Gündem

Prof. Ali Ulusoy: Danıştay'ın Ayasofya kararına göre, Atatürk'ün İş Bankası'ndaki hisselerini CHP'ye bırakan vasiyeti de değiştirilemez

Danıştay'ın Ayasofya kararı 'Osmanlı hukuku' tartışması da başlattı, Prof. Dr. Ulusoy "Osmanlı hukuku, cumhuriyet hukukunun üzerinde’ gibi bir sonuç çıkıyor" dedi

10 Temmuz 2020 20:24

Gökçer Tahincioğlu

Danıştay 10. Daire’nin, Ayasofya’nın müze statüsünü sonlandıran ve ibadete açılmasına olanak sağlayan kararında kullandığı ifadeler, “Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki vakıf hukukunun hiçbir biçimde dokunulamaz ve değiştirilemez olduğu” yorumlarını da gündeme getirdi.
İdare hukukçusu Prof. Dr. Ali Ulusoy, "Vakıf hukuku, vakfedenin iradesi elbette önemli ama kendi Vakıflar Kanunumuza göre bakılmalı. Katılmadığım kısım, padişahın vakfettiği mala cumhuriyet hukukunun hiçbir biçimde dokunamayacağı gerekçesi. Cumhuriyet hukuku, Osmanlı vakıflarını elbette korur ama kendi anayasamızın temel prensipleri ile uyuştuğu ölçüde korur bunu" dedi.

Danıştay kararında dile getirilen bakış açısının kabul edilmesine rağmen, Atatürk’ün İş Bankası hisselerinin CHP’ye bırakılması yönündeki vasiyetinin tartışmaya açılabildiğine dikkat çeken Ulusoy, "Vakfedenin iradesi ile miras edenin iradesi farklı değil. Kanunla da değiştirilemez bu mantığa göre. Üstelik bu cumhuriyet hukukuna göre yapılan bir işlem. Yine gayrimüslim vakıflarının malları ile ilgili tartışmaları da bağlar bu karar, aynı bakış açısıyla" görüşünü dile getirdi.

Danıştay 10. Daire, Ayasofya ile ilgili kararında, tartışmalı konularda özetle şu gerekçeleri sıraladı:

"İMZALAR GERÇEK": Danıştay, Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi kararındaki imzanın Atatürk’e ait olmadığı, kararda imzaları bulunan bazı bakanların karar tarihinde Ankara dışında oldukları iddiaları konusunda, dosyada inceleme yapılmasını gerektirecek yeterli emare bulunmadığı için imzaların gerçekliğini araştırmaya gerek olmadığı görüşüne vardı.

“ZAMANAŞIMI GEÇMİŞ DEĞİL”: Danıştay’a dava açıldığı dönemde Başbakanlık, Ayasofya’nın müze yapılması kararının hukuki olduğu, derneğin 1934 tarihli karara süre aşımı nedeniyle dava açamayacağı görüşünü savunmuştu. Danıştay, bu iddia için, davacı derneğin 2016 yılında Başbakanlık’a, Ayasofya’nın ibadete açılması konusunda dilekçe verdiğini, bu dilekçenin reddedildiğini anımsattı ve ret kararından sonra yasal süre içerisinde dava açıldığından süre aşımının söz konusu olmadığını vurguladı.

“ESKİ KARAR ESASTAN DEĞİLDİ”: Danıştay, aynı derneğin, Ayasofya’nın ibadete açılması için açtığı davayı 2008’de reddetmişti. Bu nedenle, kendi kararına aykırı karar veremeyeceği savunuluyordu. Ancak kararda, bu konuda, eski kararda, “Ulusal ve uluslararası koşullardaki değişiklikler gözetilerek ve Ayasofya’nın tarihi, mimari ve kültürel niteliklerini koruma ve yaşatma amacına bağlı kalınarak Ayasofya’nın kullanım şeklinin müze olmaktan çıkartılması ve başka bir amaca tahsis edilmesi de idarenin takdirinde bulunmaktadır...” gerekçesine yer verildiği anımsatıldı.

Söz konusu kararda, Ayasofya’nın mülkiyeti, vakıf niteliği ve tapusunda yer alan vasfı itibarıyla vakıf senedinde tahsis edildiği amaç dışında kullanımının hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddialar yönünden esasa ilişkin herhangi bir inceleme ve değerlendirme bulunmadığı, bununla ilgili gerekçe ve hüküm olmadığı vurgulandı. Böylece, bu konuda yeni karar oluşturulabileceği savunuldu.

“KARİYE CAMİİ KARARI EMSAL”: Kararda, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun, İstanbul’daki Kariye Camii ile ilgili verdiği kararın emsal alındığı ifade edildi. Kariye Camii’nin müze olarak kullanılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada, dairenin, “İnsanlık tarihinin bir veya birden fazla anlamlı dönemini temsil eden yapı tipinin ya da mimari veya teknoloji veya peyzaj topluluğunun değerli bir örneğini sunması ve bir veya birden fazla kültürü temsil eden önemli bir örnek olması nedeniyle tüm dünyaya tanıtılma işlevinin gereği gibi yerine getirilebilmesi amacıyla müze olarak kullanılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı” kararını verdiğinin anlatıldığı kararda, bu kararın Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nca onaylandığı anımsatıldı.

Yapılan karar düzeltme başvurusundan sonra ise Danıştay’ın en üst kurulu olan İdari Dava Daireleri Kurulu’nun Kariye Müzesi’nin ibadete açılması kararını verdiği, bunu da vakıf statüsüne dayandırdığı vurgulandı. Bu kararın emsal olduğuna vurgu yapıldı.

“AİHM DE AYNI GÖRÜŞTE”: Kararda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, 1832 yılında padişah fermanıyla kurulan ve vakıf statüsü korunan Samatya Surp Kevork Ermeni Kilisesi, Mektebi ve Mezarlığı Vakfı’nın yaptığı başvuru üzerine, korunan vakıf statüsü ve söz konusu taşınmazların uzun süre vakfa tescilli olduğunu gözeterek taşınmazların vakıf adına yeniden tesciline, tescil yapılmaması hâlinde maddi tazminat ödenmesine karar verdiği vurgulandı.

AİHM’nin de vakıf malları konusunda benzer bir görüşü savundu vurgulandı. Kararda, “Dolayısıyla AİHM'nin de Osmanlı döneminde kurulanlar dâhil olmak üzere, vakıfların korunan statülerinin bir sonucu olarak sahip oldukları taşınmaz ve haklarının mülkiyet hakkı kapsamında korunmasını garanti altına aldığı görülmektedir” denildi.

“VAKFEDENİN İRADESİNE AYKIRI OLAMAZ”: Kararda, “Vakfedenin iradesine aykırı olarak vakıf taşınmazının vasfının değiştirilmesi ya da vakfedenin iradesi hilafına başka bir amaca hizmet edecek şekilde kullanılmasının AİHM içtihatlarıyla da bağdaşmadığı anlaşılmaktadır” denilerek, Ayasofya kararı AİHM’ye de dayandırıldı.

ESKİ KARARA RAĞMEN, “İÇ HUKUK” VURGUSU: Danıştay 10. Daire, Kariye Müzesi’nin ibadete açılmasını reddettiği aşamada Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması Sözleşmesi’ne atıf yaparak, tüm dünyaya tanıtılma işlevini anımsatmıştı. Ayasofya kararında, İdari Dava Daireleri’nden dönen bu kararın aksi yönde görüşler savunuldu.

Kararda, “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme'nin 6. maddesi hükmü bağlamında, sözleşmeye taraf devletlerin, Ayasofya kültürel ve doğal mirasının, toprakları üzerinde bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin egemenliğine tam olarak saygı göstererek ve ulusal yasalarının sağladığı mülkiyet haklarına zarar vermeden, uluslararası toplum tarafından işbirliği ile korunması gereken evrensel bir miras olduğunu kabul ettikleri açıktır” denildi. Kararda, Dünya Mirası Listesi’ne dâhil edilen Ayasofya'nın kullanım şeklinin iç hukuka göre belirlenmesinin önünde engel teşkil eden herhangi bir kuralın sözleşmede yer almadığı kaydedildi.

“ASLINDA ZORUNLULUK”: Kararda, bunun aksine, Ayasofya’nın kullanım amacının, “vakıf mülkiyet hukuku” çerçevesinde belirlenmesinin, sözleşmenin 6. maddesinde ifade edilen “egemenliğe tam olarak saygı gösterme” ve “ulusal yasaların sağladığı mülkiyet haklarına zarar vermeme” ilkeleri kapsamında bir zorunluluk olduğu vurgulandı.

Sözleşmenin amacının kültürel mirasın korunması olduğu, kullanım alanının ise ülkelerin iç hukukuna göre belirleneceği belirtildi. Selimiye Camii, Divriği Ulu Camii, Süleymaniye Camii, Sultan Ahmet Camii, Şehzade Mehmet Camii ve Zeyrek Camii gibi hâlen cami olarak kullanılan çok sayıda tarihi eserin de listede bulunduğu anımsatıldı.

“AMAÇ DIŞINDA KULLANILAMAZ”: Kararda, Vakıf hayrat taşınmazlarının bizzat devlete karşı da korunması gerektiği, vakıfların devletin koruması altında olmasının, devletin istediği zaman ve istediği şekilde vakıf malları üzerinde tasarrufta bulunabileceği anlamına gelmediği vurgulandı. Kararda, “Devlet, sadece amacı doğrultusunda kullanılmasını teminen, vakıf mallarının kendisine emanet edildiği varlık konumundadır. Düzenleyici işlemlerle vakıf hayrat taşınmazların, başka bir amaca özgülenmesi mevzuata ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı olacaktır” denildi.

Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflarla ilgili mevzuatı belirleyen 864 sayılı kanunun da açıkça vakfın kurucu belgesi olan vakfiyede yer alan kayıtların, üçüncü kişileri ve devleti bağladığı, vakfiye ile düzenlenen hususların hiçbir şekilde değiştirilemeyeceği, vakıf varlıklarının, vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasının zorunlu olduğunu gösterdiği belirtildi. Buna göre, “eski vakıf statüsü” açıkça korunmuş olmasına rağmen, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı incelendiğinde, tapu kaydına göre mazbut bir vakıf olan Ebulfetih Sultan Mehmet Vakfı’na (günümüzde Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı) ait ve vakfiyesi gereğince cami olarak kullanılması gereken hayrat taşınmaz niteliğindeki Ayasofya Camii’nin müzeye dönüştürülmesinin hukuka uygun olmadığı kaydedildi.

Ayasofya’nın Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı'nın mülkiyetinde olduğu, Ayasofya’nın, vakfedenin iradesi gereği sürekli şekilde cami olarak kullanılması için toplumun hizmetine sunulduğu, bedelsiz olarak kamunun istifadesine terk edilmesi yönüyle hayrat taşınmaz niteliği taşıdığı, tapu belgesinde de cami vasfı ile tescilli bulunduğu, Vakıf senedinin, hukuk kuralı etki, değer ve gücünde olduğu, vakfedilen taşınmazın vakıf senedindeki niteliğinin ve kullanım amacının değiştirilemeyeceği belirtildi.

“İRADEYİ KORUMAK DEVLETİN YÜKÜMLÜLÜĞÜ”: Kararda, vakfedenin iradesinin korunması gereği şöyle ifade edildi: “Bu hususun tüm gerçek ve tüzel kişilerle birlikte davalı idare için de bağlayıcı olduğu, devletin, vakıf varlığının, vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasını sağlama yönünde pozitif yükümlülüğü, vakıf mal ve hakları ile ilgili olarak vakfedenin iradesini ortadan kaldıracak şekilde müdahalede bulunmama yönünde de negatif yükümlülüğünün bulunduğu, kuşkusuzdur.

Bu durumda, Türk hukuk sisteminde kadimden beri korunarak yaşatılan Vakfa ait taşınmaz ve hakların vakfiyesi doğrultusunda istifadesine bırakıldığı toplum tarafından kullanılmasına engel olunamayacağı, vakıf senedinde sürekli olarak tahsis edildiği cami vasfı dışında kullanımının ve başka bir amaca özgülenmesinin hukuken mümkün olmadığı sonucuna varıldığından, bu hususlar dikkate alınmaksızın Ayasofya'nın cami olarak kullanımının sonlandırılarak müzeye çevrilmesi yönünde tesis edilen dava konusu Bakanlar Kurulu Kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.”

ATATÜRK’ÜN İŞ BANKASI VASİYETİ

Danıştay’ın kararında vakıflarla ilgili yaptığı atıflar, Medeni Kanun’un mirasla ilgili hükümlerini ve Atatürk’ün temsilini CHP’ye, gelirlerini Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarına devrettiği İş Bankası hisseleri ile ilgili tartışmayı da gündeme getirdi. AKP, Atatürk’ün vasiyetine rağmen CHP’nin İş Bankası yönetiminde söz sahibi olmasının hukuka uygun olmadığını savunuyor.

Danıştay 10. Daire, Ayasofya kararında, vakıf malları konusunda, “Devletin, vakıf varlığının, vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasını sağlama yönünde pozitif yükümlülüğü, vakıf mal ve hakları ile ilgili olarak vakfedenin iradesini ortadan kaldıracak şekilde müdahalede bulunmama yönünde de negatif yükümlülüğünün bulunduğu, kuşkusuzdur” gibi ileri bir yorum da yapıldı. Kararın devamında da, “hukuken vakıf senedinde yazılanlara aykırı biçimde cami vasfı dışında kullanılmasına olanak bulunmadığı” vurgulandı. Danıştay’ın, iktidar tarafından büyük memnuniyetle karşılanan Ayasofya kararında, İş Bankası’nda CHP’nin temsil ettiği hisselerin korunması gerektiği yorumuna da dayanak olabilecek vurgularına rağmen AKP’nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün kişisel vasiyetine aykırı bir işlem yapmayı yeniden tartışmaya açıp açamayacağı merak konusu oldu.

“Osmanlı hukuku, Cumhuriyet hukukunun üzerinde anlamı çıkıyor…”

İdare Hukuku Profesörü ve T24 yazarı Ali Ulusoy, kararı şöyle yorumladı: "Teknik yönleri itibariyle çok sıkıntılı buluyorum kararı. Vakıf hukuku, vakfedenin iradesi elbette önemli ama kendi Vakıflar Kanunumuza göre bakılırsa. Bizim kanunlar eski malları elbette koruyor ama katılmadığım kısım, padişahın vakfettiği mala cumhuriyet hukukunun hiçbir biçimde dokunamayacağı gerekçesi. Cumhuriyet hukuku, Osmanlı vakıflarını elbette korur ama kendi anayasamızın temel prensipleri ile uyuştuğu ölçüde korur bunu. O zamanki vakıf hukuku sistemine uygun olabilir ama şu andaki mesele kamuya ait bir yerin cami olup olamayacağıdır. Kamu işlemi olunca, bizim şu andaki cumhuriyet hukukuna göre çözülebilecek bir sorundur bu. ‘Vakıf mirasına dokunulamaz’ dediğinizde Osmanlı hukuku, cumhuriyet hukukunun üzerine çıkıyor gibi bir sonuç çıkıyor. Bunu da Kariye Camii kararından aldılar aslında. Aynı gerekçeyle gidiyorlar.

Atatürk’ün vasiyetinde CHP’ye devrettiği İş Bankası hisseleri akla geliyor o zaman. İktidar, İş Bankası için ayrı kanun çıkartmayı düşünüyor. CHP hisselerinin geçersiz sayılması için. Ama bu karara göre, mantık o zaman çok değişmiyor. Vakfedenin iradesi ile miras / vasiyet edenin iradesi farklı değil.

Kanunla da değiştirilemez Atatürk’ün vasiyeti bu mantığa göre. Üstelik bu cumhuriyet hukukuna göre yapılan bir işlem. Atatürk’ün vasiyetine önem verilmesi daha öncelikli olmalı. Vakfedenin iradesi bu kadar dokunulmaz kılındığı zaman, Türk hukuku da dokunamaz dediğiniz zaman, gayrımüslim vakıfları ile ilgili de tartışmalar da akla geliyor. Gayrimüslim vakıflarla ilgili mülkiyet hakkı kararları doğru düzgün uygulanmadı ama demek ki öyle olması gerekiyor. Osmanlı hukukunun vakıf iradesini biz cumhuriyet hukukunun prensipleri çerçevesinde tanıyabiliriz. Karar bunu aşıyor asıl. Bu kısmı rahatsız edici…"