Söyleşi

PKK TÜRKİYE'DE ŞİDDETLİ BİR SAVAŞA HAZIRLANIYOR!

Taraf gazetesi yazarı Orhan Miroğlu, www.t24.com.tr'nin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.

13 Haziran 2010 03:00




Selin ONGUN - T24
[email protected]


Gündem, İsrail, Mavi Marmara, Ortadoğu Birliği, Hamas trafiğine sıkışmışken, Kandil’den gelen, “Demokratik özerklik ilan etme hedefiyle hareket ediyoruz” haberi “eksen kayması tartışması” kadar dikkat çekmedi.

Baştan söyleyelim; bu söyleşideki değerlendirmelerin tamamı bir işaret fişeği. İsrail’e sokulmayan Noam Chomsky gibi bizce “Kandil embedded” olmadığı için Kürt siyasetinde aktif yer bulmayan bir Kürt aydınının işaret fişeği.

Kendisini Taraf gazetesindeki köşesinde ifade eden Orhan Miroğlu, www.t24.com.tr'nin sorularını yanıtladı.

Kürt siyasetinin ekseni nereye kaydı? PKK’nın “Demokratik özerklik ilan ediyoruz” demesi halinde BDP ne yapar? PKK, bu kartı kullanacak mı? İsrail-PKK ittifakından nasıl bir diplomasi çıkar? Kandil, “one minute”ı nasıl karşıladı? İsrail, Kürtler için neyin miladı olacak? Kandil için Hamas terör örgütü mü? PKK neden tek cephede çatışmaya yöneldi? PKK, Fethullah Gülen hareketinden ne bekliyor? Taban için, ne olursa “Gülen hareketiyle ittifak” ütopik olmaz? Kandil neden CHP-MHP koalisyonu hesapları yapıyor?

Bu soruları neden Miroğlu’na yönelttiğimiz yazarın portesi eşliğinde bir kez daha anlam buluyor.


Dedeleri öldürüldü, Musa Anter'in yanında ölümden döndü


Orhan Miroğlu’nun annesi Batmanlı Raman aşiretinden. Babası Midyatlı Muhallemi aşiretinin miri. Baba tarafından soyu Selahaddin Eyyubi’ye dayanıyor. Büyük dedelerinin hiçbiri eceliyle ölmedi; öldürüldü.

Orhan Miroğlu, 1970 sonrası gençlik hareketlerinde aktif rol aldı. DHKD-Devrimci Halk Kültür Derneği’nin Diyarbakır’da başkanlığını yaptı. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Aydın ve Diyarbakır’da öğretmenlik yaptı. 12 Eylül’de tutuklanan Miroğlu, 1988 yılına kadar Diyarbakır Cezaevi’nde kaldı. Tahliye olduktan sonra bir süre Midyat’ta ve Diyarbakır’da yaşadı.

Yakın akrabası olan Kürt aydını Musa Anter 1992'de pusuya düşürelerek öldürüldüğünde Miroğlu da yanındaydı. Cinayetten ağır yaralı olarak kurtuldu. Uzun yıllar Ankara’da tedavi gördü. Tedaviden sonra, can güvenliği olmadığı için Diyarbakır’a dönemedi ve Ankara’ya yerleşmek zorunda kaldı.

DEHAP ve DTP'de Genel Başkan Yardımcılığı yaptı. 2007 seçimlerinde Mersin'den DTP milletvekili adayı oldu, seçilemedi. Aktif siyaseti bıraktı. DTP’nin kapatılmasıyla birlikte, partiyle siyasi bir ilişkisi olmamasına rağmen, beş yıl siyasi yasak aldı.

“Dijwar”, “Çapraz Ateşte İki Halk: Türkler ve Kürtler”, “Hevsel Bahçesinde Bir Dut Ağacı”, “Barışa Dair Bir Hikâyemiz Olsun”, “Ana'ya Söyleyin Her Şey Bitti”, “Ona Zarfsız Kuşlar Gönderin”, “Affet Bizi Marin” ve “Ölümden Kalıma” adıyla yayımlanmış sekiz kitabı var.





‘Asıl eksen kayması, PKK’nin demokratik özerklik söylemi’


- Son günlerin en popüler söylemi “eksen kayması” ile başlayalım. Ama bir değişiklik yaparak, Kürt hareketindeki eksen kaymasını soralım; Murat Karayılan’ın, “Demokratik özerklik ilan etme hedefiyle hareket ettikleri” sözlerini nasıl okudunuz?

Türkiye’deki eksen kayması aslında “içeride” oldu. Bu sorduğunuz soru da buna işaret ediyor. Önce şunu belirteyim; Gazze hadisesi Türkiye’nin siyasi gündemini değiştirmeye yönelik büyük bir hamleydi. Kaldı ki etnik bir çatışmanın eşiğindeki bir ülkede din ve bayrağın buluşması son derece tehlikeli. Şimdi gelelim sorunuza, Kürt politikası açısından önümüzde çok tehlikeli bir dönemeç var ve bu dönemeçte en önemli işaret PKK’nin “Demokratik özerklik ilan edebiliriz” demiş olması. Ancak ne var ki kimse bu söylemi ciddiye almadı. Oysa fiili olarak Diyarbakır merkezli bir Kürt politikası, Türkiye’de bölünmeyi konuşmamızı gerektirecek bir şey. PKK’nin böyle bir imkânı var ve bunu kullanmaya karar verdiği anda hiç ummayacağımız değişimler yaşayacağız. Tam bir kopuş sürecine girebiliriz. Taha Akyol’un söylediğine katılıyorum, böyle bir ihtimalde Türkiye’nin bütün bölgeleri Türkistan’a döner. Bunun maliyeti bir iç savaştır. Dolayısıyla asıl eksen kayması Kürtlerin siyasi sistemden kopuşlarını, bu sistemle daha büyük sorunlar yaşamalarını doğuracak Diyarbakır merkezli demokratik özerkliğin tek taraflı olarak ilan edilmesidir. Böyle bir gelişme halinde, AK Parti’nin bölgedeki gücünde de önemli bir azalma olur. Ulusal manâda güçlü bir mahalle baskısı oluşur.


‘Demokratik özerklik ilanı halinde BDP seçimleri boykot eder’


- PKK’nın “Demokratik özerklik ilan ediyoruz” demesi halinde BDP kendini nasıl konumlandırır?

Hatırlarsanız, DTP’nin kapatılmasından sonra DTP’nin parlamento grubu, parti yöneticileriyle Diyarbakır’da toplanmış ve “Diyarbakır merkezli politika”ya karar vermiş, ama Öcalan’ın müdahalesiyle Ankara’ya, parlamentoya geri dönmüşlerdi. Dolayısıyla PKK böyle bir karar verdiği zaman, BDP’nin “Hayır olmaz” diyeceğini düşünmek gerçekçi olmaz. Biliyorsunuz şu anda zaten BDP, anayasa referandumunu boykot ediyor. Demokratik özerkliğin ilânı halinde de 2011’de seçimleri boykot etmesi muhtemeldir. 12 Eylül’deki referandum için bir hayır kampanyası yürütülecek, bu anayasa oylamasını boykot kampanyasıyla beraber, bu fikrin de -demokratik özerklik- Kürt halkına sunulacağını düşünüyorum.


‘Türkiye yüzünü İran'a, Hamas'a çevirdiğinde Kürtler yeni müttefik arar’


- Kandil “kesin bir ilan söylemi” yerine, şu anda olduğu gibi “Demokratik özerklik ilan etmeyi düşünüyoruz” gibi bir tutum izlerse?

Parti yapacağı çalışmalarda bunu dillendirip, bu ihtimalin her zaman gündemde olduğunu söyleyerek bunun propagandasını yapacaktır. Bakın önemli bir nokta da şu; bugün sadece PKK’de değil, Kürt toplumunda da siyasi tasfiye korkusu var. PKK’yi olumlamayan, Batı’da yaşayan, güç ve servet sahibi bazı Kürtler dahi bugün PKK’nin silahlı olmasını ve PKK’nin varlığını bir güvence olarak görüyorlar. Demokratik özerklik ilanı halinde, işe yarar mı, rahat bırakılırlar mı bilmiyorum, Batı’daki Kürtlerde Türkiye yurttaşı olarak kalma güdüsü gelişebilir, ama bu durum Doğu’da tam tersi bir psikoloji yaratır. Diğer yandan Avrasyacılık konseptiyle, Türkiye’nin yüzünü İran, Hamas, Ortadoğu’ya döndüğü bir dış politika ekseninde Kürtler kendilerine yeni politik müttefikler aramaya başlarlar ki, zaten Türkiye bugün bu konuyu konuşmaya başladı bile.


‘İsrail ve PKK’nin birbirini beslemesi yadırganacak şey değil’


- Hemen soralım o halde; İskenderun saldırısından sonra dillendirilen “İsrail-PKK işbirliği” iddialarını gerçekçi buldunuz mu siz?

Önce şunu söyleyeyim; İsrail olmadan da PKK’nin İskenderun’da olduğu gibi bu tip eylemleri gerçekleştirebileceğine dair kanaatim var. İşin istihbari kısmını kimse bilemez ama reel politiğin gereği olarak İsrail, bundan sonraki politikalarında Kürt sorunu ve Ermeni sorununu masaya sürecektir. İsrail’in politikası bu çerçevede Kürt politikası ile kesişecek ve PKK ile kamu diplomasisi bakımından, bu iki güç birbirini besleyen bir hale gelecekse bence bu yadırganacak bir şey değil.

- Kandil için Hamas bir terör örgütü müdür?

Kandil’in Hamas’ı bir terör örgütü olarak görebileceğini sanmıyorum.


‘Türkiye'nin İsrail'i karşısına alması PKK'yi memnun eder’


- Erdoğan’ın “one minute” çıkışının örgütteki yansıması nedir?

Türkiye’nin İsrail gibi önemli bir gücü karşısına alması Türkiye ile fiili olarak savaşan bir örgüt tarafından memnuniyetle karşılanır. İsrail ile kurulan askeri işbirliğinin en çok kime zarar verdiği ortada; PKK. Dolayısıyla buradan çark eden bir tutum, PKK tarafından memnuniyetle karşılanır. PKK halen uluslararası alanda İsrail’in temas kurabileceği meşru bir örgüt değil. Ama bu Kürt meselesi söz konusu olduğunda İsrail’in yapabileceklerini ertelemesi anlamına gelmez. Nitekim ertelemeyeceklerinin ve harekete geçeceklerinin belirtilerini görüyoruz.

- Nasıl?

ABD üniversitelerinde birtakım akademisyenler Netanyahu hükümetine başvuruyor; Ermeni soykırımı başta olmak üzere Kürt meselesi konusunda Kürtlere asgari olarak otonomi tanınması konusunda İsrail hükümetinin adım atmasını talep ediyorlar. Bu Kürt meselesinde önemli bir milattır. Biliyorsunuz ki Kürtler ve İsrail ilişkileri hakkındaki spekülasyonlar yıllara dayanır. Barzani ailesinin Yahudi olduğundan peşmergeleri İsrail’in eğittiğine kadar uzanır bu iddialar. Ama çok şükür biliyoruz ki bugün Kuzey Irak’taki Kürt statüsü İsrail’in değil, ABD’nin eliyle ve Kürtlerin ortaya koyduğu siyasi performansla gerçekleşiyor. İsrail’in buradaki rolü çok talidir. Ama İsrail’in bu rolü, bu söyleşiyi yaptığımız anda değişiyor olabilir! Kısa vadede bunun sonuçlarıyla karşılaşacağız.


‘Kürtler için İsrail öncü rol oynayabilir’


- Ne gibi sonuçlar öngörüyorsunuz?

Kürt meselesi uluslararası siyasetin temel meselelerinden biri haline gelebilir. Şimdiye kadar değil miydi derseniz, Türkiye’nin Kürt sorunu için söylüyorum. Hayır değildi. Kürtler Avrupa’da ve dünyada bunun politikasını yapamadılar. Ve Kürt sorunu sadece insan hakları ihlalleriyle gündemde kaldı. Siyasi manâsından boşaltılmış olarak… Şimdi ise durum değişiyor ve Kürtlere siyasi statü talep eden yeni bir dünya gündeminde, İsrail öncü rol oynayabilir. Bunun için de İsrail’in PKK ile anlaşma yapması gerekli değil.


'Türkiye-İran yakınlaşması İsrail ile PKK'yi yakınlaştırır'


- Türkiye- İran yakınlaşması, İsrail- PKK yakınlaşmasını hızlandırır mı?

Evet. Bu konjonktürde böyle bir şeyin doğması kadar normal bir şey olmaz. PKK, şu anda uluslararası güçler için her zamankinden daha güçlü bir kart. PKK’nin de bunu reddetme ve oyunu oynamama gibi bir şansı olamaz.

- Tam burada Reşadiye saldırısından bu yana dillendirilen bir değerlendirme var; “PKK, açılımı baltalayarak oynuyor?”

PKK’nin içinde bazı grupların savaşın devam etmesine ilişkin teşebbüsleri olabileceğini düşünebiliriz. Ancak bugün konu şu; Ortadoğu’da güçlü bir liderlik peşinde koşan bir Türkiye söz konusu olduğunda, ne ABD, ne de AB, PKK’nin askeri açıdan tasfiyesi için gönüllü olmayacaktır. PKK bunu görüyor. Dolayısıyla Kürt talepleri açısından çıtayı yükseltmiş bir PKK var karşımızda. Çıtayı yükseltirken de ellerindeki silahları araç olarak kullanacaklar. Benim bundan hiçbir şüphem yok. PKK şunu görüyor; savaşmak ona çok fayda sağladı. Diğer yandan PKK’liler 30 yıl sonra şunu da sorguluyor; Kuzey Irak Kürtleri devlet oldular, bizim payımıza ne düştü, biz ne kazandık? Bakın güncel bir örnek; Nevruz’da Süleymaniye’deydim. Ne diyorlar biliyor musunuz; “PKK’ye şu an burada siyasi çalışma şansı verilse, yasaklarla karşılaşmasalar, PKK bir yıl içinde KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) ve YNK (Kürdistan Yurtseverler Birliği) kadar önemli bir parti haline gelir.”


‘PKK, Türkiye’de şiddetli bir savaşa hazırlanıyor’


Büyük bir politik rekabet var orada. Ne YNK, ne KDP bütünlüklü bir Kürt ulusal birliği istiyor. “Bu parça bana yeter” gibi bir eğilim mevcut; “İran Kürtleri, Türkiye Kürtleri ne yapar; bu beni çok ilgilendirmez” gibi bir anlayış var. Fakat PKK bunu önemli oranda değiştirdi. İran’la savaşıyorlar; PJAK kısa süre önce İranlı bir generali öldürdü, İran Kuzey Irak topraklarına girdi. Baktılar ki iş ciddi, Murat Karayılan PJAK’a ateşkes çağrısında bulundu. Karayılan’ın açıklamalarını şu düzlemde okumak mümkün; PKK, Türkiye’de şiddetli bir savaşa hazırlanıyor olabilir. Dolayısıyla İran’da da çatışma yürüterek iki cephede savaşmak istemiyor. Bu bir. İkincisi, PKK, Türkiye’nin İran’la birleşip bölgede çok büyük askeri operasyonlara girişebileceği endişesini yaşıyor.


‘Reşadiye ve İskenderun bireysel değil, PKK’de bireysel inisiyatif olmaz’


- Güncel bir parantez açalım; Osmaniye’deki saldırıda bir üsteğmenin eşi de öldürüldü; bu Kandil’den bağımsız gerçekleşebilecek bir eylem mi; öyle değilse Kandil tüm endişelerine rağmen bilinçli olarak savaşı İran’dan Türkiye’ye neden çekiyor?

PKK’de hiçbir zaman bireysel inisiyatif olmaz. Ne Reşadiye, ne İskenderun, ne de bu olay, hiçbiri bireysel inisiyatif değil. Hele bu dönemde bağımsız bir inisiyatifin olabileceğine en ufak bir şans vermiyorum.


‘Kontrollü savaşı artık her iki tarafın da sürdürmesi imkânsız’



- O halde yine aynı yere geliyoruz; Kandil’in açılım alerjisi?

25 yıllık Kürt savaşında devletin ve PKK’nin “birlikte başardığı bir şey” varsa o da bu savaşı kabul edilebilir sınırlarda tutmaktı. Devlet de PKK de bu konuda “hassas” davrandı diyebiliriz. Etnik bir çatışma riskini savaşan her iki taraf da akılda tuttu. Kimseye bir faydası yoktu böyle bir şeyin. Savaş bir anda tırmanıyor, ama bu tırmanmayı periyodik ateşkesler, savaşa mola anları izliyordu. Ama bugün artık ok yaydan çıkmış, 20 yıl öncesinin kontrollü savaş politikalarını her iki tarafın da sürdürmesi imkânsız.


‘Ceylan’ın da, üsteğmen eşinin öldürülmesi de süreci baltalıyor’


Türkiye etnik bir çatışmanın riskini ciddi bir biçimde yaşıyor. Dağlarda değil artık bu savaş, daha içerlerde ve şehirlerde. O halde burada neyi konuşacağız, hangi açılımı; Türk toplumu Kürtler açısından iyi olan bir şeyi nasıl kabul edecek? Bir polis panzerinin Şırnak’ta Diren adında bir çocuğu ezmesi, Ceylan’ın parçalanması, şimdi üsteğmen eşinin öldürülmesi bunların hepsi süreci baltalıyor. Tek taraflı düşünmemek gerek.


‘Kürt siyasileri gerçeği söyleyebilecek cesareti bulamıyor’


- Hemen çift taraflı soralım; Reşadiye saldırısında Kandil, Ahmet Türk bile “yedi”; saldırıyı Türk’ün açıklamasından sonra adeta onu yalanlayarak üstlendi. Kandil, tek taraflı hareket etmiyor mu?

Kürt siyasi aktörleri henüz gerçeği dobra dobra söyleyebilecek cesareti kendilerinde bulamıyorlar. Korkak olduklarından değil, yanlış anlaşılmasın. Ama Kürtler adına sürdürüldüğüne inanılan bir savaş var ve bu savaş, otuz yıl boyunca, deyim yerindeyse “ortak bir ulusal hikâye” olarak tarih sahnesinde yer aldı. Bir Kürt ulusal psikolojisi oluştu. Bir çeşit mahalle baskısı da diyebilirsiniz buna. Kürt aydınları da, Kürt politikacıları da, bu ortak “ulusal” kaygılar nedeniyle çok sağlıklı şeyler düşünüp, sağlıklı şeyler söyleyemiyorlar. Söz bir yere kadar geliyor ve orada duruyor. Diyarbakır’da dershanenin önünde bomba patladı, “Bu PKK’nin işi değil” dediler. Reşadiye’de aynı şey oldu. “PKK bu işleri yapmaz” diye bir şey yok; yapar. Devlet, PKK’yi bir yere koymazsa, PKK bu işleri daha da kötü biçimde yapar. Emine Ayna şimdi, İskenderun saldırısından sonra PKK’nin savaşı merkezde sürdüreceğine dair bir değerlendirme yaptı; herkes kızdı. Ama kızmanın bir faydası yok, insanların hayatları kurtulmuyor böylece.


‘Ahmet Türk Reşadiye’nin PKK eylemi olduğunua inanmak istemedi’


Sonra Reşadiye’nin PKK’nin eylemi olduğunu belki Ahmet Türk az çok tahmin ediyordu, ama eylem o kadar inanılmazdı ki, Ahmet Türk de inanmak istemedi adeta. Burada problem şu; PKK, bu siyasi sürecin sonucunda kendi payına ne düşeceğini bilmiyor. Sivil Kürt politikacılarıyla kendi arasında olması gerektiği gibi sağlam ve güvenilir ilişkiler kurulamadı şimdiye kadar. PKK, mücadelenin sahibi, mücadeleyi bugüne taşıyan merkez güç olarak görüyor kendisini.


‘PKK siyasi gücünü kullanarak senaryoyu boşa çıkarmaya çalışıyor’



- Cevabınız önemli; yıllarca politika yaptınız, PKK’ya hak veriyor musunuz bu konuda?

Bunda hiç haksız sayılmaz. Ahmet Türksüz, Leyla Zanasız, yani sivil siyasi kadrolar olmadan yola nasıl devam edebileceğine dair kafasında net bir cevap yok. KCK ile bir deneyim yaşamak istedi, ona da devlet sert bir biçimde müdahale etti. Çok kaotik bir siyasi ortam var ve bu ortamın henüz PKK’ye bir şey sunduğu yok. Kendi geleceğini görmeyen bir örgüt böyle bir siyasi sürece niye inansın; senaryonun son sahnesinde ona ne düşüyor bilmiyor ki. O yüzden, siyasi gücünü koruyarak, senaryoyu boşa çıkarmaya çalışıyor, PKK’nin şu an yaptığı bu.


‘Reşadiye saldırısı en temelde savaş hukukuna uygun değildi’


- Büyük resmin fotoğrafını çekebilmek için tekrar soralım; Ahmet Türk, “Reşadiye PKK’nın işi değil” derken, PKK’nın bunu üstleneceğini tahmin edemedi mi?

Ankara’da politika yapmakla Kandil’de politika yapmak farklıdır. Ankara’da politika yapan, kamuoyunun siyasi hissiyatını görür. Reşadiye saldırısı en temelde savaş hukukuna uygun değildi, ekmek peynir almaya giden, çatışmanın içinde olmayan bir grup askeri vuruyorsun. (Gözleri dolarak devam ediyor) Ahmet Bey, bunu yadırgamıştır, ama Kandil’deki insan bu ruh halinde değildir, her şeyi savaşın bir sonucu olarak görür.


‘PKK çevrelerine göre CHP- MHP koalisyonu yarar sağlayabilir’


- Kandil’in güncel havasını öğrenmeye dair başka bir maddeye geçelim; Deniz Baykal’ın kaset olayı Kandil’in gündem değerlendirmesine nasıl girer?

Magazinsel bir olay olarak değil, böyle değerlendirmezler herhalde, ama CHP’yi yakından izlediklerini düşünebiliriz. Kandil’de şöyle bir beklenti olabilir; “CHP’deki değişiklik PKK’nin siyasi temas içinde olabileceği bir siyasi alternatif doğurabilir mi; böyle bir imkân kullanılabilir mi?” Aslında özellikle PKK çevrelerinde “CHP ve MHP koalisyonu bize yarar sağlayabilir” gibi bir kanaat oluşuyor. PKK’nin önde gelen liderleri bu koalisyonun bir federasyonu doğurabileceğine dair kanaatler belirttiler.

- Mantıklı mı sizce bu?

Bence hiç gerçekçi değil, AK Parti’nin kendileri açısından iyi bir sınav vermediğini, AK Parti ile çözümün olmayacağını, bu engelin CHP-MHP koalisyonu ile aşılabileceğini düşünüyorlar. “Bu kadar yıldır devlet ile savaşıyoruz. Kiminle savaşırsan onunla barışırsın. CHP ve MHP de devletin bir bakıma siyasi kanadını oluşturuyor” gibi bir temayül var.


‘Kürtler CHP’nin yeni söylemini çok merak ediyorlar ama…’


- AKP’li ya da BDP’li olmayan Kürtler ne düşünüyor?

BDP ve AK Parti arasına sıkışanlar giderek sessizleşiyor.

- Sessiz kalanların profilini nasıl somutlaştırırsınız?

PKK’yi işin başından beri olumlamayan, HEP’ten bu yana kurulan partilerin periferisinde kalmış, ama demokrat diyebileceğimiz, Kürt kimliği ve haklarından yana, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini hevesle isteyen, şiddeti dışlayan, büyük kentlerde yaşayan orta sınıftan insanlar bunlar. Politika yapmak isteyenler de var aralarında. CHP’nin yeni söylemini çok merak ediyorlar, ama Kılıçdaroğlu’nun işe Alevi ve Kürt olmadığını söylemekle başlaması bu insanlara umut vermiyor. Oysa bir Dersimli’nin CHP’nin başına geçmesi çok tarihiydi.


‘AKP’li olmayan Kürtler için bile Erdoğan, Kılıçdaroğlu’ndan makbul’


- Bu kitle için hangisi daha makbul; Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu?

Tayyip Erdoğan elbette.

- Neden?

CHP’nin Kürt meselesine dair zımni inkârı başlı başına bir neden. Oysa AKP siyasi çözüme yakın durmuyorsa da, bence bu parti, geleneksel inkâr politikalarından yana da değil.


‘Öcalan Fethullah Gülen'den değerlendirme bekledi’


- Ya Fethullah Gülen hareketi; taban için “Kürtler-Gülen ittifakı” ne olursa ütopik olmaz?

Gülen hareketi Kürt kültürü ve kimliği konusunda inkâr sürecini bitirdi. Ancak Gülen hareketinin Kürtler için ortaya koyduğu somut bir adım, benimsenmiş bir siyasi program yok. Böyle bir ittifak için Gülen hareketinin PKK konusundaki algısının yüzde yüz değişmesi gerek. Gülen hareketi açısından Kürt meselesi ve PKK ayrı meselelerdir; kilit nokta bu. Gülen hareketinin inkârı benimsemeyen tavrı değerli bir şeydir. Ama Kürtler artık orada değil maalesef. Verdikleri mücadelenin siyasi statü üzerinden kabulünü istiyorlar. Öcalan da söyledi; aslında Fethullah Gülen’den bu noktada bir değerlendirme bekledi. Bu konuda söylenecek bir iki lafın ne kadar önemli olduğunun Öcalan da farkında, herkes de farkında. Böyle bir şey, BDP ve AK Parti arasında yeniden bir diyalog kapısı aralayabilir. Şahsen cemaatten böyle bir açılım gelmesini çok isterim. Çünkü bu siyasi kilitlenmeyi ancak bu iki partinin diyaloğu açabilir, açılım politikalarına yeniden ancak bu koşullarda dönülebilir.


‘Keşke Emniyet teşkilatında Gülen’e inanan daha fazla insan olsa’


- Gülen cemaatinden gelebilecek böyle bir açılım bölgeden firesiz destek alabilir mi; somutlaştırmak için bir de şöyle soralım; Tunceli’de polise taş attığı için yargılanan Alevi, Kürt bir çocuğun ailesinin gündeminde “Emniyet Teşkilatı içinde F tipi örgütlenme” gibi bir madde olur mu?

Polis içindeki Gülen örgütlenmesinin abartılacak bir yanı olduğunu sanmıyorum. Zaten keşke Emniyet teşkilatında Gülen’e inanan çok daha fazla insan olsa.

- Neden?

En son Mavi Marmara meselesinde en aklıselim yorumu Pensilvanya’dan Fethullah Gülen yaptı. Fethullah Gülen hiçbir şekilde şiddetten yana değil. Mavi Marmara eylemindeki tutumu çok önemli ve çok düşündürücüydü. Bazı İslami kesimlerde, tam olarak cihad ruh hali yaşanıyorken, kendi konumunu sarsma pahasına ciddi bir müdahalede bulundu bence. Belki bu müdahalenin Mavi Marmara eylemine faydası olmadı, insanlar hayatını kaybetti, ama bence Fethullah Gülen’in söyledikleri bundan sonrası için önemli. Şimdi sorunuzu cevaplayayım; dolayısıyla İsrail söz konusu olduğunda bile bu şekilde düşünen bir kişi burada polise “Diren’i ezin” der mi? Şiddet devam etsin ister mi?