02 Kasım 2011 02:00
Hazal Özvarış-T24
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Abbas Vali ile söyleşimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Geçtiğimiz bölümde Türkiye başta olmak üzere Irak, İran, Suriye’deki Kürt sorununu değerlendiren Vali, bu bölümde şu soruları yanıtladı:
PKK’nın bugünkü ideolojisi nedir? Kürt siyaseti neden özgür değil? PKK izin verirse BDP çok sesli bir parti olabilir mi? PKK neden Kürt aydınlarıyla geçinemedi? Kürt entelektüeli kimdir? PKK karşıtı olmayan Kürt aydını yok mu? Kürt siyaseti gelecekte nasıl şekil alacak? ABD, özerkliği destekler mi? Suriye’deki Kürtler ABD’nin mi yoksa Türkiye’nin meselesi mi?
İşte Prof. Dr. Abbas Vali’nin www.t24.com.tr’nin sorularına verdiği cevaplar:
‘PKK prensiplerini yeniden tanımlamalı ve demokratikleşmeli’
-PKK’nın bugünkü ideolojisini nasıl tanımlarsınız?
PKK’nın ideolojisi her zaman Marksizm ve milliyetçilik bir bileşimiydi. Bu iki bileşen, PKK’nın ideolojik söyleminin yapısında çoğu zaman eşit oranda var oldu. Özellikle 1984’ten 1994’e kadarki süreçte, milliyetçi bileşen kimi zaman baskın gelse de 1990’ların sonunda, özellikle Öcalan Suriye’den ayrıldıktan sonra, durum değişmeye başladı. Ama asıl değişim, Öcalan’ın 1999 Şubat’ında tutuklanmasından sonra yaşandı. Sola doğru şekillenen bu değişim, Kongra-Gel’in söylemiyle doruk noktasına ulaştı. Kanaatime göre, Kongra-Gel’le birlikte yüzü sola dönen bu değişim ve Marksist-sosyalist bileşenin artan baskınlığı, Abdullah Öcalan’ın savunmasında dile getirdikleri, akabinde hapishanede yazdıklarıyla çoğunlukla aynı çizgide ilerledi. Sola kayan bu değişim, ideolojilerindeki milliyetçilik unsuru pahasına yaşanan bir değişimdi. Kongra-Gel’den itibaren ideolojilerindeki Kürtlük ve milliyetçi Kürt kimliklerine yapılan vurgu azaldı ve örgütün söylemi sosyalizme doğru kaydı.
Eğer bu değişim gerçekten iyi organize edilmiş, iyi yapılanmış ve iyi teorize edilmiş bir demokratik sosyalizm olsaydı, bu değişimi desteklerdim. Fakat durum böyle ilerlemedi. Bence, PKK değişimin formülasyonu ve söylemsel yapının kuramlaştırılmasına çok fazla önem göstermedi. PKK’nın neden Kürt milliyetçiliği bileşenin ağırlığını, etkisini azaltmak ve sosyalizm fikrine odaklanmak zorunda olduğunu anlamıyorum. İdeolojilerindeki bu değişimin ardında örgüt içindeki fraksiyonlar arası iktidar mücadelesi dışında politik sebep bulamıyorum. Bence, Kongra-Gel, PKK liderliği içindeki hizipler arası iktidar savaşının sonucunda doğdu. Günün sonunda milliyetçi fraksiyon zayıf kaldı ve sol kazandı. Şimdi örgüt içindeki bu iki eğilim arasında daha iyi bir denge var. Murat Karayılan’ın emir komuta zincirinde Öcalan’dan sonra ikinci sıraya yükselmesi örgüt içinde hizipler arası çekişmede bir uzlaşma olduğunu gösteriyor.
-Çalışmalarınızda PKK tarzı siyasetin süresinin dolduğunu söylüyorsunuz. Sebebini açıklar mısınız?
Bunu birçok nedenden söylüyorum ve bunlar tamamen benim fikirlerim. Bence PKK, örgüt içinde reformlar yapmalı. Kongra-Gel’in uyguladığı söylem ve pratikteki değişim, geriye doğru bir adımdı. Bana kalırsa PKK, ideolojisini modernleştirilmeli ve güncelleştirilmeli. Bazı açılardan PKK’nın ideolojisi hala geçmişte yaşıyor. Bugün, örgütlerinin ana prensiplerini demokratik esaslar zemininde yeniden tanımlamalı. Liderlik, demokratikleşmenin gerekliliğini anlamalı ve örgütü demokratikleştirmek için harekete geçmeli.
‘PKK'nın nasıl değişmesi gerektiği hakkında açık konuşamam çünkü koşullar buna izin vermiyor’
-Bu kavramlar pratiğe nasıl dökülür?
Silahlı-politik bir örgütün yapısını ve ideolojisini nasıl demokratikleştirmesi gerektiğini söylemek çok zor. Eğer siyasi çözüm gündemde olsaydı, bu konu hakkında daha açık ve ayrıntılı konuşabilirdim. Ancak böyle bir olasılık görmüyorum. Bu yüzden, örgütsel reform ve demokratikleşme hakkında şimdilik konuşmak istemiyorum.
-Açık konuşursanız PKK’nın zarar göreceğinden mi endişeleniyorsunuz?
Sorun, PKK’ya zarar verme meselesi değil. Çekincem sebebi bu değil. PKK dışındaki insanlarında dâhil olduğu birçok insan ve PKK,“Örgüt, hayatta kalmak için savaşa kilitlenmişken yapısal ve ideolojik modernleşmeden, reformlardan bahsedersin?” diye sorar. Bu karşı argüman, çok güçlü bir mantığa sahip. Daha fazla şey söyleyemem çünkü bugünkü koşullar izin vermiyor. Ayrıntılara girmeme kararımın sebebi, söyleyeceklerimin benim için sorun yaratacak olması değil. Politik Kürt örgütlerindeki insanlar reform savımın sebeplerini anlarlar. Benim söylemeye çalıştığım şey, demokratikleşme ve reform hakkında, politik ve askeri sürece dâhil olmadan, üniversitedeki ofisimde oturup fikirler önermekle haklı olarak eleştirilirim.
-Silahlı mücadelenin stratejisinin rolünü oynadığını ve artık yeni bir politika gerektiğini mi düşünüyorsunuz?
Böyle düşünüyorum. Aynı zamanda PKK liderliğinin bu konuda bana karşı çıkacağını da düşünmüyorum. Liderlikteki herkes, savaş ve çatışmanın, diğer mücadele yolları pahasına, sonsuza devam kadar edecek bir strateji olmadığını bilir. Bence liderliğin silahlı mücadelenin ebedi bir strateji olduğuna inanmadığına dair ortada bolca sebep var. O yüzden benim gibi biri, silahlı mücadele zamanının geçtiğini savunursa, bu fikre katılırlar. Bu sonuca çoktan ulaştıklarına dair güçlü belirtiler var. Argümanım onları şaşırtmaz.
‘PKK iki kimlik bir örgüt’
-Öcalan ve Karayılan da savaş değil barış istediklerini söylüyor, ancak PKK’nın saldırıları artıyor. Neden?
Bilmiyorum. Bu soruyu ancak PKK içinde neler olduğunu yakından bilen biri cevaplayabilir. Benim, şu an, bu konuya dair bir bilgim yok.
-Sivil anayasa süreci başlarken, barışa yönelik iradeye işaret eden MİT-PKK görüşmeleri kamuoyundan destek almışken 24 insanı öldürmeye varan şiddet ısrarı için bir açıklamanız yok mu?
Bunun, konuya yaklaşmak için yapıcı bir yol olduğunu düşünmüyorum. Türkiye politikasında Kürt meselesinin araçsallaştırma yaklaşımı hakkında söylediklerimi de düşünmek gerekiyor. Kürt meselesinin araçsal kullanımı, her zaman Türkiye siyaseti içerisinde çarpışan iktidarlar arasında kısa ömürlü politik çıkarlar sağladı. Ama siyasette, “İstenmeyen Sonuçlar Kanunu” diye çok iyi bilinen bir kural vardır. Araçsallaştırma yaklaşımının kısa dönemli mantığı çoğu zaman bu politikayı üretenlerin öngörmediği, istenmeyen sonuçlar doğuruyor. PKK’nın bugünkü mevcut pozisyonu, Türkiye politikasındaki basit fikirli, kısa ömürlü araçsallaştırmanın istenmeyen bir sonucu olarak görülmeli.
-Kürt siyaseti neden özgür değil?
Bu durumu anlayabilmek için Kürt politikasına ve PKK meselesine daha farklı bakmak gerekiyor. Mevcut durumda, BDP ve geçmişteki Kürt partilerinin tamamen özgür ve bağımsız parti gibi çalıştıkları bir durum aramak neredeyse absürt. Bunu anlamak için hükümet ve milliyetçi medya tarafından inşa edilen ideolojik çerçevenin dışına çıkmak gerekiyor. Ancak bundan sonra farklı bir resim görebilirsiniz ve bu resimde gözüken şudur: PKK, iki kimlikli bir örgüt. Bir taraftan politik bir örgüt olarak PKK var, diğer taraftan da toplumsal siyasi bir hareket olarak PKK var. Kürt siyasi partiler, politik örgüt PKK’ya karşı çıkarak politik ve eylemsel özerkliklerini kurmayı deneyebilirler ama sosyal hareket PKK’nın desteğini almadan çalışamazlar. PKK’nın bu iki kimliği arasında keskin bir ayrım yapmalıyız ve maalesef, hükümet, Türk aydınları ve Türk milliyetçisi medya bu ayrımı göremiyor ve anlamıyor.
PKK’ya “terörist örgüt” diyebilirsiniz, “bu mesele ordu ve güvenlik güçlerinin meselesi” diyip konuyu siyasetin dışına atabilirsiniz ama toplumsal bir hareketi “terörist” diye etiketleyemezsiniz. Çünkü sosyal hareketin kökleri Kürt halkında yatıyor. Ne kadar güçlü, agresif, bağımsız olursa olsun, dünyadaki hiçbir hükümet bir halka terörist diyemez. Eğer bunu yaparsa, ülkenin sosyal ve politik bölünmesiyle sonuçlanan çok vahim bir hata yapar. Böyle bir hükümet Kürt halkı arasında meşruiyet iddia edemez, en azından büyük bir bölümünde. Günümüz Türkiye’sinde, PKK’nın Kürt halkına hitap eden toplumsal bir hareket olarak çalıştığını görmek zor değil.
-PKK izin verirse, BDP çok sesli bir parti olabilir mi?
Ben izin veya müsaade vermek demedim. Bu güçlü çağrışımları olan, çok kuvvetli bir kelime. Ben sadece partilerin, kökleri Kürt toplumunda olan toplumsal hareket PKK’ya bağlılığından bahsettim. Eğer sorunuzdan bunu kast ediyorsanız, evet, derim. Ama bu sadece Kürt meselesi silahsızlaşır, egemen iktidarın güvenlik gündeminden çıkarılır ve demokratik sürece dâhil edilirse olur. Bu açıdan, PKK’yı Kürt alanında politik ve kültürel hegemonya oluşturmak istediği ve bunu denediği için eleştirebiliriz. Aslında, ben bunu yaptım. PKK’yı, Kürt siyasi ve sivil alandaki tekelci yaklaşımı için eleştirdim. Böyle bir eleştiriye şu cevabı veriyorlar, hatta bana kişisel olarak da söylediler: “Kendimizi korumak zorundayız, biz savaşan bir gücüz.”
‘PKK karşıtı konuşan aydınlar halk arasında itibar kaybetti’
-PKK kendini neden korudu? Neden Kürt aydınlarıyla geçinemedi?
Bu hareket, varlığını tehdit eden kendi dışındaki bir güçle mücadele ettiği sürece granitten bir blok gibi yekpare tavır alacak. PKK, kamusal ve politik alandaki tekelci ve baskıcı tavrını sadece bu tehdit ve muhalefet bağlamında meşrulaştırabiliyor. Eğer politik alandaki durum değişirse, tekelci tutum sürdürülemez ve hareket içindeki farklılıklar oluşur. Bu da Kürt toplumunu etkileyebilir. Bu tekelci tutuma katılmayan Kürt entelektüelleri var ve buna karşı çıkıyorlar. Aralarından bazıları konuştu ve konuştukları için saygınlıklarını yitirdiler. Neden? Sebebi açık: İtibar kaybettiler çünkü Kürt halkının büyük çoğunluğu onların kendi insanlarını ve yaygın amacı yüzüstü bıraktıklarını düşündü. Entelektüeller arasındaki büyük çoğunluk ise sessiz kalmayı tercih etti çünkü kritik bir zaman olduğunu ve sessiz kalmaları gerektiğini düşündüler. Bariz eleştirilerine, uyuşmazlıklarına, hatta muhalefetlerine rağmen, sıralamayı bozmamayı tercih ettiler.
Irak’taki Güney Kürdistan örneğinde, entelektüeller tarihsel olarak Kürt direniş hareketinin bir parçasıydı. Bu yüzden de mücadeleye öncülük eden iki politik güce bağımlıydı. Ancak, bu iki güç hükümeti oluşturunca entelektüellerin çoğu hükümet aygıtlarındaki iktidar yapısının bir parçasına dönüştü. Bu yüzden benim de Erbil’de kalmam imkânsız hale geldi. Üniversitenin başındaydım, yani resmi görevliydim. Hükümet, politika ve karar verme süreçlerinde pozisyon sahibi üst düzey yetkililer istiyordu. Böylece, onlar da susup resmi çizgiyi izleyeceklerdi. Ama ben bunu yapamadım. Kendi aklım, kendi fikirlerim vardı. Ben, kendim için analiz edip, değerlendirip, yargılıyorum. Gözlerim görmeden önce olaylar ve süreçler hakkında bağımsız bir görüş oluşturdum. Bir entelektüel olarak bu fikirleri ifade etmenin benim ahlaki sorumluluğum olduğunu düşünüyorum. Örneğin, Türk ordusu 2008 kışında, sınırı geçip PKK’ya saldırdığında, üniversitemdeki öğrenciler protesto etmişti. Hükümet yetkilileri açıkça bu eylemlerden rahatsız oldu. Bunların Erbil’de gerçekleşmesinden hoşlanmadılar. Rektör olarak öğrencilere baskı uygulayarak protestoları durdurmamı beklediler. Medeni toplumlarda ifade özgürlüğünün bireyin en temel demokratik hakkı olduğuna inanırken, öğrencilere susmalarını nasıl söyleyebilirdim? Yanlış ve zarar verdikğini düşündükleri bir politikaya karşı eylem yapmak onların hakları. Biz de, eylemlerin ardındaki fikirlerin doğru veya yanlış olmasından bağımsız olarak, eylem yapma haklarını baskı altında tutmamalıyız. Bence devlet yetkilisi olmak, entelektüel, yazar ve eğitmenlikle iç içe geçen eleştirel fikrin temsilciliğinden ödün vermemeli. Bu bizi, PKK ve Kürt entelijensiyası arasındaki ilişkiye geri getiriyor. Bence, hakikat her zaman en önemli değerdir ve politik menfaate kurban gitmemelidir.
~
-“Kürt entelektüeli” kimdir?
Burada bir ayrım yapmak istiyorum. Kürt ve Türk entelektüeller hakkında konuşabiliriz. Bu konu hakkında kafa yoran çok fazla insan var. Ama ben Kürt entelijensiyasından bahsettiğim zaman, entelektüellerden başka bir şey kast ediyorum. Çünkü entelijensiyanın belirgin bir karakteri vardır ve bu karakter dolaylı ya da dolaysız olarak politik projeyle ilişkilidir. Eğer bana Türkiye’de hangi projeleri gerçekleştirmeye çalıştırdığımı sorarsanız, benim politik projem anlamsız şiddeti, ölümleri ve yıkımı durdurmak için buradaki Kürt sorununa barışçıl ve demokratik çözüm olur. Bu amacın nasıl gerçekleşeceği başka bir konu ama asıl nokta bu projenin güçlü, sivil ve demokratik karaktere sahip olması. Bu karakter, bireysel hedefimle Türkiye’deki benzer proje arasında bağlantı sağlıyor ve böylece Kürt sorununun için demokratik ve barışçıl çözüm adına çabalayan insanlar grubu oluyorsunuz. Bu insanlar, Türkiye’deki ölümleri ve yıkımı sonlandırmak, Kürt meselesinin çözümüne yardım etmek için proje etrafında ortak bir kimlik oluşturuyor.
‘Kürt entelektüelleri üçe bölündü ve büyük çoğunluk konuşmuyor’
-“Kürt entelektüeli” deyince akla gelen isimlerin çoğu AKP’li Yalçın Akdoğan’ın tanımıyla “PKK karşıtı demokratlar.” Kürt aydınları arasında PKK karşıtı olmayan yok mu?
Öncelikle, neden bir aydının PKK karşıtı veya yanlısı olarak adlandırılmak istediğini anlamıyorum. Politika dini bir inanç değil. Bence entelektüeller, vicdanlarıyla hareket ederek, gerçeğe tutunarak PKK karşıtı olduklarına dair oluşan fikri yok etmeliler. Kendisine entelektüel diyen biri, sadece bu sayede kendisini mutlak politik bir pozisyona yerleştirmez. Mutlaklık fikri, dogmanın temsiliyetidir. İnanç ve din gerçekliğine aittir. Dogma, mutlak düşünce ve mutlak siyasi pozisyon, akla ve rasyonel düşünceye karşı çıkar. Bir entelektüele sadece akıl ve gerçeğin takibi PKK’nın pozisyonu desteklenebilir veya reddedilebilir olduğunu söyler. Bu politikanın geneli için geçerli. Aklın alanında, mutlak doğru veya mutlak yanlış yoktur. Gerçek görecelidir ve sadece göreceli gerçek, vicdanımızın kılavuzu olabilir. Türkiye’de, Kürt entelektüellerinin PKK ve hükümet arasında sıkıştığına dair genel bir inanış var. Farklı biçimlerde ve metotlarla da olsa iki taraf da onları itip zorluyor. Ancak iki taraf da otoriteryen ve anti- demokratik yapacağından bu durumu entelektüellerin seslerini susturmaya kadar vardıramazlar. PKK’nın en demokratik örgüt olduğunu söylemiyorum. Geçmişte PKK’nın tekelciliği ve baskıcı yönelimlerini politik, entelektüel ve kamusal alanlarda eleştirmiştim. Kamusal ve entelektüel alandaki bu zararlı eğilimleri nedeniyle hâlâ eleştiriyorum. Eğer Türkiye’deki Kürt sorununa ilişkin barışçıl ve demokratik çözüm projemi sürdürmek istiyorsam, bundan vazgeçemem. Böyle bir bağlılık, eleştirel fikir tarafından yönlendirilmeli; yıkıcı değil, yapıcı olmalı.
Bana kalırsa, PKK, eleştirel aklın rehberlik ettiği demokratik söylem ve uygulama alanı olan sivil topluma yeterli özen göstermedi. Yoksa, kamusal ve entelektüel alanda hakikat tekeli kurmayı denemezdi. PKK’nın modern kamusal alanın demokratik doğasını, bununla ilişkili entelektüel söylem ve pratikleri yanlış anlaması büyük bir hata oldu. PKK, canlı ve etkili toplumsal bir hareket yarattı ama entelektüel bir hareket yaratmayı beceremedi. Bu PKK’nın ciddi bir eksikliği ve zayıflığı. Bunu biliyorlar ve entelektüel kamusal alandaki tekelci yaklaşımlarından vazgeçemeden durumu düzeltmeye çalışıyorlar. PKK, aktif sivil toplumun en temel gerekliliğin demokratik kamusal bir zemin ve canlı kültürel alan olduğunu fark etmeli. Bu kamusal alanı desteklemeli ve bağımsızlığını teşvik etmeli. Güçlerini, sivil toplumun özerkliğinden almaya çalışmalı. Bu sivil toplum yasal ve yasadışı şiddete karşı güçlü bir bariyer olabilir.
Bugün Kürt entelijensiyası üçe bölündü: PKK yanlısı bir azınlık, PKK karşıtı bir azınlık. Bu iki grup aktif ve sesleri çıkıyor. Ama bu iki azınlık arasında duran çok büyük bir çoğunluk var. Bu çoğunluk sessiz ve aktif değil. Kamusal alanda diğer iki azınlıkla yan yana gelmiyor. “Demokratik Kürt entelektüelleri” ismi verilmiş Kürt entelektüel azınlık, ikinci gruba ait. Onlara demokrat denmesinin tek sebebi PKK’ya muhalefetlerini açıkça dile getirmeleri. Bu nedenle, onlara verilen “demokrat” etiketi çok bariz politik sebeplerden kaynaklanıyor. Gerçekten eleştirel ve bağımsız olmak istiyorlarsa, sorunun değil çözümün parçası olmak istiyorlarsa böyle bir kimlikten vazgeçmeleri gerekiyor.
-Sizce PKK bu konuda değişebilir mi?
PKK kamusal alanın önemini, söylemini ile entelektüellerin bu alanın temsilcileri ve kültürel sürecin üreticileri olduklarını fark etmeye başladı. Bu fark edişin esas işareti televizyon ve yayıncılık başta olmak üzere medyaya yaklaşımlarından anlaşılıyor. Modern iletişimde görselin ve sesin önemini idrak ediyorlar. Bu eğilimin diğer kültürel alanlarda da yayılması muhtemel. Ama, daha önce de söylediğim gibi ilerlemeleri tekelci tutumlarından vazgeçmeye ne kadar hazır olduklarına bağlı. Eğer kültürel alandaki çalışmalarını demokratikleştirmez ve bu alandaki tekelcilikte ısrar ederlerse yukarda bahsettiğim çelişkili durum devam eder ve gelişmelerini engeller.
‘İngiliz diplomat, Türkiye’nin Kürt meselesinde daha cömert olmasını beklerdik, dedi’
-Kürt hareketinin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Farklı bölgelerde 4 özerk yönetimler mi olacak?
Bunu söylemesi zor çünkü politika tahminle yapılacak bir iş değil. Ama şunu güvenle söyleyebilirim ki Türkiye’deki Kürt meselesi demokratik yollarla ve barış içinde çözülürse, bunun önemi Irak Kürdistanı’ndaki KRG’den çok daha büyük olacak. Türkiye’de yeni politik güçler, yeni bir politik dil ve demokratik gelişme için yeni bakış açıları oluşacak. Türkiye’de demokrasiyi sağlamlaştırmak, gelecek nesiller açısından demokratik devrimden az kalır bir şey olmayacak. Bu gelişme için kilit nokta, Kürt meselesini Türkiye’deki demokratik sürece geri getirecek siyasi irade ve stratejik düşünce. Siyasi karar mercileri, bunu başarabilmek için sevmeyecekleri, hatta nefret edecekleri insanlarla uzlaşmak için ahlaki cesarete ve siyasi iradeye sahip olmalı. Ama burada siyasetten bahsediyoruz ve biliyoruz ki siyasette aşk ve nefretin kendine has anlamları vardır.
-ABD, özerkliği destekler mi?
ABD, bölgenin değiştiğinin, Sovyetlerin artık olmadığının ve soğuk savaşın sona erdiğinin farkında. ABD’nin politikaları ve karar mercileri Türkiye ve ordusunun bölgedeki rolünün değiştiğinin farkında. Kanaatime göre, ABD Orta Doğu’nun siyasi haritasındaki değişikliklere neden olacak politik süreçlere katılmaya hazır değil. ABD, Kürt bölgesinin hiçbir zaman herhangi bir kısmında kurulacak bağımsız Kürt devletini desteklemez. Ancak, bölgedeki, özellikle de Türkiye’deki Kürt meselesinin demokratik çözümünü memnuniyetle karşılar.
-Şimdiye kadar desteklediğine tanık olmadık. Ne değişti?
ABD, Türkiye’nin ardından “terörizm” etiketini benimsedi ve Kürt direnişi ile PKK’yı tanımlamak için kullandı. Ama bu daha çok kendi yetki yasal ve politik sınırları içinde Türk politikasının özerkliğini, tanıma ve saygı duyma ve dayanışmanın sonucu yapılan bir jestti. Türkiye bölgede yakın bir müttefik. Hatta NATO’ya daha yakın askeri müttefik. Eğer Türkiye’deki mevcut ordu-güvenlik ve siyasi durumlar değişirse, Kürt toplumsal hareketine dayatılan kimlik ve zarar veren bu etiket de değişime uğrar. Bir örnek vermek gerekirse, seneler önce İran’da Şah rejimi hüküm sürerken, The Organization of the Mujahedion of Iran (Sazemane Mujahidine Xalge Iran) isimli silahlı, İslamcı-sosyalist bir örgüt vardı. Devlete karşı silahlı mücadele ilan eden bu örgüt, Amerika’nın İran’daki mülklerine ve personeline saldırdı. ABD’nin siyasi ve askeri personelini öldürdükten sonra ABD, bu gizli örgütü terörist ilan etti. Ama İslam Devrimi’nden 30 yıl sonra, bu örgüt İran’daki İslam rejimine karşı çıkan silahlı muhalefetin aktif bir üyesi oldu. Avrupa Birliği bu örgütü terör listesinden çıkardı. ABD de örgütü terör listesinden çıkarmayı aktif bir şekilde düşünüyor. Yani, bütün kimlikler iktidar tarafından yaratılıyor ve yine onun tarafından değiştiriliyor. Bunda şaşırtıcı bir şey yok. ABD, Türkiye’de demokratik dönüşümü kolaylaştırmak için PKK’ya da aynı şeyi uygulayabilir.
Bence, Amerikalı ve İngiliz diplomatlar, Kürt meselesinin Türkiye’de ele alınış biçiminden memnun değil. Yıllar önce İngiliz bir diplomat “Türkiye’nin bu konuda daha cömert olmasını beklerdik” demişti. Sanırım, Amerikalılar, dayatılan kimlik ve PKK’yla ilgilenmesi için Türkiye hükümetinden işaret bekliyor.
-ABD, PKK’yı kâğıt üzerinde bir terörist örgüt olarak mı görüyor?
Evet, şimdi öyle görüyorlar. Ama terörist demeye devam edip etmeyecekleri, Türkiye ile ilişkilerine ve Türkiye’nin Kürtlere ve Kürt meselesine karşı tutumuna bağlı. Yoksa PKK, Amerika’nın milli veya küresel çıkarları için ne ifade ediyor ki? Bazıları ABD’nin Irak Kürdistan’ındaki politik temsilcileri ile Kandil dağlarındaki PKK liderliği arasında direk bir iletişim olduğunu söylüyor. Bunun doğru olup olmadığını bilmiyorum, sadece Irak Kürdistanı’ndaki bağımsız kaynaklardan aldığım bilgileri tekrarlıyorum. Ama okuduklarımdan da yola çıkarak, bunun doğru olmasına şaşırmam. ABD, PKK’nın neden orada olduğunu, planlarının ne olduğu ve Türkiye’deki Kürt sorununun çözümüne ilişkin planlarını gerçekleştirmelerinin koşullarından emin olmak için görüşüyor olabilirler. Ancak, bu benim tahminim. Bence, ABD’nin PKK’ya ilişkin bağımsız bir politikası yok, zaten buna ihtiyacı da yok.
‘Türkiye Suriye ordusunun Esad’ı yüzüstü bıraktığını görmek için çok istekli’
-Orta Doğu yeniden şekillenirken, ABD Kürt hareketini görmezden gelebilir mi?
Suriye’deki Kürtler, ABD’ye değil; Türkiye’nin PKK’ya yönelik politikalarının devamına ilişkin ciddi bir meydan okuma yaratıyor. Türk hükümeti, Suriye krizine oradaki Kürtlerin büyük rol oynamasına izin vermeyecek, hatta mümkünse onları marjinalize edecek bir çözüm yolu istiyor. Bu yüzden Türk hükümetin hızlı bir çözüm için bu kadar ısrar ediyor. Türkiye, Esad sonrası Suriye’ye istikrar getirecek güvenli bir alternatif için aracılık etmeyi deniyor. Böylece, Türkiye çevresindeki sınır bölgeler hükümet kontrolü altında ve güvende olacak. Bu alternatifin seçiminde iki ana hesap yapılıyor. İlk hesap, Kürtlerin hükümette olabildiğince az rol oynaması üzerine yapılırken; ikincisi, Suriye ordusunun da parçası olduğu merkezileşmiş güçlü bir hükümet altında Suriye politikasının istikrara kavuşması üzerine yapılıyor. Böylece sınır bölgeleri, PKK başta olmak üzere Kürt kuvvetlerinin operasyonlarına açık olmayacak.
-Böyle bir anlaşmada taraflar kim olur?
Türk hükümeti, Suriye ordusunun Esad ve Baas hükümetini yüzüstü bıraktığını görmek için çok istekli. Eğer, Suriye ordusu Esad’a sırtını dönerse, ülke geçiş dönemindeki Mısır gibi olur. Ve ordu politikanın kontrolünü elinde tuttuğu müddetçe, Suriye politikası güvende olur. Ama Suriye ordusu henüz desteğini Esad’dan çekmedi. Ordu içerisinde bazı bölünmeler baş gösterse de henüz bu ayrışmaların derinliği, rakamları ve önemleri belirleyici değil. Ne olacağını bu yılın sonunda göreceğiz.
© Tüm hakları saklıdır.