T24 - Fulya Canşen / Köln[email protected]AB’nin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Ekonomik kriz ağır basınca AB, siyasi gelişmelerle ilgilenmek konusunda ihmalkar. Dönem Başkanlığını Macaristan’dan devralan Polonya da Macaristan gibi davranırsa AB’nin siyasi kültürü değişmeye aday demektir.
Aslında AB siyasi olarak en kötü dönem başkanlıklarından birini ardında bıraktı. Macaristan’da Orban hükümeti, dümeni devralırken verdiği sözlerin çoğunu tutmadığı gibi, tartışmalı medya yasasıyla şimşekleri de üzerine çekti. AB Komisyonu’nun baskısı medya denetimini iktidarın eline bırakan yasanın özünü değiştirmeye yetmedi ve Budapeşte AB kriterlerini ihlal etmeye hatta AB’ne diktatörlük kokan yeni bir siyasi kültür dayatmaya devam etti. Hem de AB dönem başkanlığını sürdürürken. Başbakan Viktor Orban demek ki dümeni devralırken sarf ettiği “Macaristan zorlu görevlerden kaçınmaz, aksine zorluklar bizim iştahımızı kabartır. Kriz durumlarında çok yaratıcıyızdır” sözlerinde haklıydı. Tabii kendi çıkarları ve arzuları doğrultusunda. Macaristan’ın dönem başkanlığı sırasında eski Avrupa’ya çaktırmadan şöyle bir mesaj da verdi: “Sosyalizmi yaşayan bir ülke olarak kimsenin bize baskı yapmasına izin vermeyiz. Bunun adı AB olsa da”
İlk hedef Euro’nun istikrarı
Temmuz ayı ile birlikte AB dönem başkanlığını yine bir Doğu Avrupa ülkesi Polonya üstlendi. Müzakereleri sırasında en çok sorun yaratan ve en çok sözünü dinleten ülkenin Polonya olduğu düşünülürse yılsonuna kadar AB’nde neler yaşanacağı ister istemez merak konusu oluyor. Polonya’nın önümüzdeki altı ayda önem vereceği konuların başında tabii ekonomik kriz ve ortak para birimi Euro geliyor. Yunanistan’a karşı Almanya gibi şüphe ile bakan Polonya, Euro ülkeleri ile diğerleri arasında bir koordinasyon merkezi görevi üstlenmek niyetinde. Polonya Maliye Bakanı, Macaristan gibi yapmayacaklarını, IMF Başkanı’nın da katıldığı Euro Grubu toplantılarına mutlaka temsilci göndereceklerini şimdiden ilan etti bile. Eylülde düzenlenecek Euro İstikrar Paktı toplantısında hazırlanan yasa tasarısının AB parlamentosundan geçmesi için elinden geleni yapacağına dair söz veren Polonya, Euro Bölgesi’nin yapısal ve kurumsal problemleri giderilmeden kendi para biriminden vazgeçmeyeceğinin altını bir kez daha çizdi. Bu da Polonya’nın daha uzun bir süre koordinasyon merkezinin Euro’suz bölümünde yer alacağı anlamına geliyor.
İkinci hedef AB ile Doğu komşuları arasında yakınlaşma Polonya’nın önemli bulduğu bir başka konu da AB’nin Doğu sınırındaki ülkeler Ukrayna, Belarus, Moldavya, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan ilişkilerinin güçlendirilmesi. Aslında AB bu karara iki yıl önce varmıştı ve bir önceki dönem başkanı Macaristan da Polonya gibi bu konuda öncü olmak istediğini defalarca vurgulamıştı. Ama AB’nin doğu sınırındaki bu eski Sovyet ülkeleri ile ilişkilerini güçlendirmesi göründüğü kadar kolay bir iş değil. Ekonomik entegrasyon için kesenin ağzını biraz daha fazla açmakla verim alınabiliniyor ama siyasi entegrasyon için epey bir dirsek çürütmek gerekiyor. Çünkü bu ülkelerdeki siyasi kültür, Polonya Macaristan ya da Litvanya’dakinden farklılık arz ediyor. Ayrıca bugün dünyaya hakim olan siyasi değerler ve iletişim olanakları on yıl öncekinden çok daha farklı. Örneğin Polonya’nın AB’ye entegre olmaya başladığı seksenli yıllarda bir Arap Baharı örneği yoktu ya da Rusya ekonomik hatta siyasi olarak bugünkü kadar belirleyici değildi. AB’nin komşusu Doğu Avrupa ülkelerindeki diktatörlere Arap ülkelerindekinden farklı davranıyor olması ayrıca tartışmaya değer ama özetle Arap ülkelerindeki halk hareketleri devam ettikçe AB’nin Doğu Avrupalı komşuları ile ilişkileri de Polonya’nın hedefine ulaşması da zorlaşıyor diyebiliriz.
Polonya ve Türkiye’nin benzer yanları varGelelim üçüncü önemli konuya; Türkiye. Macaristan’ın dönem başkanı olduğu süre içerisinde Türkiye’nin üyelik müzakereleri iki taraftan da askıya alındı. Hem AB hem de Türkiye kendisiyle o kadar meşguldü ki, kimse bu süre içerisinde bir maddenin bile müzakereye açılmadığının farkına varmadı. Macaristan gibi Polonya da prensipte Türkiye’nin AB üyeliğine karşı değil. Hatta Polonya ile Türkiye’nin ortak yanları daha çok. Her şeyden önce Polonya son genişleme döneminde AB’ne giren en kalabalık ülke olarak Türkiye’nin üyeliğine karşı öne sürülen argumanları diğer ülkelerden çok daha iyi anlayabilecek durumda. İkincisi Polonya’da da tarım sektörü Türkiye’deki ile benzerlik gösteriyor. Yani Polonya da çiftçi nüfusu azaltmak, onlara yeni iş alanı yaratmak için epey ter döktüğü için Türkiye ile empati kurabilecek hatta AB’ye entegre olmasında yardımcı olabilecek bir ülke.
Weimar Üçgeni mi Türkiye mi? Polonya Dışişleri Bakanlığı’nın AB’den Sorumlu Devlet Sekreteri Adam Jasser, dönem başkanlığı öncesi yaptığı açıklamada Polonya’nın müzakereleri sırasında ortaya atılan, AB’nin genişlemesi derinleşmesini engeller savının Türkye için de geçerli olmadığını savundu. Türk ekonomisindeki dinamizme dikkat çeken Jasser, Türkiye’nin üyeliğinin AB’nin Ortadoğu ve Ortaasya’daki gücünü arttıracağının da altını çizdi.. Ancak, söz siyasi kriterlere gelince biraz durup düşünmekte yarar var. Bu yıl Fransa ve Almanya ile oluşturduğu Weimar Üçgeni’nin 20. yılını kutlayan Polonya pek çok konuda selefi Macaristan kadar bağımsız ve cesur davranmayabilir. Aslında Polonya’nın AB ve NATO’ya yakınlaşmasını sağlamak için oluşturulan Weimar Üçgeni, üye ülkelerin siyasi çizgilerini de belirlemesinde etkili oluyor. Türkiye’nin AB üyeliğine şiddetle karşı çıkan Avusturya ile Polonya’nın geçmişten kalma bir göbek bağı olduğunu da unutmamak gerekir. Benimse yıllardır unutmadığım bir konuşma var.
Ya kültürel entegrasyon?Berlin’de henüz Polonya birliğe üye olmadan önce düzenlenen “AB’de kültürel entegrasyon” başlıklı toplantıda dönemin Polonya Devlet Başkanı Kwasniewski, Alman konuşmacılara dönerek, “Tutturdunuz Türkiye’yi de AB üyesi yapalım diye. Berlin’de Türklerin oluşturduğu gettoları görmüyor musunuz? Daha onları entegre etmeyi başaramadınız, koskoca Türkiye’yi nasıl entegre edeceksiniz? Hem hatırlatayım, sizi Viyana kapılarında Türklerden bir kez biz kurtardık bir daha kurtarmaya hiç niyetimiz yok.” Bu konuşmanın ardından on yıl bile geçmedi, nüfusunun %90 Katolik olan Polonyalılar gerçek fikirlerini değiştirmiş midir dersiniz?