Gündem

'Post-modern 'delikanlı' Fatih Altaylı'

Taraf gazetesi yazarı Alper Görmüş, Habertürk Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı için "post-modern delikanlı" dedi.

14 Ekim 2011 03:00

T24 - Taraf gazetesi yazarı Alper Görmüş, Habertürk Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı için "post-modern delikanlı" dedi. Görmüş, Altaylı için "İnsanların duymak istediğini söyle, yapmasan da olur!" felsefesiyle hareket ettiğini belirterek, "Zekâsını “ne yaparsam ilerlerim” üzerinde yoğunlaştırdığında, ulaştığı keşiflerin çoğu “işliyor” dedi.


Alper Görmüş'ün Taraf'ta "Fatih Altaylı: Post-modern 'delikanlı'" başlığıyla yayımlanan (14 Ekim 2011) yazısı şöyle: 



Fatih Altaylı: Post-modern 'delikanlı'


Sırtına bıçağı yemiş ölü bir kadının fotoğrafını gazetesinin tepesine basmasını savunurken gösterdiği gerekçelerin zerresine bile inanmadım: Sembol olsunmuş! Zihinlere kazınsınmış!..



Sanırsınız dünyadaki hiçbir gazete yöneticisinin eline bir “sembol fotoğraf” geçmemiş! Ya da geçmiş de hiçbirinin aklına öyle bir fotoğrafı gazetesinin tepesine mıhlamak gelmemiş! Ya da gelmiş de, hiçbiri Fatih Altaylı kadar “cesur” olamamış!



İki yıl kadar önce 
Yeni Aktüel dergisi için yazdığım Fatih Altaylı portresinde onu şöyle anlatmıştım:



“Başarısı şurada: Zekâsını hep ‘ne yaparsam ilerlerim’ üzerinde yoğunlaştırıyor ve bu yolda ulaştığı keşiflerin çoğu ‘işliyor’. Bunlardan biri, benim ‘post-modern delikanlılık’ dediğim şey: İnsanların duymak istediğini söyle, yapmasan da olur!”

 

Biri de şu: Sonuçları ne olursa olsun, seni gündemde tutacak, hakkında konuşturacak her şey iyidir!.. Varsın yediğin halt nedeniyle ülken savaşın eşiğine gelsin, varsın yediğin başka bir halt nedeniyle bütün bir ülke toplu travma geçirsin!..



Büyük kişisel ihtirasları gizlemek için büyük ve yüce gerekçeler gerekir... Fatih Altaylı, büyük kişisel ihtiraslarına büyük ve yüce gerekçeler bulmada ustalaşmış bir adam! O kadar ustalaşmış ki, galiba bulduğu gerekçelere kendisini de inandırabiliyor!



“Kadına şiddeti herkesin gözünün içine sokmak istedim” 
gerekçesiyle meşrulaştırmaya çalıştığı son haltını vesile bilerek, iki yıl önce kaleme aldığım Altaylı portresini bir kez de Tarafokurlarının dikkatine sunuyorum... Lütfen, onun geçmişte yazdığı, benim burada hatırlattığım ve dünyanın her yerinde “kadına karşı şiddet” anlamına gelecek satırlara özellikle dikkat edin...


***


Büyük Fransız romancı Balzac insanları kişilerle, olaylarla veya fikirlerle uğraşmalarına bakarak üç mertebeye ayırırmış... Biz gazeteciler, niye gizleyelim, “tarihin müsveddecileri” olarak fikirlerden çok olaylarla ilgileniriz ve bu yönümüzle Balzac’ın tanımladığı üç mertebenin “vasatlar” bölümünde yer alırız. Fakat aramızdan bazılarını, olaylarla uğraşmanın vasatlığı dahi kesmez; ruhlarının ihtiyacı onları daha aşağılara, üçüncü mertebeye doğru çeker ve ancak orada rahat ederler.


Geçenlerde Habertürk’teki “Tarihin Arka Odası” adlı programda Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’yı izliyordum... Karşılarına, Kurtuluş Savaşı sırasında “hain” olduğu gerekçesiyle linç edilen (aslında linç ettirilen) Ali Kemal hakkında bir kitap yazmış olan Orhan Karaveli’yi almış sohbet ediyorlardı. Karaveli, Ali Kemal’den “daha hain” kimi kuşakdaşlarının Cumhuriyet döneminde itibarlı şahsiyetler olarak yaşayıp gitmelerinde bir haksızlık gördüğünü, Ali Kemal’in bir “günah keçisi” olduğuna inandığını anlatıyordu.


O böyle konuşurken Altaylı araya girip günümüzdeki “başka hainler”e çekti dikkatleri... Ki onlar günümüzde “taraf” olarak faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Yüzündeki hınzır, kötücül ifade, kast ettiği özel ismin ilk harfini küçültüp anonimleştirerek büyük bir zekâ gösterisinde bulunduğuna inandığını; bu belaltı vuruştan büyük bir zevk aldığını gösteriyordu.


Bana “Fatih Altaylı nedir” diye sorsanız, sorunuzu, “İşte şu anlattığım şeyi yapabilendir” diye cevaplarım, “fikirleri değil kişileri vurandır ve ruhunu bununla doyurandır...”



“Fahişe, aşağılık, şerefsizler...”


İşte onun “kişileri vurma temelli gazetecilik eylemleri”nden birkaçı:


2000’li yılların başında Radyo D’de sunduğu “Bâbıâli Yokuşu” adlı programda, derslere alınmamalarını protesto eden başörtülü öğrencilere “fahişeler, aşağılık şerefsizler, satanistler”diye hitap etti. Bu “haber” dolayısıyla tazminata mahkûm oldu.


Gene Radyo D günleri... Bu defa, askerlerin tecavüzüne uğradıklarını öne süren kadınların iddialarını dillendiren avukat Eren Keskin’i kast ederek, “Bu kadını ilk gördüğüm yerde cinsel tacizde bulunmazsam namerdim” dedi. Altaylı, bu “haber” nedeniyle de tazminata mahkûm oldu. Hatta geçtiğimiz yıl, “tazminattan doğan borcunu ödemediği” gerekçesiyle yurtdışına çıkmak isterken havaalanından geri döndürüldü. (Google’a girin, “Fatih Altaylı” ve “tazminat” kelimelerini birlikte taratın, başka malzemeler de bulacaksınız.)


Altaylı’nın en taze vukuatını da bileceksiniz... Silahlı Kuvvetler’le ilgili eleştirel bir yazı kaleme alanGülay Göktürk’e hitaben: “Ordu sizin de bacak aralarınızı koruyor...”


Fatih Altaylı’nın, tartıştıklarının fikirlerinden çok kişiliklerini hedef alan bir “tarz”ının olduğunu söylemiştim. Fakat bazen bu “tarz”ın içine sığamayıp oklarını tartıştıklarının yakınlarına çevirdiği de oluyor... Onlardan biri, Ali Atıf Bir’in eşi Yrd. Doç. Dr. Çisil Sohodol Bir, eşini her defasında“öğrencileriyle evlenmesiyle tanınan adam” diye tanıtan Fatih Altaylı’ya cevap yazmak lüzumunu hissetmişti: “Sayın Altaylı’nın Ali Atıf Bir ile arasında geçen fikir tartışmaları esnasında benden kendine ait görüş ve duyguları olmayan ve hocası tarafından öğrenciyken ayartılmış bir kız çocuğuymuşum gibi bahsetmesini kabul etmiyor ve istemediğim halde kendimi bu tartışmaya dâhil etmek durumunda hissediyorum.” (Meğer evlendiklerinde 27 yaşındaymış; evet, öğrenciymiş ama doktora öğrencisiymiş!)


(...)


Altaylı’nın kadınlarla ilgili “eleştiri”lerinin hep cinsellikle ilgili olması herhalde izaha muhtaç bir olgu, fakat benim bunu yapabilecek kadar psikoloji bilgim yok, o nedenle tesbit edip bırakıyorum.

 


Sert adam, dobra adam...


Toplumumuzdaki, “sert adam”ların “oturaklı, dobra” adamlar olduğuna dair yanılsamayı o kadar iyi biliyor, bu bilgiyi o kadar büyük bir ustalıkla kullanıyor ki, onun en keskin dönüşlerin sahibi olduğu bile unutuluveriyor... Bunda, toplumsal kutuplaşmanın çok keskin boyutlara ulaşmış olmasının da payı var: Bir zamanlar savunduğunuz fikirlerin, ortaya koyduğunuz tavırların tam tersini savunmaya başladığınızda, eski kampınız sizi lanetlese de yeni kampınız sizi kahramanlar gibi karşılıyor.


Ben, “değiştiğini” beyan etmiş insanları değerlendirirken şu soruyu soruyorum: Bu, insanın fikirlerinin, dünyaya bakışının değişimiyle ilgili bir şey midir, yoksa başka bir şey mi? Ya da: Zamanın“ruhu” mu yol açıyor bu değişime, yoksa zamanın “maddesi” mi?


Altaylı’nın ikinci kategoriye ait bir “değişimci” olduğu hususunda benim hiçbir kuşkum yok. Ve galiba hiç kimsenin kuşkusu yok. Mesele sadece iktidar partisiyle ilgili gel-gitlerinden ibaret olsaydı,“kutuplaşmanın nimetleri”nden faydalanarak işin içinden sıyrılabilir, bir o taraftan bir bu taraftan alkış alarak “dobra adam” imajını sürdürebilirdi. Fakat bunu yapamayacağı bir alan var: Meslekî performans... Yıllar boyu “her türlü karanlık işin içinde” diye suçladığı bir medya patronunun birinci adamı olduktan sonra, aynı performansı bu defa önceki patronla ilgili olarak sürdürmek ve“dobra adam” olarak kalmak imkânsızdı. O da kalamadı zaten.


Zekâsını “ne yaparsam ilerlerim” üzerinde yoğunlaştırdığında, ulaştığı keşiflerin çoğu “işliyor”. Bunlardan biri, benim “post-modern delikanlılık” dediğim şey: İnsanların duymak istediğini söyle, yapmasan da olur!


Bunun en son örneği, gazeteyi asıl olarak köşe yazarlarının “pişirdiğine” gönderme yapan Habertürkreklamıydı... Oysa gerek Sabah’ta gerek Habertürk’te genel yayın yönetmenliği görevine başlarken, köşe yazarlığına dayanan gazetecilik anlayışının Türk gazeteciliğinin canına okuduğunu anlatıp durmuş, kendisinin “muhabir gazetesi” yapacağını iddia etmişti.


Zekâsıyla ulaştığı –ve maalesef iş gören– bir başka sonuç da şu: Hata yaptığında aldırma, üzerinde durma, unutulmasını bekle...



Nokta
’nın yayımladığı “Genelkurmay’ın medya andıcı”nı Sabah’ın manşetinden “korsan” diye nitelemiş, belge kısa bir süre sonra bizzat Genelkurmay Başkanı tarafından “gerçek” diye nitelenince sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmıştı.


İşe yarar taktiklerin hepsini biliyor bilmesine de, “istiap haddi” diye bir şeyin varlığını bilmiyor.“Mış gibi” yaparak insanları bir süreliğine kandırabilirsiniz ama uzun vadede “istiap haddi” size haddinizi bildirir.


Altaylı hâlâ “mış gibi” yapıyor ama taktikleri artık çok az kişiye “işliyor”.