Gündem

'Polisle çatışanlardan değil, parmak arası giyen çocuklardan korkun'

Ekşi Sözlük'te "Hisarüstü'nde Boğaziçi Üniversitesi'nden bir grup yürüyüşe geçti" minvalinde bir cümle... Yayın saati 01.02

02 Haziran 2013 17:33

Huysuz Kedi Tard

T24

Ekşi Sözlük'te "Hisarüstü'nde Boğaziçi Üniversitesi'nden bir grup yürüyüşe geçti" minvalinde bir cümle... Yayın saati 01.02.


Biz de tam Hisarüstü'nde oturuyoruz. Eşime soruyorum:
 

- Saat kaç?
- 01.05.
- Hadi!
- Hadi!
 

Atlıyoruz arabaya. Trafik daha yolun başından tıkanmış. Camımız açık, yürüyenlere bakıp, neler konuştuklarına kulak kesiliyoruz. Ama ilk ilgimizi çeken yürüyen çocuklardan önce, onları kenardan izleyen belediyenin metro işçileriyle caddedeki esnaf oluyor. Muhtemelen o akşam açtıkları hiçbir kanal göstermediği için hiçbir şeyden haberleri yok. Birbirlerine "Neler oluyor?", "Bunlar niye yürüyor?", "Nereye yürüyor?" diye soruyorlar. Zaten 31 Mayıs'ın tarihe düştüğü en önemli notlardan biri de budur: Sosyal Medya: 1 - Bildiğiniz Medya 0. Biri canlı yayın gibi anı anına, diğeri malum...   


(Eve döndükten sonra size tam bunları yazarken Gençlik Marşı ve "Bebek uyuma" sloganları atan, tencere-tavalı 250 kişilik bir grubun nümayişiyle balkona koştum. Saat 02.56.)

Bizim araba adım adım ilerlerken gençler yanımızdan akıp geçiyor. Eşim de ben de dikkatle bakıyoruz: Kim bu çocuklar, onları bu saatte sokağa çıkaran ne, profil ne? Anlamaya çalışıyoruz.
 

Birincisi hepsi dal gibi çocuklar. Omuzları ince, bilekleri ince, yüzlerinde tek bir çizgi yok, dalgalana dalgalana yürüyorlar. İnsan onlara bakınca tek tek her birini korumak istiyor. Canları yanmasın, tenleri incinmesin, bir belaya, ite uğursuza karışmadan, böyle gidip böyle dönsünler diyor. Kendimi tutamıyorum. Tabii hiç onlara çaktırmadan, arabanın içinde iki elimi açıp, dua okuyup ve yine hiç onlara çaktırmadan üzerlerine doğru üflüyorum: "Allahım ne olur koru bu çocukları..."

Hepsi mi çocuk derseniz, belki şimdi kızacaklar ama hepsi de çocuk. Resmen parmak arası terliklerle fırlamışlar sokağa... Kız, erkek, çoğu şortlu, bermudalı, eşofmanlı, hatta pijamalı... Ellerinde muhtemelen iki sınav arası evde makarna pişirdikleri tencereleri, en fazla birer yumurta kırdıkları tavaları var. Çalgı işini renklendirip yanına bendirini, tefini, zilini alıp çıkanlar bile var. Muhtemelen 1996-97 yılındaki tencere-tava çalma eylemleri sırasında 2 ila 5 yaşlarındalardı. O vakitten bugüne mutfak takımlarını sokağa çıkarmak ilk kez bu çocuklara nasip oldu. Hatta eminim ki bu çocukların eylem siftahı da ilk kez bu gece oldu. Siftahını 31 Mayıs'ta yapmış kim bilir kaç çocuk vardı bugün?

Nereden biliyorsun derseniz yüzlerine bakın siz de hemen anlarsınız. Şu mezardan çıkan ölüler gibi ağır ağır söylenmesine şahsen illet olduğum, "Faşiz-meeee kar-şıııı o-muzzzz o-muzaaaa" sloganı vardır ya, onu söylerken gülüyorlar. Gülmek ne kelime, resmen kıkırdıyorlar. Zaten iki söyleyip bırakıyorlar, durmuyor ağızlarında... Galiba başka da bir slogan bilmiyorlar. O kadar hazırlıksız, o kadar plansız programsız, "bir yerlerden yönetilmeden", hani o klasik laf; "bir yerlerden düğmeye basılmadan" çıkmışlar ki sokağa, hep birlikte tek tip slogana bile geçemiyorlar...

İyi ki de geçmiyorlar. Böylesine alışılmışın dışına çıkan, tamamen özgün bir duruş gösteren bu çocuklar kendi sloganlarını, kendi pankartlarını, kendi sembollerini de kendileri bulmalılar. Ve buldukları her şey de en az kendileri kadar sevimli, zeki, hınzır olmalı. Mesela sembolleri eskilerin kadife pantalonu ise, bu geceki çocukların da parmak arası terlikleri olsun... Mesela pankartlarına, face'lerine, twet'lerine şu ünlü huysuz kedi Tard'ı koysunlar... Altına da yazsınlar; "Ağacımı kesme", "Sinemama dokunma", "Hayatıma karışma", "Beni görmezden gelme", "Bana hakaret etme", "Beni kızdırma"...

Şimdi belki bu kedi falan fikirlerini çok naif bulanlar çıkabilir. "Böyle de eylem mi olur" diyenler olabilir. Doğrusu biz de benzer şeyleri arabanın içinden yürüyenlere bakarken düşündük: "Bunlar çok naif, çok ana kuzusu..." dedik. "Bu grubun yarısı Taksim'e çıkmadan geri dönecek. Kalan yarısı ilk su sıkıldığında kaçacak. Az birazı belki devam edecek belki de pes edecek... Ne yapabilir ki bu çocuklar; devrim mi?" dedik...

İyi de arkadaşlar, bütün bu eylemler zaten çok naif bir sebepten çıkmadı mı? Ağaçları korumak kadar asil ve başka bir amacı olmaksızın başlamadı mı her şey? Bu yüzden çok gerçek, bu yüzden kendiliğinden ve bu yüzden de çok iri gelmedi mi bu dalga? 31 Mayıs'ın asıl gücü naifliği olmadı mı? Hatırlayın o kırmızılı genç kadını... Omzunda heybesi, incecik pabetleri, iki yana sarkan cılız kollarıyla yüzüne sıkılan gazın karşısında sadece öylece duruyor olduğu için 31 Mayıs'ın "naif tanrıçası" olmadı mı? Tıpkı bizim bu gece arabadan izlediğimiz gençler gibi... Bu gençler tam da böyle oldukları için Etiler'i ayağa kaldırdılar. Koca koca kadınları, amcaları apartmanlarının önüne dikip, kendilerine tempo tutturdular. Öyle su gibi aktılar ki Nispetiye'nin üzerinden izleyenlerini de kendilerine katıp geçtiler. Ayağında terliği, elinde evin anahtarı kapısının önüne çıkanlar birden kendilerini o naif çocuklarla yürürken buldular. Sokak köpekleri dahil bu gruba... Hele o karşı yönden gelen son model Mercedeslerden, BMW'lerden, ciplerden çocukları görünce bastıkları kornayı, attıkları sloganları, çığlıkları duysanız -ki kesin o araçtakilerin de çoğu hayatlarının siftahını yapmış oldu- resmen 31 Mayıs'ı Türkiye'nin en beyaz Türklerine imzalattılar... Sadece beyaz Türkler de değil, taksi şoförleri, çevredeki lüks restoranlardan çıkan garsonlar, valeler, kim çıktıysa yola, hepsinden destek gördüler... Kafasını çeviren, "Cık cık, ne biçim gençlik bunlar" diyen bir kişi görmedik o cadde üzerinde... Ve asıl önemlisi eve dönüş yolundaydı. Ara sokaklardan geçerken gecenin karanlığında birbirlerini görmeden, sadece duydukları sese ses veren insanlar camlara çıkmış tencere-tava çalıyordu. Ne olmuştu da bunu yapıyorlardı? Bütün gün boyunca sanki televizyon hiç icat edilmemiş gibiydi, nereden göreceklerdi Beşiktaş'taki, Kadıköy'deki evlerde de benzerinin yapıldığını... O bütün orta yaş üzeri adamlar, kadınlar sosyal medya mı takip ediyorlar sizce? Hayır! Gecenin 2'sinde kafalarını pencereden uzatmış çatalı tencerenin dibine vuruyorlardı, çünkü biraz önce oradan o naif çocuklar geçmişti. Tıpkı Kadıköy'den, Beşiktaş'tan geçtikleri gibi...

O halde son söz olarak ve tüm ordinaryürs profesör halimle ilgilileri uyarmış olalım: Bence polise taş, sopa atanlardan değil, ama bu parmak arası terlikli çocuklardan korkun. Öbürleriyle nasıl baş edeceğinizi biliyorsunuz, en iyi bildiğiniz o... Ama bu çocukların sevimlilikleri, zekaları, cıvıltıları ateş gibi... Herkesin kalbine düşebilirler... Ve siz bununla nasıl baş edilir, işte onu bilmiyorsunuz...

O zaman bir akıl verelim: "Akil"leştirmediklerinizden bir kaç vicdanlı sanatçı, gazeteci, akademisyenle temas edin. Küçük bir grup olsunlar. Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'la görüşsünler. Bu işi belediyeye yıkın ve orada çözün. Topbaş tüm içtenliğiyle, kibarlığıyla onlara güven versin. Onlar da çıkıp kamuoyuna açıklama yapsınlar, aynı anda Gezi'den iş makinelerinizi çekin, gözaltına aldıklarınızı bırakın ve herkes evine gitsin, rahat bir uyku uyusun. Anayasa Mahkemesi Başkanı ne dedi; "Yeni halkalar eklemek vicdanları yoruyor" dedi. Doğru, yorulduk. Siz de yorulun artık iktidarınızdan ve 31 Mayıs'ı bir kenara not alın. Bu virajı da hep birlikte böylece geçmiş olalım. Daha büyüyerek, daha olgunlaşarak, daha akıllanarak...

"O kadar yediğimiz gaz ne olacak" diye söylenmeyin siz de çocuklar... Kimsenin devrim falan yapmak gibi bir derdi yok, fark etmediniz mi? İnsanlar sadece dikkate alınmak istediler. İçlerinde biriktirdiklerini dışarı çıkarmak, göstermek istediler. En saf haliyle "Yeter!" diye bağırmak istediler... Ve siz bunu başardınız arkadaşlar. En zorunu başardınız. Ergenekon sürecinden bu yana mahalledeki bakkalı bile saran o korku bulutunu kaldırdınız. Üstelik de bunu Ergenekoncu olmadan, darbeci olmadan, arkanızı kimselere dayamadan yaptınız... Daha ne olsun...