanlık Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın da “Orduya kumpas kuruldu” sözleriyle, Balyoz-Ergenekon gibi özel yetkili mahkemelerce yürütülen davalarda yeniden yargılama ihtimali doğdu. Devreye giren Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun “yeniden yargılamalar” için yasal düzenleme önerisine destek verenler kadar karşı çıkanlar da oldu. Bir de, tartışmanın odağında hükümetin yer aldığı 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasını gölgelemek için suni yaratılan bir gündem olduğu kanaatinde olanlar var...

İşte bu tartışmayı o davalarda yargılananlar nasıl değerlendiriyor sorusuna yanıt aramak için Silivri’ye gittik. İlk görüşme İnönü Üniversitesi eski rektörü, Ergenekon davası sanığı Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu ile...

Prof. Hilmioğlu, akademik camiada adı sanı bilinmeyen Malatya’daki İnönü Üniversitesi’nde Cumhuriyet tarihinde görülmemiş başarılara imza atan isim. Rektör olduğu 2000-2008 yılları arasında bilimsel yayın oranında zirveye çıkardı. Avrupa’nın birinci, dünyanın ikinci karaciğer nakil merkezini kurdu. Merkezde hâlâ yılda 200 nakil yapılıyor. Ancak Ergenekon davasında terör örgütü üyeliği savı ile yargılandı ve ilk derece mahkeme tarafından 23 yıl hapis cezasına mahkûm edildi.

Hilmioğlu giderek kötüleşen sağlık durumu nedeniyle de kamuoyunun yakından takip ettiği bir isim. Cezaevinde ilerleyen karaciğer sirozuna, küçük oğlunu kaybetmenin verdiği büyük acı da eklendi.

 

‘Benden çok daha ağırları var’

 

Görüşme salonuna gelir gelmez, kendisinden sadece sağlık durumu nedeniyle bahsedilmesinden rahatsız bir şekilde söze şöyle başladı:

“Burada benden çok daha ağır hastalar var. Mesele bireysel olarak benim özgür kalmam değil. Türkiye’nin düze çıkması için yüzlerce insanı yıllardır içeride tutan bu büyük adaletsizlik, hukuksuzluk sona ermeli”.

 

Önce tahliye, sonra adil yargı

 

Sonra da tahmin eder biçimde doğrudan “kumpas” tartışmasına girerek değerlendirmesini aktardı:

“Bu hükümetin başta Başbakan’ı olmak üzere tüm yetkilileri devlet içinde devlet, paralel yapı olduğunu ve bu yapının Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kumpas kurduğunu ifade ettiler. Sözü edilen TSK’ye kumpas Silivri’de görülen davalar aracılığıyla oldu. Bizzat bu sözü edilen ‘kumpas’ sonucu yargılanan insanlar yıllardır cezaevindeler. Şimdi başta Başbakan ve hükümet üyeleri bu davaların kumpas olduğunu ifade ettikten sonra artık bu insanları burada tutmanın hiçbir gerekçesi kalmamıştır. Yapılması gereken tek şey ortak bir insanlık dramına dönen bu zulmün bitmesidir. İnsanların derhal tahliye edilmesi ve adil yargılanmasının sağlanmasıdır.”

 

‘Canlı yayınlansın, tüm Türkiye jüri olsun’

 

“Biz yargılanmayalım demiyoruz. Adil yargılama istiyoruz. Talebimiz şu: Davalar Türkiye’nin en büyük spor salonunda yapılsın ve tüm Türkiye’ye naklen yayınlansın. Yargıç yargılasın, jüri de tüm 75 milyon olsun.”

 

İşte kumpasın unsurları

 

Prof. Hilmioğlu, Ergenekon davasındaki kendi izlenimlerine göre kurulan kumpasın unsurlarını şöyle sıralıyor:

“Yüzlerce insan Başbakan’ın bahsettiği paralel devletin kumpası nedeniyle içeride. Bu paralel devletin unsurları nelerdir diye düşünmek lazım. Kendi deneyimlerim ışığında kumpasın unsurları şunlar:

- Soruşturma ve kovuşturma aşamasında yer alan savcı, polis ve hâkimler,

- Deliller konusunda sürekli olarak sorunlu bilimsel raporlar veren TÜBİTAK,

- Ve ağır hasta tutuklular için üniversite hastanelerinin raporlarını bile gözardı eden Adli Tıp Kurumu.”

 

‘Feyzioğlu’na kızmayın, destekleyin’

 

Prof. Hilmioğlu, TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun girişimine bakışını da şöyle değerlendirdi:

“Türkiye Barolar Birliği çıkıp haksız yere yargılandığımızı söylüyor. Adil yargılama istiyor. Derhal tahliye istiyor. Biz bunu destekliyoruz. Ama bakıyorum tepkiler geliyor. Eskiden herkes ‘Barolar neden suskun’ diye bağırıyordu, eleştiriyordu. Ben de ziyarete gelen hukukçulara ‘Biz buradaysak siz görevinizi yapmadığınız için buradayız’ diye sitem ediyordum. Şimdi barolar ayağa kalktı, ‘Hukuksuzluğa karşı çıkalım’ diyen bir adam çıktı. Bu sefer de ‘Hop hop’deyip söylemediklerini bırakmadılar. Meclis’teki tüm partilerden beklentimiz şu: Kumpas sonucu yıllardır özgürlüklerinden mahrum bırakılan insanların derhal tahliyesi ve adil yargılanması için gerekli hukuki zemini oluştursunlar.”

 

‘Bizi toprağa mı gömeceksiniz?’

 

Feyzioğlu’nun “yeniden yargılama” tezine mesafeli duranların temel argümanı “Yolsuzluk soruşturmasının üstü örtülüyor” iddiası... Bu görüş Silivri’den nasıl değerlendiriliyor:

“Yolsuzluk soruşturması tabii ki ayrıca yürümeli. Üzeri örtülmemeli, konuşulmalı, tartışılmalı. Ancak yolsuzlukları örtmeyelim diye, bizim üzerimizi toprakla mı örteceksiniz? Yolsuzluğun da, bu hukuksuzluğun da üzerine gidilsin.”

 

‘Hastalar ölüme terk edildi’

 

Kendisi de hekim olan Hilmioğlu, en çok hasta tutuklular konusunda endişeli:

“Hasta sanıklar tamamen ölüme terk edilmiş durumda. Ben bizzat şahidim. Bir hasta sanık, ancak mahkeme heyeti önünde kan kustuktan sonra tahliye edildi. Böyle insanlık, böyle hâkimlik olur mu? Sözde reform paketlerine hastaların tahliyesi için maddeler koydular. Ama düzelen hiçbir şey yok. Hastanelerden aldığımız tüm raporları veriyoruz. Ama sonuç değişmiyor. Mesele bir empati meselesi. Hekim hekimliğini, hâkim hâkimliğini empati ile yapmıyor.”

 

‘İnsanların canına okunuyor’

 

“Cumhuriyet kurulduğundan beri devletin neden olduğu pek çok adaletsizlikler oldu. Ancak bugün Silivri ve benzeri davalarda iddia edilen paralel devletin yol açtığı adaletsizlikler, insanları yok eden bir insanlık dramına dönüştü. Bir ülkede hukuk düzeni öncelikle insanların can güvenliğini sağlamak için vardır. Ama şu anda Silivri’deki hukuk insanların canına okuyan hukuk haline dönüştü. 17 insan öldü burada. Canımızı koruyan değil, canımıza okuyan bir hukuk. İnsanları öldüren yok eden hukuk içinde adaletin varlığından kim söz edebilir ki?”

 

Sirozdan kansere

 

Yeri gelmişken sağlık durumunu da kendisine sordum:

“16 yıllık karaciğer sirozum var. Buradaki stres nedeniyle ilerliyor. Cerrahpaşa’da siroz zemininde karaciğer kanser başlangıcı sayılan displastik nodül bulundu. Bir ay önce çekilen MR’da da karaciğer kanseri şüphesi tespit edildi. Cerrahpaşa’nın heyet raporu var ‘Bu durumda ölür’ diye. Buna rağmen Adli Tıp Kurumu izin vermiyor hastane ya da evde tedaviye...”

 

‘Eşim ve çocuklarımın resimlerini okşuyorum’

 

Geçen hafta Silivri’ye giden siyasetçiler Prof. Hilmioğlu’nun psikolojik durumunun kötü olduğu haberleri ile çıkmıştı. Bir saatlik sohbetimizde kendi izlenimim şöyle: Zihni açık, düşünceleri berrak. Ancak haksız yere çalınan yılları için çok öfkeli. Bu isyanı her geçen gün daha da artıyor. Sağlık durumu ile gündemde kalmak istemiyor. Ancak basında çıkan “Duvara konuşuyor” iddialarına da kendi isteğiyle açıklık getirdi:

“Herkesin evinde, işyerinde eşinin, çocuklarının, sevdiklerinin resmi olmaz mı? Bende de koğuş duvarları, eşim ve çocuklarımın resimleriyle dolu. Her insanda olduğu gibi sıklıkla onlara özlemim nedeniyle fotoğraflarını seviyor, okşuyorum. Bundan doğal ne olabilir ki? Evde ya da başka bir yerde hepimizin yaptığı bir şeyken bunun farklı gündeme getirilmesine üzüldüm.”

 

‘Akademi yanımda olmadı’

 

Prof. Hilmioğlu’na içinden çıktığı akademik dünyanın desteği olup olmadığını da sorduk. Şu yanıtı verdi:

“Akademi maalesef yanımda değil. Nasıl olabilirler ki? Ülke artık korku devletine döndü. Üniversiteler de bunun parçası. Artık yeni anayasa için teklif, rapor bile hazırlayamaz hale geldiler. Bırakın özerk olmayı, yüksek liseye dönmüş durumda üniversiteler.”

 

‘Kumpas olduğu baştan belliydi’

 

Hilmioğlu yargılanmakta olduğu Ergenekon davasının bir kumpas olduğunu kendilerini başından beri anlatmaya çalıştıklarını belirterek, davaya ilişkin temel çelişkilere vurgu yaptı:

“Ergenekon davasının ne denli insan aklına ve mantığına aykırı olduğunu biz biliyorduk ama şimdi hükümet de anlamış gözüküyor. İddia edilen örgütün bir numaralı, iki numaralı isimleri belli değil. Örgütün yöneticisi olduğu ileri sürülenler birbirlerini tanımıyor. Davanın özü iddianameye göre ‘darbe teşebbüsü’. Ama emrinde 700 bin kişilik güç bulunduran bir Genelkurmay Başkanı bunlarla darbe yapmayacak, bunun yerine çoğu sivillerden oluşan 280 kişilik sözde Ergenekon Terör Örgütü ile darbe yapacak. Davanın absürdlüğü, insan akıl ve mantığına uymaması buradan belli.”