Gündem

Perihan Mağden: Bütün anneler suçludur; kızının ilk adımlarını kaçırmak pahasına adaya giden Survivor Nagihan da

"Annelikte suçsuz olmak diye bir ihtimal, asla söz konusu değil"

09 Mayıs 2016 13:02

*Perihan Mağden

Çocuk yapmaya karar verenlere, özellikle kadınlara, anne adaylarına yani, söylenmesi gereken ilk 

ve belki de tek şey bu: Hayatın boyunca suçluluktan kıvranarak yaşamaya hazır mısın?

Suçluluktan müebbet yiyeceksin; farkında mısın?

Nasıl her ölümün refakatinde mutlak bir suçluluk duygusu varsa, kaçınılmazsa; annelikte de öyle.

Belki ölümün tam tersi olan doğum da, böylesi bir ölüm içeriyor.

Çocuk doğurduğun anda artık eski suçsuz benliğini öldürmüş oluyorsun. Kendi ellerinle.

Madem anne oldun, artık sonsuza dek suçlusun!

Survivor'da yarışan bir milli eski atlet var: Nagihan Karadere.

Onu izlerken geçenlerde bu ayrılmaz ikili: Annelik ve Suçluluk Duygusu gelip böğrüme çöküverdi.

Nagihan gelmiş geçmiş tüm kadın Survivor yarışmacıları arasında, en başarılı yarışmacı telakki ediliyor.

Hakiki bir zafer makinesi.

Kendisi de ''Benim rakibim Atakan'dır, Yattara'dır, buranın kadın yarışmacıları değil,'' diyor aklına estikçe.

''Ya, Nagihan'ın kadınlar kategorisinde yarışması, diğer kadın yarışmacılara haksızlık sayılmaz mı?'' dedirtecek kadar 

güçlü bir fiziğe sahip.

Bir zamanların Doğu Alman kadın atletlerini hatırlatıyor insana fiziği. Performansı.

Oysa spor geçmişine baktığımızda, 2003 Balkan Gençler Şampiyonası'nda aldığı altın madalyadan başka hemen 

hiçbir dişe gelir başarısı olmadığını görüveriyoruz.

Dünya Üniversite Oyunları'nda yarışmış, bayrak mayrak.

Sonra da 2012 Yaz Olimpiyatları'nda tabanca sesini duymadan çok önce koşmaya başlayıp diskalifiye olmuş!

Bu diskalifiye olma hadisesiyle çekmiştir belki de birilerinin alakasını. Adını Survivor'la duydum.

Hem kadın atletlerimizin, bir zamanlar göğsümüzü kabartan başarılarının doping eseri olduğunu öğrendiğimizden 

beri, başlarımız öne eğik.

Nagihan böyle büyük başarılara da imza atmamış. Bu başarıların arkasında yatan doping skandallarına da.

Tabanca sesinden ÇOK ÖNCE koşmaya başlayarak, diskalifiye olmuş! Şöhret anı, bu.

Karakterimiz kaderimizdir.

Nagihan'ı izleyince, tanıyınca Survivor'da; ''Tam da acullüğüyle kendini diskalifiye ettirecek biri'' dememenizin imkanı yok zira.

O kadar çok dedikodu yapıp, kumpas kurup, arkadan iş çevirip yüzlere bambaşka şeyler söyledi ki Nagihan; onunla ilgili 

güzel hisler içinde olmanın imkanı  yoktu.

Konu ''Anadolu Tipi Yalancılık'' olmayacaksa, düşünmezden geliyordum yarışmada.  

Ya da illet oluyordum bitmeyen zaferlerine. Sonsuz hırsına, azmine, nadiren kaybedince sinir krizlerine.

Fark ettim ki: Nagihan yalan söylediğinde, yalan söylediğinin farkında değil! (Anadolu/ Türk tipi?)

Onu izlerken insan bu topraklara has bir hastalığın kurbanı olduğunu anlıyor.

1 dediği 1 dediğini tutmuyor. Tutarlılık, devamlılık, denetimlilik hak getire!

Ama kendini öylesine cansiperane savunuyor ve lafı, öylesine bin dereden alıp yolda döke döke döke susuz, dermansız, içeriksiz bırakıyor ki-

Şaşıp kalmakla kalmıyorsun.

Görüyorsun ki; Nagihan mantıki olarak yediği herzelerin hiçbirinin farkında değil!

Nagihan'ın üyesi olduğu Ünlüler Takımı hiçbir iletişim ödülünü inat ve ısrarla kazanamayınca, bi kıyak yaptı ona 

memleketin Acun ''ağbisi'' ve de kızının görüntü kaydını izleme imkanı tanıdı.

Küçücük bebeğini bırakıp meğer bu yarışmaya katılmış Nagihan!

Kızının ilk adımlarını cep telefonu kayıtlarından izledi.

Birkaç hafta önceki ilk izlemede keyfi yerindeydi. ''Aaa, yürüyor benim kızım!'' dedi. ''Arı Maya'' dedi.

Sevgi, ilgi ve mutluluk içinde izledi bebeğini. Neşeye gark oldu.

Ama geçenlerde -zaten Atakan'ın bitmeyen ayak oyunlarından ve çok şerefli insan pozlarından yorgun ve bezgindi. 

Kulis arkadaşlarını da defalarca değiştirmiş, çoğunu yitirmişti. 

 Ünlüler Çetesinde al birini vur ötekine!

Hepsi (hadi yalancılık demeyelim) palavracılığın, tutarsızlığın, sağ gösterip sol vurmanın kitabını  yeniden, yeniden yazıyor habire. Bu nedenle de Ortamın Tayyibi Semih, cuk oturdu o takıma.

İşte Nagihan ikinci seferki izlemesinde kızını kırda koşuşurken görünce yıkıldı, dağıldı, parçalara ayrıldı.

Eminim tüm anneler de aynı hislere gark oldu Nagihan'la beraber.

Hele adaya dönüp (dost bilmek zaruretini hissettiği Yattara'ya) ağlaya ağlaya ''Çok büyümüş. Beni unutmuştur.

Kendimi ona hatırlatmam kimbilir belki de aylar, ne kadar zaman alacak!'' derkenki samimiyeti, yaralılığı, suçluluğu-

''Lan insan küçücük kuzusunu bırakıp bilmem kaç aylığına o adaya gider mi yahu'' dan, yuh'dan, muh'dan-

Zavallı zavallı zavallı Nagihan'a geçiş - kısa ve acısız oldu!

Zira Survivor ''Açlık Oyunları'' aynı zamanda.

Muhtemelen Nagihan'ın o yarışmadan gelecek parayla alacağı eve, ya da kazandığı ün sayesinde oynayacağı reklamdan gelen parayla-

Kızını o berbat, al birini vur ötekine, hepimizin beynini yıkayarak kakaladıkları ''özel '' okullardan birine göndermeye-

Nagihan'ın paraya ihtiyacı vardır!

Yoksa ne işi var kızının ilk adımlarını kaçırmak pahasına o adada? Ne, ne, ne?

Oysa Nagihan tek başına değil.

Zaten annelik bir suçluluk paketi.

Carlos Castaneda bir kadın anne olunca içinde oğlu olursa 7 yıl, kızı olursa sonsuza dek kapanmayan bir delik açıldığına dair bir yerli inanışından söz ediyor.

O kapanmayan deliğin adı : Suçluluk Duygusu!

Yalnız değilsin be Nagihan.

Arda Turan'ın annesi dahi, onu ilkokul üçteyken eve geç döndüğünde endişelenip patakladığı günün anısını, gelin arabalarının arkasına bağlanan teneke kutular misali ardından sürüklüyor olabilir. Şaşmam yani.

Ama erkek çocuk analığında, içinde oluşan deliğin yedi yılda kapanır olması da ilginç tabii.

Nagihan 2-3 gün boyunca ağlamaktan şişmiş, yumulmuş gözlerle dolaştı.

O gün ekrandan izlerken ''Fıstığım, prensesim!'' diye uğrunda gözyaşlarını sel ettiği bebeği için, halen de suçluluktan kıvranarak ağlıyor olabilir. 

Musluklar açıldı bir kere. Zemini suçluluk bastı.

Ağlama be Nagihan!

Annelikte suçsuz olmak diye bir ihtimal, asla söz konusu değil.

Öyle de suçluyuz, böyle de. Tüm anneler, hepimiz.

Dominiklere’de kaçsak, astronot olup ayda da yürüsek, suçluluk ensemizde.

Ve o korkunç his: ''Yeterince iyi anne değilim. Değilim. Yeterince-''


Bu yazı Nokta Dergisi'nde yayımlanmıştır