Şahin Alpay
(Zaman, 21 Ağustos 2012)
PKK militanları 12 Ağustos'ta Dersim-Tunceli'de CHP milletvekili Hüseyin Aygün'ü güpegündüz kaçırdı; iki gün sonra serbest bıraktı. Aygün, kendisini kaçıranların "Türk kamuoyuna barış ve ateşkes mesajı vermek istediklerini..." söyledi. "Asker olsun, dağdaki olsun ölen bütün çocukların, bu ülkenin çocukları olduğunu ve bu savaşı başta kendilerinin anlamsız bulduklarını... İstediğimiz demokratik özerklik planı, hiç de silahlı mücadele gerektirmeyen demokratik bir taleptir ve Avrupa'da pek çok ülkede vardır. Bu bakımdan biz de yürüttüğümüz mücadelenin çok anlamsız olduğunu biliyoruz..." dediklerini aktardı.
Aygün'ün kaçırılmasının ne anlama geldiği, bununla verilmek istenen mesajın ne olduğu, bunun bir "yerel inisiyatif" mi yoksa örgütçe planlanmış bir eylem mi olduğu tartışılırken, aradan sadece 3 gün geçtikten sonra, 17 Ağustos'ta PKK militanları Şemdinli-Derecik bölgesinde BDP milletvekillerinin yolunu kesti. PKK propagandası yapan militanlar ile BDP'li milletvekilleri arasında samimi konuşmalar ve kucaklaşmalar yaşandı. Buluşmayı izleyen bir gazeteciye göre, BDP'li bir milletvekili yola çıkarken bunun "ilginç bir gezi olacağı" konusunda kendisini uyarmıştı. (Hürriyet, 20 Ağustos.)
PKK'nın zihninin, daha doğrusu zihinlerinin, nasıl işlediğini bilecek durumda değilim. Benim yapabildiğim PKK'nın olsun, siyasetin diğer oyuncularının olsun, kamuoyu önünde ne yaptıklarına ve ne dediklerine bakarak gelişmeleri yorumlamaya çalışmak. Edindiğim izlenim, PKK'nın amacı bir yandan silahlı, öte yandan "silahsız" eylemleri tırmandırarak, (en azından bir kısmıyla) CHP'yi destek vermeye teşvik ederek, barış müzakerelerinin yeniden başlamasını zorlamak olabilir. Nitekim BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş geçen gün "PKK müzakere sürecini zorlamak için şiddete başvuruyor..." dedi. Ardından şunları söyledi: "Akan kan dursun, çözüm sürecine girilsin, müzakere yeniden başlasın, tecrit son bulsun. Ortada protokoller vardı, bu protokoller tartışılsın. Bence de top, Başbakan'dadır. Top, Başbakan'ın sahasındadır. Doğru değerlendirilirse çözüm sürecinin önünün açılabileceğini düşünüyorum. İnşallah Başbakan bunu iyi değerlendirir diye temenni ediyorum.''
Bir kısım Kürt (ve Türk) dostlarım, PKK ile barış görüşmeleri yapılamayacağını; yapılacak tek şeyin Kürtlerin ortak-demokratik taleplerinin karşılanması, bu şekilde PKK'nın Kürt toplumundan tecrit edilmesi olduğunu; (hükümet çevreleri gibi) PKK ile ancak ve ancak silah bırakması koşuluyla müzakere yapılabileceğini söylüyorlar... Ben de cevaben onlara şunları söylüyorum: Türkiye, Kürtlerin de vatanı olduğu gerçeğiyle yüzleşmek durumunda. Bu, elbette ki öncelikle Kürtlerin ortak-demokratik taleplerinin (yani, kısaca, anayasal yurttaşlık, anadilde eğitim, yerinden yönetim) karşılanmasını zorunlu kılar. Bunun için hükümeti reformlara zorlamak özgürlük yandaşlarının birinci meselesidir.
Ne var ki, Kürtlerin bütün ortak-demokratik talepleri karşılansa dahi, PKK'nın otuz yıla yaklaşan silahlı isyan sonucunda bir kısım Kürtler arasında kazandığı desteği bitirmek mümkün olamayacağı gibi, bir kısım Kürtler üzerinde şiddet tehdidiyle kurduğu vesayete son vermek de mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla, (Türk ve Kürt) gençlerimizin artık ölmemesi, bütün enerjimizi kalkınma ve uygarlaşma çabasına adayabilmemiz için, bir yandan Kürt kimliğinin tanınması yönünde reformlar hızlanırken, öte yandan silahlarını susturması, şiddet yolunu terk edip demokratik-siyasi mücadeleyi benimsemesi için PKK ile müzakereleri yeniden başlatmak gerekir. Abdullah Öcalan burada önemli bir rol oynayabilir.
Arap Baharı ile bölgede kartlar yeniden dağılıyor. Bu koşullarda birlik ve dirliğinin korunabilmesi için Türkiye'nin öncelikle PKK dâhil kendi Kürt oyuncularına ifade-örgütlenme özgürlüğü ve demokratik rekabet yolunu açması gerekir. Irak Kürtleri yanında bölgenin bütün Kürtlerinin saygısını kazanmak da şarttır.