Gündem

'PKK Dağlıca da Karayılan'ı minder dışına mı attı?'

Ahmet Altan: PKK’yı kim temsil ediyor, PKK ile görüşmek isteyen olursa kiminle görüşecek, PKK’yı muhatap alacak olanlar PKK’da kimin sözüne güvenecek?

20 Haziran 2012 10:59

Ahmet Altan
(Taraf, 20 Haziran 2012)

 

Barış der demez...

 

Silvan, Apo’yu minder dışına atmıştı.

Dağlıca da Karayılan’ı minder dışına atıyor.

PKK’nın “barıştan” söz eden liderleri bizzat PKK’nın içindeki bir güç tarafından önemsizleştiriliyor, inanılırlıkları yok ediliyor, müzakerelerin dışına itiliyor.

Avni Özgürel’e “biz karakol baskını yapmıyoruz” diyen Karayılan’ın bu sözleri, Özgürel’in Neşe Düzel’le yaptığı konuşmada kamuoyuna açıklandıktan sonra 24 saat geçmeden PKK büyük bir karakol baskını gerçekleştirdi.

Bu, yaklaşık 300 kişilik bir PKK’lı grubun, ağır silahlarla gerçekleştirdiği bir saldırı, hazırlıklarının da epeyce sürmüş olması gerekir.

Ya Karayılan, “barış istediklerini, karakol baskınları yapmadıklarını” Özgürel’e söylerken yalan söylüyordu ki böyle bir durum Karayılan’ı bundan böyle güvenilmez biri kılar.

Ya da Karayılan’ın bu sözleri söylerken hazırlıklardan haberi yoktu ki bu da Karayılan’ın PKK’nın içinde “önemsiz” biri olduğunu gösterir ve bir daha kimse onunla görüşmez.

PKK’nın, sekiz askerin ve 10 PKK’lının ölümüyle birinci aşaması kapanan ve gelen haberlere göre 300 PKK’lının çembere alınmasıyla ikinci aşaması devam eden karakol saldırısı sadece Karayılan’ı değil, Barzani’yi, Talabani’yi, Leyla Zana’yı da “devreden çıkartmayı” amaçlıyor.

PKK’nın içindeki bir grup, bugün PKK’yı destekleyen insanların çoğunluğunun da artık “ne yapıyorlar, ne istiyorlar” dediği işler yapıyor.

Bu baskının “barışa” bir yararı olmadığı kesin.

Barış isteyenleri zor durumda bıraktığı da kesin.

Ama bu baskınla PKK’nın ne amaçladığı belirsiz.

İnsanlar öldü, ne oldu şimdi, Kürt meselesinin bundan nasıl bir kazancı oldu?

PKK ne kazandı?

Şu andaki görüntüsü, liderlerinin sözünün geçerli olmadığı, kendi içinde çatlamış bir örgüt görüntüsü.

PKK adına konuşacak olanın kim olduğu bile belli değil.

Apo, “durun” dediğinde durmuyorlar.

Karayılan, “karakol basma planları yapmıyoruz” dediğinde karakol basıyorlar.

PKK’yı kim temsil ediyor?

PKK ile görüşmek isteyen olursa kiminle görüşecek?

PKK’yı muhatap alacak olanlar PKK’da kimin sözüne güvenecek?

Her türlü barışı reddeden bir görüntü veren PKK ne, PKK kim, amacı ne?

Savaş, barışa ulaşmak için yapılır, bütün barış ihtimallerini reddeden bir savaş “kuşkulu” bir savaştır.

PKK da gittikçe daha kuşku verici bir örgüt kimliğine bürünüyor.

Devlet içinde “şiddeti yükseltmek” isteyenlerin destekçisi gibi davranıyor, “şiddetten başka yol yok” diyenlere malzeme sağlıyor ve barışın gelmesini isteyenlerin yolunu tıkıyor.

AKP’ye yönelik her türlü demokratik muhalefetin de önünü kesiyor.

Uludere’yi unutturmak için devletin en büyük yardımcısı sanki.

PKK’nın içinde birileri Apo’yu, Karayılan’ı kenara iterek savaşı sürdürmek istiyor, barışın hiçbir türünü kabul etmiyor olabilir ama barışı önlemeye güçleri yetmez.

Barışı önlemeye kimsenin gücü yetmez artık.

Barışın vakti geldi ve “vakti gelen” bir gelişmeyi durdurabilecek hiçbir güç yoktur yeryüzünde.

Olan, ölen çocuklara oluyor.

Aslında bitmiş bir savaşta ölüyorlar.

Ama artık bu savaşı kesin bir şekilde bitirmek için hükümetin de üstüne düşenleri yapması gereken günlerdeyiz.

PKK’nın içindeki bir güç bilmediğimiz bir nedenle her türlü barışı reddediyor, Karayılan’ın anlatımına bakılırsa tam barış olacakken Silvan’ı yaşıyoruz, Karayılan tam yeniden barışa dönmekten söz ettiğinde, Barzani, Talabani devreye girdiğinde karşımıza Dağlıca çıkıyor, belli ki “barış” için doğru adres değil artık PKK.

PKK, “silahları susturmak” için görüşülebilecek bir örgüt, sözü kendi örgütü tarafından ânında tekzip edilmeyecek güvenilir bir liderini bulabilirseniz tabii.

PKK ile “silahları susturmak” için görüşülsün ama kalıcı “barış” için asıl muhatap Kürt halkı.

Kürt halkının “müzakere” edilemeyecek haklarının verilmesi asıl barışı sağlayacak olan.

Türklerin sahip olduğu haklara Kürtler de sahip olacak, bu kadar basit, sonunda bu olacak ama o güne kadar böyle dirençle acı çekmenin ne anlamı var?

Hakların da ötesinde Kürtlerde “aşağılandıkları” duygusu yaratan “insafsızlıkları” da bitirmeli bu hükümet, Uludere katliamının hesabını vermeli, Kürtlerin kaldığı hapishaneleri dine de, ahlaka da, vicdana da aykırı biçimde bir “cehenneme” çevirmemeli, 40 derecede yirmi kişilik odalara 66 kişi sıkıştırıp onları susuz bırakarak işkence etmemeli.

Anladık, silahlar PKK ne yaparsa yapsın susacak, dünya bunu istiyor, çağ bunu istiyor, koşular bunu gerektiriyor ama tek amaç “silahların susması” olursa o silahlar gene konuşur, asıl amaç insanların ruhundaki yaraları sağaltmak, insanların bu topraklarda mutlu ve huzurlu yaşamasını sağlamak.

Ben yazı yazarken, şu anda, Dağlıca civarında bir yerlerde insanlar ölüyor.

Siz bu yazıyı okurken de ölmeye devam edecekler.

Çocukları kimsenin insafına terk etmeden, çocukların ölmeyeceği bir ülkeyi kurmanın zor olmadığını biliyorum.

Hakkaniyetli olmak yetecek çocukları yaşatmaya.

Bu kadar da ölümden yana olmayın artık, hakkaniyete bu kadar sırtınızı dönmeyin, Kürtlerin haklarını inkâr etmeyin.

Biraz da yaşatmayı denemenin zamanı hiç mi gelmeyecek bu ülkede?