Gündem

Prof. Baskın Oran: Başkanlık için Kürt-Türk kavgası çıkarılmak isteniyor

"Pek çok açıdan 90'lardan da kötü bir noktadayız"

21 Eylül 2015 13:03

Profesör Baskın Oran, "Pek çok açıdan 90'lardan da kötü bir noktadayız" diyerek, "Erdoğan'ın milliyetçi kamuoyunun desteğiyle başkan olması için bir Türk-Kürt kavgası yaratılmaya çalışılıyor" ifadelerini kullandı.

Akil adamlar heyetinden Haziran 2013'te ayrılan Oran, çözüm sürecinin yürümediğinin daha o zamandan belli olduğunu belirterek, süreç sırasında devletin kalekollar yapmaya, PKK'nın da silahlanmaya devam ettiğini söyledi. Oran'a göre, yeni Kürt neslinin devlete güveni tamamen kaybolmuş durumda. Devlet ise Türk vatandaşlarına Kürtleri linç etme politikasını adeta özendiriyor. Erdoğan'ın başkanlık planlarını Demirtaş'ın bozduğunu ve Erdoğan'ın tabutlar geldikçe güçlendiğini düşündüğünü ifade eden Oran, 1 Kasım seçimlerinde tablonun değişmeyeceği, Erdoğan'ın herkesi paralel ve terörist ilan etme politikasının, absürde kaçtığı için etkisizleşeceği öngörüsünde bulundu.

Zaman'da Sevgi Akarçeşme'nin "Prof. Dr. Baskın Oran: Başkanlık için Kürt-Türk kavgası çıkarılmak isteniyor" başlığıyla (21 Eylül 2015) yayımlanan söyleşi şöyle:

Kasım 2014'te Today's Zaman'a verdiğiniz röportajda adeta bugünleri tarif etmişsiniz. Çözüm sürecinde yanlış giden neydi?

Sürecin buraya geleceği bir noktadan sonra belliydi. Kürt meselesinin hallinde mutlaka tuzum bulunsun diye katıldığım Akiller'in Haziran 2013'teki son toplantısına katılmayı reddettim. Bütün Akil gezileri boyunca, eğer iktidar Kürtler konusunda reform yapmazsa biz bu işin içinden çıkamayız demiştim. Sonunda, Erdoğan'ın Kürt sorununa el atmasının sebebi belli oldu: Bu sorunu hallederek tarihe geçmek ve Kürt oylarını AKP'ye yönlendirip Türkiye'nin Tek Adam'ı olmak.

Kamuoyu kandırıldı mı yani?

Bu bir kandırılma meselesi değil, yaklaşım meselesi. Her şeyi kendi emriyle halledebileceğine inanıyor. Zaten bunun için çok tehlikeli bir adam.

Tabii, asıl mesele tarafların birbirine itimat etmeme meselesi. Süreç boyunca iktidar, kalekolların inşasına, PKK silah depolamaya devam etti. IRA ya da ANC örneklerinde olduğu gibi güven artırıcı önlemler alınmadı. Hangi adımların atılacağını da bilmiyorduk.

Amaç Erdoğan'ın başkan olmasıydı

Neden adım atılmadı peki?

Amaç zaten reform değil, Erdoğan'ın başkan olmasıydı. Her şey kamuoyu anketlerine göre yürütülüyordu. Milliyetçi kamuoyundan tepki geldi mi, hemen yüz geri yapılıyordu.

Bu pazarlık Öcalan'la mı yapıldı?

MİT başkanı olmadığım için ben sadece açık istihbarata, yani haberlere dayanarak konuşuyorum. Kandil, muhalefet ve Kürt diasporası sürecin dışında bırakıldı. Sadece Öcalan'la müzakere yapıldı. Öcalan, başkanlığa olumlu baktığını söylemişti, ama Öcalan bir müebbet mahkûmu. Özgür hareket etmesi düşünülebilir mi?

Devletin kontrolü altında olduğunu mu ima ediyorsunuz?

Kürtlerin tabiri ile tutsak. Onun için Öcalan'ın “ver bize özerkliği, al başkanlığı” hikâyesi Kürtleri bağlamaz, nitekim bağlamadı. Zaten, yerel yönetim özerkliğinin olduğu bir Türkiye'de Tek Adam olunamaz ki! Birbirini ortadan kaldıran (mutually exclusive) iki şey, bu.

Kürt tarafında kimin sözü geçer?

Zaman zaman Kandil, zaman zaman Öcalan ağır basar. Kürt meselesi komplike bir mesele, tek bir aktörle açıklanamaz.

Öcalan neden konuşmuyor peki?

İki sebebi olabilir. Birincisi, Erdoğan'ın istediği şeyleri söylemediği için Öcalan'ın sesi devlet tarafından kısılmış olabilir. Öcalan, Kandil'e silah bırakın dese bu, Erdoğan'ın işine gelmez. Şehit tabutları geldikçe Erdoğan gücünün arttığını düşünüyor. Nitekim şimdi KCK “Çift taraflı tahkim edilmiş ateşkes olsun, Öcalan da başmüzakerecimizdir” diye resmen duyurdu, ölümler duracak, Erdoğan'dan tık yok.

Bir ihtimal de, Öcalan'ın söylediği şeyler yapılmazsa gücü sarsılır, bundan da korkuyor olabilir. Ayrıca dışarıdan ne kadar haber alıp almadığı da hükümet tarafından kontrol ediliyor.

Başkanlık için Kürt-Türk halk kavgası çıkarılmak isteniyor

90'lara döndüğümüz yorumları yapılıyor…

Pek çok açıdan 90'lardan da kötü bir noktadayız. 90'larda bir devlet-PKK kavgası vardı. Bazı aydınlar ve PKK'ya yardım ettiği iddia edilen işadamları derin devlet tarafından öldürülüyordu.

Şimdi Türk halkı Kürt halkını linç etmeye başladı. Vahim olan budur. Artık mevsimlik Kürt işçilerine saldırılıyor, Kürt inşaat işçileri yakılmak isteniyor. 90'larda yerel Kürt kıyafeti giyip fotoğraf çektiren bir adam dövülüp kasabanın meydanında Atatürk büstü öptürülmüyordu.

Bugün, Erdoğan'ın milliyetçi kamuoyunun desteğiyle başkan olması için bir Türk-Kürt kavgası yaratılmaya çalışılıyor. Kürt karşıtı hareket de devlet tarafından öğretiliyor. Büst öptürme olayında adamı dövenler serbest bırakıldı, saldırıya uğrayan adama “suçu ve suçluyu övme” suçundan soruşturma açıldı. Evet, PKK tekrar mayın patlatmaya başlamakla çok kötü yaptı, Erdoğan'ın ekmeğine reçel sürdü. Fakat Kandil'in bu yanlış davranışını tahrik eden Erdoğan'ın hiçbir reform yapmaması, üstelik de kalkıp “Kürt sorunu yoktur” gibi inanılmaz laflar etmesidir.  

Bu ateş yakılırsa sönmeme riski yok mu?

Erdoğan, bunu görecek eşiği geçti. Öyle bir yola girdi ki ancak giderek sertleştiği ölçüde ayakta kalabilir. Askerî derin devletin yerini Erdoğan'ın sivil derin devleti aldı. Mesela Hürriyet'e saldırı bir mini 6-7 Eylül vakasıdır. Devlet eliyle vatandaş linç ettirmekti 6-7 Eylül. Hürriyet'e saldırı, hem de tam 60 yıl sonra, AKP'li bir vekil, Abdurrahim Boynukalın komutanlığında yaptırıldı.

Yeni Kürt kuşağı devlete itimat etmiyor

Peki, böyle bir halk çatışmasını ne durdurabilir?

En başta, Erdoğan'a dur denmesi. Ama bu kadar da basit değil çünkü bu kadar tahrik edildikten sonra şimdiki Kürtler eski Kürt kuşaklarından farklı. Bizim kuşağımız son diyalog kuşağı. Bunu Ahmet Türk dahil pek çok Kürt söyledi. Bu bir tehdit falan değil, gerçeğin tam ifadesiydi. Yeni Kürt kuşağı artık devlete itimat etmiyor.

Ya Demirtaş? O da yeni kuşağı temsil etmiyor mu?

Demirtaş, siyasi oyunun kurallarına göre oynuyor. O yüzden Erdoğan'ın gazabını çekiyor. Sadece kişiliği ve esprileriyle en azından 50 vekil getirdi. 80 vekil ise Erdoğan'ın bütün işini bozdu. Demirtaş mayınlara karşı çıkmasa, Erdoğan çok mutlu olacak.

Demirtaş'ı şeytanlaştırma politikası tutar mı?

Demirtaş'ı şeytanlaştırma politikası “Erdoğan namusumuzdur” diyenlerde kısa vadede tutar. Ama Erdoğan'ın gerginlik politikası son derece yıpratıcı bir olay. Sürekli kavga politikası kendi aleyhine işleyecek. Milleti yordu, usandırdı.

Fethullah Gülen'e terörist diyemezsin!

Erdoğan'ın silahı olan iki kavram var: “Paralel” ve “terörist”.. Ama ikisi de artık absürde, yani saçmalığa ulaştı.  Son dönemde Fethullah Gülen'e terör soruşturması, Doğan'a terör propagandası soruşturması, İshak Alaton'a paralellik soruşturması açıldı diyeyim de gerisini sorma artık bana! Üzeyir Garih'in yanında çalışan Doğan Kasadolu adlı bir adama ihbar dilekçesi verdirmişler. Yahu, İshak Alaton 90'ın üzerinde bir Musevi! Tebrik için aradım kendisini, Müslüman olmuşsunuz ha dedim. Fethullahçı olmak için önce Müslüman olmak gerekiyor diye… Fethullah Gülen'e her şeyi diyebilirsin, ama terörist diyemezsin!

Bu silahları kullanma yöntemi de şöyle işliyor: Önce havuz medyasında yazdırıyorlar, sonra da savcılar bunları ihbar kabul edip işleme girişiyor. İnsanlar böyle ürkütülüyor. Ortalığı terörize ediyor Erdoğan. Felsefede bir kural vardır: Absürde varan şey kendini tahrip eder.

Erdoğan'ın sorunu, etrafında şeytanın avukatlığını yapacak, doğruları söyleyecek kimse olmaması. Böylelerini yanında barındırmıyor.

‘80 yıllık laikçi uygulama geri gelir diye korkuyorlar'

Peki ya halk desteği?.. ‘Alaton paraleldir' deyince inanacak bir kitle yok mu?

Alaton hikâyesine inanan aklını kaçırmıştır ama Erdoğan, kendinizi uçurumdan atın dese atacak adamlar var. Çünkü 80 yıllık laikçi uygulamadan yılmışlar, geri gelir diye korkuyorlar. Ek olarak, Erdoğan kendine bir telefonla milyonları bağış verecek bir sınıf yarattı. Bu şekilde hayatın gerçeklerine direnmek mümkün oluyor. Ama hepsi bir noktaya kadar.

Erdoğan'ın en büyük hatası anakronizma, yani takvimini şaşırmış olma. 1950'lerde yapmış olsa vahim olmayabilecek hataları 2010'larda yapıyor. İşte bu vahim. Türkiye fazla gelişti; o devirleri çoktaaan aştı. Dünya, daha çok aştı.

Yine de, 80 yılın travması birkaç yılda silinmiyor. Çok korkmuş insanlar.

Asker geri döner mi korkularına ne diyorsunuz?

İnşallah dönmez. Sanmam döneceğini. 14 Mayıs 1950, Demokrat Parti'nin iktidara gelmesi, çok hayırlı bir olaydır. Çünkü Türkiye'nin tek parti rejimi artık oda sıcaklığına gelecekti. Ama “yukarıdan devrim”in tek atımlık silah olduğunu hesaba katmayan askerler 1960, 71, 80, 97 darbelerini yaptı, 2007'de de yapmaya çalıştı. Ortalığı batırdı, oda sıcaklığına varmayı engelledi. AKP'nin iktidara gelmesi bu doğal sürece engel olunmasına bağlıdır. Yani, özetle, Erdoğan gibi birini iktidara bu laikçi “müdahale”ler getirdi.

Ama bütün umut yine Erdoğan'da. Eğer böyle bir İslamcı düzen iktidara gelmeseydi hep denecekti, ah bi İslamcılar gelse her şey düzelir. O artık bitti.

Erdoğan'ın gerilim yaratma politikası da insanlara mükemmel bir aşı yaptı. Kendi kendini mahvetmesini bekleyeceğiz mecburen. Ediyor zaten, fazla kalmadı. Çünkü 1 Kasım için yine meydanlara inecek.

O zaman kendi haline mi bırakmak gerek?

Asla! Mesela Erdoğan, Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerini ve Siyasi Partiler Kanunu'nun 48. maddesini sürekli ihlal ediyor. İşlediği suçların açıkça ve sürekli seslendirilmesi gerek. Onun için bunları yazıp duruyoruz ya. 17-25 Aralık'tan hiç bahsetmiyorum.

1 Kasım'da ne olur?

Araştırma sonuçlarına göre, 1 Kasım seçimleri 7 Haziran'ın replikası olacak, Erdoğan'ın iki eli böğründe kalacak.

Sonra beğenmediği sonuçlar için üçüncü, dördüncü seçim mi yapacak? Doğrusu, insan zaman zaman zaman düşünmeden edemiyor, hani neredeyse, keşke 17/25 Aralık ortaya çıkmasaydı da kardeş kardeşe bu kadar kırdırılmasıydı diyesi geliyor insanın…

Erdoğan'ın Yazılmamış Anıları dizisini kaleme alıyorsunuz. Nasıl oldu da dava edilmediniz?

Benim yaptığım mizaha dava açarsa kendi kafasına balyozu vurmuş olur, zira Org. Kenan Evren bile 1989-90'da iki ciltlik “Kenan Evren'in Yazılmamış Anıları” kitabıma dava açmamıştı.

Ama mevcut kanunlara takılacak bir yer olmasın diye yazılarımı önce avukatıma gönderiyorum çünkü aynı şeyi farklı biçimde yazmak nasılsa mümkün. Bu memlekette avukata göstermeden yazı yazılır mı?