T24- Türkiye, Avrupa Konseyi’nin kadına karşı şiddetle mücadele sözleşmesine ilk imzayı atan ülke oldu.'Kadına şiddeti insan hakkı ihlali' kabul eden sözleşmenin mimarlarından ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Feride Prof. Acar, "Devlet artık kadına sırt çeviremeyecek" diyor.
Barçın Yiyanç'ın Radikal'de yayımlanan (12 Mayıs 2011) haberi şöyle:
Tek bir gün geçmiyor ki, gazetelerde şiddet mağduru bir kadının haberini okumayalım. İçerde, kadın hakları savunucularının hedef tahtasında olan hükümet, dışardaysa kadına şiddetle mücadelede uluslararası çapta bir sözleşmenin oluşturulmasına öncülük etti.
Türkiye dün İstanbul’da imzaya açılan Avrupa Konseyi’nin kadına karşı şiddetle mücadele sözleşmesine ilk imzayı atan ülke oldu. Türkiye, iki yıldır devam eden müzakerelerin kendi dönem başkanlığında tamamlanması ve imza için İstanbul’a yetişmesi konusunda üye ülkeler üzerinde büyük bir baskı kurdu.
“Türkiye, kadına yönelik şiddetle değil, bu konuda mücadele eden bir ülke olarak anılmak istiyor artık” diyen ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Feride Acar, kadın haklarıyla ilgili uluslararası alanda isim yapmış bir akademisyen. Zaten, dünyada da bir ilk olan bu sözleşmenin fikir anası sayılır; zira Avrupa Konseyi’nin 2006’da kadına yönelik şiddetle ilgili kurduğu 7 kişilik uzmanlar grubunda yer aldı. Bu grubun bir önerisi bağlayıcı bir sözleşme imzalanmasıydı.
Avrupa fark etti
Acar, süreci şöyle anlatıyor: “O zamana kadar kadına şiddet Avrupa’da da çok fazla ciddiye alınmayan bir konu, ötekilerin, farklı kültürlerin, göçmenlerin sorunu olarak algılandı. Halbuki istatistikler, kadına yönelik şiddetin Avrupa’daki yerleşik toplumlar için de geçerli olduğunu gösteriyor. Bu konudaki farkındalık Avrupa’da son on yılda arttı.”
Avrupa Konseyi sözleşme yapılması önerisini benimseyip iki yıl önce sözleşmenin hazırlıklarına başlayınca Feride Acar, müzakereleri Türkiye adına yürüten isim oldu. Mutabakat sağlamak hiç kolay olmamış. Acar, “Benim için de en şaşırtıcı olan Rusya ve eski Sovyet bloku ülkelerin tavrı oldu. Zira 70’li ve 80’li yıllarda Sovyet blokun kadın-erkek eşitliği konusunda ileri düzeyde olduğunu duyardık. Müzakereler sırasında ise kadın-erkek eşitliğini çok önemsemeyen bir görüntü gördük. Bu anlamda Katolik kilisesinin etkisindeki ülkelerle ortak bir paydada buluşmaları ilginçti” diye konuşuyor.
Kararlı davrandık
Türkiye’yse bu süreçte tam tersi bir tutum benimsemiş: “Biz müzakere ederken, şöyle bir zeminden hareket ettik; uluslararası standartlar neyse onu savunduk. Yani mazeret belirten bir ülke olmadık. Kültürel, ekonomik, siyasi nedenlerin arkasına saklanmadık. Kadına yönelik şiddeti yok etmeye kararlı bir ülke gibi davrandık ve sözleşmenin hükümlerini sulandırmak isteyenleri engelledik.”
Feride Acar’a göre, ortaya çok güçlü bir sözleşme çıktı. Bu sözleşmenin devrimsel boyutuysa kadına yönelik şiddeti bir sosyal problem olarak değil, bir insan hakkı ihlali olarak kabul etmesinde yatıyor. Acar, bununla ilgili de “İnsan hakkı ihlali olarak kabul edilmesi demek, adalete erişim taleplerini güçlendiriyor. Diğer bir deyişle, devlete başvuran şiddet mağduru bir kadına, yetkililer, ‘Bu bir aile meselesidir. Kendi içinizde haledin’ diyerek sırt çeviremeyecek” diyor. Sözleşmenin bir başka önemli boyutu da şiddetle ilgili çok geniş bir tanım getirmesi. Acar şu bilgileri veriyor: “Şiddet denince sadece fiziksel olanı algılanıyor. Halbuki ekonomik, psikolojik şiddet de var. Parasız bırakmak, özgürlüğünü kısıtlamak, takip etmek, musallat olmak, zorla hamile bırakmak ya da zorla kısırlaştırmak.”
‘Dört P’ ilkesi
Sözleşmenin tanımı tüm bunları kapsadığı gibi mağdur kadınlara da çok geniş bir perspektiften yaklaşıyor. Örneğin sığınmacı kadınlara yönelik şiddet de unutulmamış. Acar, “Bu noktada özellikle sığınmacıların yoğun olarak gittiği ülkeler hassasiyet gösterdi” diye konuşuyor.
Sözleşme kadına yönelik temel dört ilkeyi kapsıyor. İngilizcede dört kelime de ‘P’ ile başladığı için ‘Dört P’ olarak anılan ilkeler şöyle: Önleme (prevention), yargılama (prosecution), koruma (protection) ve politika (policy). Acar, Bizim açımızdan en önemli konulardan biri de bu dördüncüsü. “Bütüncüllük Türkiye açısından en eksik boyut. Kadına yönelik şiddetin aslında bir kadın-erkek eşitsizliği olarak görülüp ona göre politikalar üretilmesi gerekir” diyor.
Hızla uygulanmalı
Türkiye’nin, bu sözleşmenin oluşumuna katkıyı, sadece uluslararası imajını düzeltmek için yapmadığını göstermesi, nasıl ki işkenceye karşı sıfır tolerans politikası benimsediyse, kadına karşı şiddete karşı da ‘sıfır’ tolerans politikası benimsemesi gerekiyor. Bu nedenle de sözleşmenin en kısa zamanda parlamentodan geçip, uygulamaya konması önem taşıyor.
‘Devlet şiddeti önlemekle yükümlü’
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 121. toplantısı çerçevesinde, ‘Avrupa Konseyi Kadına Karşı ve Ev İçi Şiddetle Mücadele ve Bunun Önlenmesi Sözleşmesi’, aralarında Türkiye’nin de olduğu 13 ülkece imzalandı. ‘İlk hukuken bağlayıcı’ metin olma özelliği taşıyan sözleşme hükümlerini ülkeler, kendi yasaları üzerinde değerlendirecek, personeline eğitim verecek. Sözleşmede öne çıkan bazı başlıklar şöyle:
Sözleşme, devletin kadına yönelik şiddet konusunda sorumluluktan muaf tutulamayacağını vurguluyor.
Devletler kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetle mücadeleyi sağlamak üzere ceza hukuku alanında somut önlemler almakla yükümlü.
Şiddet gören kadınlar için sığınmaevi ve 24 saat hizmet veren çağrı merkezleri bulunması şartlar arasında. Cinsel şiddete uğrayan kadınlar için mağdurun kolay erişebildiği, fiziki ve psikolojik tedavi ve destek sağlayacak merkezler kurulmalı.
Koruma emirleri zaman geçirilmeden çıkarılmalı, kadın şikâyetini geri çekse de savcılar soruşturmayı devam ettirmeli.
Zoraki evliliklerin, ekonomik ya da yönetimsel bir külfet oluşturmadan feshine imkân tanıyıcı yasal düzenlemeler yapılmalı.
Toplumsal cinsiyete dayalı şiddetle ilişkili iltica talepleri ve geri göndermeme ilkesi konusunda güvenceler getiriyor.
Taraf devletlerin uygulamalarını izlemek üzere denetim mekanizması oluşturulacak. Denetimler Avrupa Konseyi bünyesinde bağımsız, seçimle belirlenecek 10-15 kişilik uzman bir denetim komitesi tarafından yapılacak.
Dilek, Arzu, Zübeyde ölmeyebilirdi
Türkiye’de onlarca kadın şiddet gördükleri kişiyi polise ya da savcılığa şikâyet ettikten kısa bir süre sonra öldürüldü.
Şubat 2008 - Van’da Beyaz Alkan defalarca jandarmaya şikâyet ettiği ve her seferindne barıştırılarak eve gönderildiği eşi tarafından öldürüldü.
Mayıs 2009 - Sapanca’da Huriye Bekçi eşinin tehditleriyle ilgili savcılığa başvurdu. Ertesi gün öldürüldü.
Temmuz 2009 - Hemşire Dilek Daştanoğlu, boşanma davası açıp, şikâyet ettiği eşi tarafından vurularak, yaşamını yitirdi.
Ağustos 2010 - Zübeyde Kılıç, boşandığı eski eşi tarafından bıçaklandı.
Şubat 2011 - Arzu Yıldırım savcılığa başvurduktan iki gün sonra dini nikâhlı eşi tarafından öldürüldü.
Ayşe Paşalı için karar günü
‘Göz göre göre yaşanan kadın cinayetleri’yle ilgili ‘sembol davalardan’ biri haline gelen ‘Ayşe Paşalı’nın öldürülmesi davasında’ bugün karar çıkması bekleniyor. Paşalı 7 Aralık 2010’da daha önce şikâyet ettiği eski kocası İstikbal Yetkin tarafından 11 yerinden bıçaklanarak öldürülmüştü. Paşalı’nın cinayetten önce savcılığa başvurduğu, ancak önlem alınmadığı ortaya çıkmıştı. Kadın örgütleri bu tür davaların genellikle sanığın ‘haksız tahrik indirimiyle’ az ceza almasıyla sonuçlandığını belirterek Paşalı davası için nöbet tutma eylemi başlattı. İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere 15 ilde gece nöbet tutan kadınlar, eylemi Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşma bitene kadar sürdürecek.