Söyleşi

'Post-tarikat Gülen hareketinde şeyhin yerini video ve MP3 aldı!'

Gülen hareketinin şeyh makamında ne var? Fethullah Gülen cemaatini kontrol edebiliyor mu? Selin Ongun sordu, Prof. Tayfun Atay yanıtladı

15 Eylül 2009 03:00

SELİN ONGUN / T24
[email protected]

Kürtler nezdinden en etkin dini grup hangisi?

DTP Diyarbakır Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Selahattin Demirtaş, T24'e verdiği röportajda söylemişti:^"Gülen cemaatinin tabanımızda bir etkinliği yok. Bölgedeki en zayıf İslami hareketlerden biri Gülen cemaatidir. Gülenciler, miting yapsın 100 kişi toplayabilirlerse, ben istifa edeceğim."

Ve bambaşka bir cevap:

“Ülkenin her yerinde olduğu gibi Kürt coğrafyasında da Gülen hareketi etkin, ardından Nakşibendîler, onun ardından da artık neredeyse marjinalleşen Kadiriler geliyor.”

Bu değerlendirme, Türkiye'de kültürel kimlik, din, etnik yapı ve siyaset ilişkileri üzerine araştırma ve incelemeleri ile dikkat çeken sosyal antropolog Tayfun Atay'a ait. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Halkbilim Bölümü ile Etnoloji Anabilim Dalı başkanlıklarını yürüten Prof. Dr. Tayfun Atay ile bölgedeki dini grupların etkinliğini, Fethullah Gülen hareketini “post-tarikat” yapan unsurları, cemaatin post-tarikat yapısının Kürtler'i nasıl etkilediğini konuştuk.

Söyleşinin yarın yayımlanacak bölümünde ise, Prof. Dr. Atay'ın; Abdullah Öcalan'ın “Gülenizm açılımı”na, DTP ve PKK'nın bu açılımdaki yerine, Zaza-Kırmanci çekişmesine, Kürt laikliğinin dinle neden daha barışık olduğuna ve Hizbullah'ın bölgedeki durumuna ilişkin değerlendirmeleri yer alacak.


- Kürt açılımıyla birlikte “Türkiyeli Kürtler” için çözüm önerilerinin tartışıldığı günlerdeyiz. “Türkiyeli Kürtler”denildiğinde karşımıza kimler çıkacak?


Çok önemli bir soru bu. Kürt sorununun çözümüne yönelik alternatiflerin tartışıldığı bugünlerde özellikle ihmal edilmemesi gereken bir konu… İktisadi, dinsel, dilsel temelde bir tek Türkiye Kürtlüğünden söz edemeyiz. Dolayısıyla Türkiye Kürtlerine ilişkin bir kimlik arayışı içerisinde “Türkiye Kürtlüğü” demek doğru değil, Türkiye Kürtlükleri var. Kürt coğrafyası homojen değil, bu coğrafyada Kürtlük içinde Kürtlükler var. Dil içinde diller, din içinde dinler var. Öte yandan etnik kimlik içinde Kürtlerin tek bir noktada buluşma imkânı da yok.

 'Türkiye Kürtlüğü demek doğru değil, Türkiye Kürtleri var'


- Yani soru şu: Hangi “Türkiye Kürtleri”nden söz edeceğiz?


Doğru... Şafii Türkiye Kürtleri var, Alevi Türkiye Kürtleri var. Şafii ve Kırmanci konuşan Türkiye Kürtleri var, Alevi ama Kırmanci konuşan Türkiye Kürtleri var. Zazaca konuşan, Alevi olmayan Türkiye Kürtleri var, Zaza konuşan ve Alevi olan Türkiye Kürtleri var. Sonra Kırmanci Şafiiler, Kırmanci Aleviler, Zaza Sünniler, Zaza Aleviler, Süryani Kürtler, Yezidi Kürtler var. Öte yandan büyük şehirlere göç etmiş, bir anlamda ulus devlet kültürünü özümsemiş ve Türkiye ekonomi-politiğinden nasiplenmiş, Kürt coğrafyasıyla bağları minimalize olmuş önemli bir Kürt grubu var. Bölge dışına çıkmamış, Türkiye ekonomi-politiğinden kopuk yaşayan Türkiye Kürtleri var. Modernleşmiş, küresel sistemin isterleri doğrultusunda uyumlu olmuş Türkiye Kürtleri var. Pre-kapitalist ve feodal yapılar içinde yaşamını sürdüren Türkiye Kürtleri var. Bütün bunları Türkiye Kürtlüğüne ilişkin bir tanım yaparken ihmal edemezsiniz.


'Etniklik içinde etniklikler çıkacak'


- Şimdi bazı cin akıllardan, “Alın size federe devlet, ama o da bölünebilir” geçebilir.


Aslında bunu kimse yabana atmamalı. Çünkü adına federasyon ya da otonomi, ne derseniz deyin, bölgeyi etno-kültürel çerçevede totalleştirmeye gittiğiniz zaman, bu saydığımız unsurlar kendisini gösterecek. İç kırılma ve ayrılmalar olacak. Yani “etniklik içinde etniklikler” çıkacak.


Kürt açılımının AKP üzerinden gerçekleşmesinin dini altyapısı


- İşte tam burada, bu farklılıkları “din şemsiyesi” altında toplamak gibi bir formül ortaya atılıyor zaman zaman. İslam'la ya da dini sosu baskın bir strateji ile Kürt sorununa çözüm önermek ne kadar sorunlu?


Çok sorunlu. Kürt sorununun milliyetçilik temelinde çıktığı vurgulanarak, çözüm seçeneğinde dinin yani İslam'ın sıkıntıyı çözecek bir etki yaratabileceği uzun yıllar ileri sürüldü. Şunu unutmuyorum: Ben bunu, daha sonra kitap olarak da basılan (“Batı'da Bir Nakşî Cemaati: Şeyh Nazım Kıbrısi Örneği”) doktora araştırmamı sürdürürken, 1990'lı yılların başlarında, Güneydoğu’da çatışmanın en yoğun olduğu dönemlerde, bir Nakşibendî şeyhinden duydum ilk olarak... Sünni bir tarikat şeyhi, çözümün İslam'dan geçtiğini, “kavmiyetçiliğin” böldüğü insan gruplarının ümmet birliği içinde toplanabileceğini söylüyordu. Buna benzer iddialar, Türkiye'de İslami hareketin pek çok kanatlarında ifade edildi. Bu öneri sadece geleneksel çevrelerden değil, daha modern İslamcı çevrelerden/entelektüellerden de geldi. Aslında bugünkü Kürt açılımının AK Parti üzerinden gerçekleşmesinin, böyle bir altyapıdan beslendiğini düşünüyorum. Ancak bu formül, bizim sorunumuzu çözmeye yetmez.


'Din kardeşliği Kürt sorununu çözmeye yetmez'


Neden?


Bu çözümü öne çıkaranların kafasında Kürtlerin Müslümanlığı ve dindarlığını esas alma var. Ama hiç ihmal edilmemesi gereken bir Kürt-Alevi gerçeği var. Ayrıca Sünni İslam çerçevesinde de Kürtlerin ezici çoğunluğunun Şafii mezhebinden olduğunu unutmamak gerekir. Şafii mezhebi üzerinden Sünni İslam'la bağ kurulabileceğini düşünmek de yetersiz. Çünkü Şafii ve Hanefi ayrımı, kolay aşılabilen bir ayrım değildir. Dolayısıyla yine vurguluyorum: Bütün bunlar süreç içinde yeni kırılmaları, kimlik içerisinde kimlik, etniklik içerisinde etniklik ayrışmalarını ortaya çıkaracaktır. O yüzden, salt din üzerinden, din kardeşliği teması üzerinden bu sorunun çözümüne yönelik girişimler kolay gerçekleşecek gibi gözükmüyor.


Bilinci sağlayan hareket Nakşibendilik'ti ama...'


- “Doğu Anadolu Bölgesi ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki Kürt nüfus üzerinde etkin olan dini gruplar arasında Gülen cemaati giderek daha etkin görünüm sergiliyor. Gülenciler, bölgede tarihsel olarak güçlü olan Nakşibendîleri ve Kadirileri ekarte etti” tezine ne kadar katılıyorsunuz?


Özellikle Sünni Kürtlük içerisindeki tarikat bağları açısından durum, yüzyıllar boyunca değişmedi. Biliyoruz ki bölgede iki büyük tarikat var; Nakşibendîlik ve Kadirilik. Ancak modern zamanlarda, yani 18'inci, 19'uncu yüzyıllarda ve 20'nci yüzyılın yakın zamanlarına uzanan dönemde hâkim tarikat Nakşibendîlikti. Ve yine biliyoruz ki, Osmanlı İmparatorluğu'nda Nakşibendîliğin politize olması Kürt coğrafyasında başladı. Bu süreci başlatan isimlerden Mevlana Halid-i Bağdadi Kürt’tü. Halidî bir eğitimden geçen, daha sonra Nakşîlikten kopan, Cumhuriyet tarihinin belki de en önemli “anti-kahraman”ı Said Nursi, Kürt’tü. Dolayısıyla bölgede popüler katmanlarda kitlelerde en fazla kimlik bilincini, politik bilinci, varlık bilincini sağlayan hareket, Nakşibendilik'ti. İşte burada karşımıza Türkiye'nin modernleşme süreci çıkıyor. Bu süreçle birlikte de geleneksel dini oluşumların değişmesine, yeni dini oluşumların ortaya çıkmasına tanık oluyoruz.

- Yeni din oluşumlarından kastınız nedir?

Tarikatın geleneksel işleyiş mekanizmasının dışındaki oluşumlar… O mekanizma, sözlü kültüre, yüz yüze ilişkiye dayanan, zikir pratiğinin merkezî rol üstlendiği, şeyhin mutlak otoritesinin esas olduğu bir yapıdır. Bu geleneksel yapı, modern dünyada ortaya çıkan gelişmelerle birlikte değişti.


'Nurculukta şeyh yok, Risale-i Nur var'


- Geleneksel tarikat yapılanmasında nasıl bir değişim oldu?


İslam bireyselleşti. Sözlü kültürün değil, yazılı kültürün hâkim olduğu bir dönem başladı. Şahsa değil, yazılı kaynaklara otorite atfetme dönemine girildi. Bu dönem, artık şeyhlerin etkisinin azalmaya başladığı bir dönem. Bu yeni mekanizmanın yükselişi, Said Nursi'nin etkisi altında gerçekleşti. Nursi'nin “Devir tarikat devri değil, imanı kurtarma devri” önerisinden hareketle şeyhin otoritesinin yerine bir eser/bir kitap geçti. Bu eser, Nur hareketinde Risale-i Nur'dur.


'Gülen hareketi yükselişte, Nakşîlik inişte'


- Said Nursi ile başlayan bu hareketin doğuş sürecinin en belirgin özelliği nedir?


Said Nursi geç 19'uncu yüzyıldan 1960'da ölümüne dek hem Osmanlı'dan cumhuriyete geçiş sürecini deneyimleyen yani “geç Osmanlı- erken laik cumhuriyet” sürecini yaşayan ve etkileyen bir insan. Nursi'nin 1960'da ölümüyle birlikte başlayan süreçte Nurcu hareket içinde oluşan, onun izini süren alt gruplar oluştu. Bu yeni yapılanmalar sürerken, tüm bu süreçte Nakşibendîliğin, geleneksel tarikat yapısının dinamik ve yaygın biçimde var olduğunu da hatırlatalım. Ve bugüne bakalım: Cumhuriyet döneminde Nakşîliğe karşı daha modern bir yapılanmaya ve ilkeselliğe sahip olan Nurcu hareket ve onun devamı sayabileceğimiz Gülen hareketinin sürekli yukarıya doğru bir ivmesi varken, Nakşîlik inişte. Bu “genel gelişme zinciri”nden bahsettikten sonra ana sorunuza dönebiliriz.

- Kürtler nezdinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde en etkin dini grup hangisi?

1990'lardan sonra Gülen hareketi, siyasi, iktisadi, kültürel süreçlerinde yer alma açısından Türkiye'nin her yanında çok daha etkin ve belirleyici hale geldi, Nakşîlik ise giderek zayıfladı. Bugün artık Nakşîliğin, Gülen hareketine göre mukayese edilemeyecek ölçüde gerilediğini düşünüyorum. Bunun Kürt coğrafyasındaki somut ifadesi ise şöyle: Gülen hareketi, ülkenin her yerinde olduğu gibi orada da oldukça etkin, ardından Nakşibendîler, onun ardından da artık neredeyse marjinalleşen Kadiriler geliyor.


'Gülencilik bir post-tarikat harekettir'


- Siz, Gülen hareketini “post tarikat” olarak tanımlıyorsunuz.


Doğru, Gülen hareketi, post-tarikat bir harekettir. “Post” oluşumlar, kendinden öncekinin içinden çıkan, ama onu değilleyerek aşan hareketlerdir. “Gülencilik bir “post-tarikat” harekettir derken bu niteliği temel alıyorum.


- Gülen hareketi Nurculuğun; Nurculuk Nakşîliğin içinden doğdu. Bu zincir içerisinde Gülen hareketini “post-tarikat” yapan unsurlar nelerdir?


Dünyada ortaya çıkan değişmenin bizim coğrafyamıza da din özelinde yansımaları oldu. Endüstri devrimi olmuş, ulus-devletler ortaya çıkmış, birey ortaya çıkmış, en önemlisi bizim konumuzu ilgilendiren Protestan reformu yaşanmış Batı’da. Nedir bu; dinin geleneksel bir kuruma, Kilise’ye bağlı olarak yaşanmasından vazgeçilmesi, dinin kitabi olarak matbaanın da sağladığı teknolojik imkânlarla bireyler tarafından ve kavmî ya da ulusal temelde yaşanması. Batı modernitesini etkileyen bu reform, Osmanlı coğrafyasına da yansıdı, geleneksel dinsel yapının gerilemesine neden oldu. Osmanlı döneminde Kürt coğrafyasında Nakşî tarikat terbiyesiyle yetişen ama Batı'daki gelişmelere de aşina olan Said Nursi, geleneksel tarikat örgütlenmesi içerisinde faaliyet sürdürmenin hiçbir yarar getirmediğini fark etti. O yüzden tarikat yapılanması içinde hareket etmekten vazgeçti. Bir anlamda tarikat yapılanmasını protesto etti. Dikkat edelim; Risale-i Nur tarikat yapılanmasındaki insani figürün yerine, kitabi figürü oturtmaktır. Yani Nur hareketi içerisinde şeyhin karşılığı aslında Said-i Nursi değil, Risale-i Nur'dur.


'Gülen hareketinde otorite MP3'den çıkar'


- Gülen hareketinde şeyhin karşılığı nedir?


Sorunuza Marshall McLuhan’ın ünlü “Araç, mesajdır” deyişinden ilhamla cevap vermem gerekirse, şeyhin tarikattaki işlevini Gülen hareketinde “Hocaefendi”nin sohbetlerini bize aksettiren videokasetler, toplu cd’ler, nihayet mp3'ler üstlendi denilebilir. Şöyle ki, dünya, pre-modern, modern ve post-modern süreçlerde üç ayrı gündelik yaşam kültürü üretti: sözlü kültür, yazılı kültür ve görsel kültür. Nakşîliğin bizim coğrafyamızda başını çektiği tarikatlar, sözlü kültür yaşantısıyla örtüşen dini yapılardır. Nurculuk, bu coğrafyaya yazılı kültürün girmesi, aktarılması, yaygınlaştırılması noktasında ortaya çıkan ve kısmen yazılı kültürle örtüşen bir harekettir. Gülen hareketi ise tüm dünyada etkisini gösteren, bizim ise henüz yazılı kültürü içimize sindirmeden, 1990'lardan itibaren içerisine hazırlıksız daldığımız görsel kültür yaşantısının karşılığı olarak düşünebileceğimiz bir dini yapıdır. Dolayısıyla şeyhin yerinde “Hocaefendi”nin bütün dini sohbetlerinin videokasetleri, cd setleri var, diyebiliyoruz. Bu döngüye en iyi uyarlanan hareket, Türkiye'de Gülen hareketidir. Bu, elektronik teknolojisi açısından öne sürebileceğimiz bir unsur. Bir de iktisadi temelde öne sürebileceğimiz unsurlar var.


'Müslüman burjuvazinin kendini en zinde hissettiği yer, Gülen hareketi'


- Onlar nedir?


Türkiye'de sermayenin el değiştirmesi, Müslüman burjuvazinin doğuşu, bu burjuvazinin geleneksel İslami yapılar yerine çok daha modern olan Gülen hareketine eğilim göstermesi… Yani Müslüman burjuvazinin psiko-kültürel anlamda Gülen hareketinde kendine uygun bir yapılanma ve pratik bulması. Türkiye'de Müslüman burjuvazinin, tarikatlar içerisinde kendini bu kadar dinamik, zinde ve mobil hissetmesi mümkün olamazdı. Gülen hareketinin dini gruplar içerisinde Türkiye'de artık neredeyse rakipsiz olmasındaki üçüncü unsur ise dış-politik. 11 Eylül'den sonra El Kaide, Taliban gibi küresel kapitalizm karşıtı İslami hareketler yerine küresel kapitalizmle uyumlu İslami hareket bulma arayışı. Uluslararası politika içerisinden bu arayışa en önemli adaylardan biri, belki de birincisi Gülen hareketi oldu. Tabii bunun içinde bazı Nakşî çevreler de vardır. Ancak küresel kapitalizmin hedefleri doğrultusunda en uyumlu, en duyarlı, en değişken hareket Gülen hareketi olarak gözükmektedir.


'Fethullah Gülen'in her alanda söz sahibi olduğu tartışılır'


- Böylesi 'hacimli' bir hareketin tek kişinin otoritesiyle, yani sadece Fethullah Gülen’le kontrol edilmesi mümkün mü?


Çok önemli bir detay bu. Dengenin özellikle 1990'ların sonuna doğru değişmesiyle birlikte Gülen hareketi neredeyse rakipsiz, inanılmaz boyutlarda yaygın ve merkezi olarak da kontrol edilmesi-yönetilmesi mümkün olmayan bir şebeke haline geldi. Yani sorunuzu şöyle cevaplayayım; Fethullah Hoca'nın, artık Gülen hareketinin her kulvarında doğrudan söz sahibi olduğu ya da en azından her olan bitenden haberdar olduğu tartışılır. “Hocaefendi” bir simge artık. Uluslararası ve uluslar-üstü toplumsal bir oluşumdan bahsediyoruz. Merkezkaç inisiyatifler kaçınılmaz biçimde olacaktır burada.


TAYFUN ATAY KİMDİR?


Prof. Dr. Tayfun Atay kültürel kimlik, din, etnik yapı ve siyaset ilişkileri üzerine araştırma ve incelemeleri olan bir sosyal antropolog. Atay'ın başlıca eserleri “Batı’da Bir Nakşî Cemaati: Şeyh Nazım Kıbrısi Örneği” , “Din Hayattan Çıkar: Antropolojik Denemeler”, “Türkler, Kürtler, Kıbrıslılar: İngiltere’de Türkçe Yaşamak” ve “Din Üzerine Antropolojik İncelemeler” başlıkları altında yayımlandı. Prof. Atay halen Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Halkbilim Bölümü ve Etnoloji Anabilim Dalı başkanlıklarını yürütüyor. Bunun yanı sıra ODTÜ Sosyoloji Bölümü bünyesindeki Antropoloji Yüksek Lisans Programı’nda da dersler veriyor.