Gündem

Paşasının Başbakanı

‘Evinde zor zapt edilen’ yüzde ellilik desteğe, ‘kızlı erkekli evleri’ basma hakkını kendilerine verdiğini söyledikleri sandık başarısına rağmen 12 Eylül rejiminin ana direklerine asla dokunulmuyor

02 Aralık 2013 16:01

Mehmet Altan*

2004 yılında Milli Güvenlik Kurulu’nda alınan ve altında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın imzası da bulunan ‘Gülen’i bitirme kararı’nın ortaya çıkması, AKP cenahında şiddetli bir dalgalanmayla birlikte amansız bir savunma çabasına yol açtı.

Uygulanmadıysa neden imzalandığı ya da Gezi olaylarında olduğu gibi kendisinden daha güçsüzleri insafsızca ezerken ‘asla eğilmeyen yiğit’ efsanesiyle propagandası yapılan Başbakan’ın güç karşısında neden dik duramadığı, otoriterleşmenin gönüllü amigoluğunu yapan biatçı iktidar kanadında hiç sorulmadı, yüksek sesle sorgulanmadı.

Aksine, 2010 yılına kadar fiilen uygulandığını ispatlayan belgelere rağmen o kararın ‘yok hükmünde’ olduğu söylendi, dönemin zorluğundan dem vuruldu, bu ilkesizliğin konjonktürle sınırlı olduğu iddia edildi.

Hâlbuki iktidar partisinin sağlam ve güvenilir bir ilkesi yoktu ama ilkesizlikte tam bir tutarlılığı vardı.

Askeri vesayetle işbirliğinin daha önce ve daha sonra yaşanmasının yanı sıra 2008 yılındaki ‘muhteşem koordinasyon’ manşetlere kadar yansımıştı.

‘Nisyan ile malul’ olmaktan büyük çıkar sağlayan biatçıların hafızası anlaşılan o olayı da kayıtlardan silmiş, unutmayı tercih etmişti.

Daha önceleri, 27 Nisan e-muhtırasının da yolunu açan Şemdinli skandalında bombacı askerleri koruyan Büyükanıt’ın arkasında duran Başbakan, 2008 yılında da Aktütün haberleri nedeniyle medyayı tehdit eden Başbuğ’a sahip çıkmıştı.

‘Başbuğ’un üslubundan ve sertliğinden şikâyet edenler, önce dönüp kendilerine baksınlar’ diyen Başbakan’a göre Aktütün’deki olası ihmalleri sorgulayan yayınlar da terör propagandasıydı.

Genelkurmay Başkanı’nın ‘herkes doğru yerde dursun, dikkatli olsun’ tehdidine de destek veren Erdoğan, ‘biz doğru yerdeyiz, gerisini yanlış yerde duranlar düşünsün’ demişti.

Hedefteki Taraf Gazetesi de ağır saldırılara aynı sertlikte cevap vererek sözünü sakınmadan bu işbirliğinin adını koymuş ve ‘Paşasının Başbakanı’ manşetini sadece gazetenin birinci sayfasına değil tarihe de yazmıştı.

O manşetin atıldığı 17 Ekim 2008 tarihinden de bu yana epey zaman geçti.

2013 yılı itibariyle Başbakan Erdoğan ile askeri otorite ilişkisinde durum nedir, demokratikleştik mi, durum mu idare edildi, yoksa sadece vesayet mi el değiştirdi, bunu sağlıklı ve objektif bir şekilde değerlendirmemize yardım edecek bazı ölçüler var.

Durum tespiti yapmaya hala sır kalan Dolmabahçe görüşmesinin gizemli tarafı olan eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın bizzat canlı yayında ikrar ettiği 27 Nisan e-muhtırasının akıbetini anımsatmakla başlayabiliriz.

27 Nisan e-muhtırası, parlamentonun çalışmasını askıya alarak erken seçime gidilmesine yol açtı, düpedüz anayasal bir suçtu. Başbakan Erdoğan 27 Nisan’a yargı yolunu kapatmak için büyük çaba sarf etti, etmeye de devam ediyor.

Muhtıracı paşaya kol kanat geren iktidar partisinin bugün nerede durduğunu açıkça gösterecek olan ölçüyü belirleyen asıl soru ise şudur: AKP’nin 11 yıllık iktidarı sonunda 12 Eylül rejimi bitti mi yoksa yerli yerinde mi duruyor?

Bu sorunun cevabı çok net ve berrak.

Başta Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Yasası olmak üzere 12 Eylül rejimi sapasağlam ayakta duruyor.

Milli Güvenlik Kurulu da yaşıyor, Yüksek Öğrenim Kurumu da...

Genelkurmay, Başbakan’a bağlı bile değil, sadece ona karşı sorumlu.

Siyasal iktidar, kuvvet komutanlarını Genelkurmay Başkanı’nın onayı olmadan atayamıyor… Kıyaslama yapılabilsin diye söyleyeyim, İşveç’de albay rütbesi üzerindeki tüm kademeleri savunma bakanı atıyor.

‘Evinde zor zapt edilen’ yüzde ellilik desteğe, ‘kızlı erkekli evleri’ basma hakkını kendilerine verdiğini söyledikleri sandık başarısına rağmen 12 Eylül rejiminin ana direklerine asla dokunulmuyor.

Vesayet rejimi aynen muhafaza ediliyor.

‘Muhafazakârlık’ dedikleri belki de budur, bir diktatörlük ve baskı rejimini aynen muhafaza etmek. Muhafaza edilecek ‘değerin’ bir zorbalık anayasasında saklı olduğuna inanmak.

Onca zaman bekletildikten sonra AB’ye uyum yasaları faslından çıkarılan yeni Sayıştay Yasası’nda askerlerin harcamalarının ‘yerindelik’ denetiminin kötürüm edildiğini de not etmeliyiz.

Üstelik bunun tarihi çok yeni.

Halkın vergileriyle yapılan askeri harcamaların ‘yerindelik’ tetkiki halktan kaçırıldığı gibi askeri bürokrasinin maaşları da 11 yıldır halka açıklanmıyor. Üstelik gizli tutulan asker maaşlarının yanına yargı mensuplarınınki de eklendi.

Hukuk devletini yok eden askeri yargı da olduğu gibi korunuyor ve bu konuda anayasa referandumunda yapılan çok sınırlı anayasa tadilatı bile tam anlamıyla hala hayata geçirilmiyor.

Halktan dokuz yıl boyunca sakladıkları utanılacak imzaları gibi bunlar da ‘konjonktürel’ herhalde.

Ve belki de en korkuncu, siyasal iktidarın üzerini örtmek için her türlü gayreti gösterdiği Uludere’deki katliamın dosyası askeri mahkemenin sümeni altında tutuluyor.

Başbakan Erdoğan’ın, askeri uçakların gerçekleştirdiği katliam sonrasında dönemin Genelkurmay Başkanı’nı kutladığını da unutmayın.

‘Paşasının Başbakanı’ olmaktan öyle kolay vazgeçilmiyor, ülkeyi yönetirken 12 Eylül anlayışına sıkı sıkıya sahip çıkmanın bir sonucu bu çünkü.

İki yıldır üzeri şiddetle örtülen Uludere Katliamı sorgulanmadan 2004 yılındaki MGK Kararı, 2004 yılındaki MGK kararındaki imzalardan söz edilmeden de Uludere anlaşılmaz.

12 Eylül rejiminin yasaları yürürlükte ve Uludere Katliamı’nın failleri de karanlıkta kaldıkça bu derin ve karanlık ilişkiler sürüp gider.

Kenan Evren’in yasalarına sahip çıkılır, gizli pazarlıklarla ‘muhtıracı’ paşalar korunur, halktan saklanan imzalar atılıp ‘hepimiz dindaşız’ diye sırtı sıvazlanıp oyu istenen insanların okulları fişlenir, yoksul köylüleri paramparça eden katliamın sorumluları saklanır, Hrant Dink’in katilleri asla bulunmaz.

Askeri vesayetin suçları sivil giysilerle işlenmeye devam edilir…

Ta ki suçun askeri sivili olmadığı, 12 Eylül rejiminin her başbakanı, eninde sonunda ‘Evren Paşa’sının başbakanı’ yaptığı anlaşılana kadar.

*Bu yazı http://www.gazete360.com sitesinden alınmıştır