Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın katıldığı bir toplantıda tanıtımı yapılan yeni banknotlar ve üzerindeki portlerin seçimi eleştirileri de beraberinde getirdi.
Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. Dr. İlber Oltaylı, Milliyet gazetesinde pazar günü yayımlanan yazısında yeni banknotlar üzerine portresi basılan isimleri eleştirdi. Sadece Yunus Emre ve Itri seçimlerinde hemfikir olduğunu belirten Oltaylı eleştirilerini ve gerekçelerini 'Paralardaki seçimleri kabul etmek imkânsız' başlıksız yazısında şöyle sıraladı:
Geçen cuma günü Başbakanımız Tayyip Erdoğan ve Merkez Bankası Başkanımız Durmuş Yılmaz yeni banknotları basına tanıttılar. Şunu belirtmeliyim, Merkez Bankası Başkanımız seçildiği günlerde kendisine yapılan hücumların aksine mesleğini bilen, sorumluluk sahibi, doğruları ifade eden ve daima uzmanlara saygı gösteren bir kişiliği olduğunu göstermiştir.
Banknotların üzerine basılacak portrelerin tespiti için de bir kurul görevlendirmiştir. Bendenize de şeflerden bir hanımefendi telefon etti ve fikrimi sordu, ancak yanılmıyorsam bu sırada hem seçim hem basım işi bitmişti. Bununla birlikte seçilen portreler üzerinde fikir beyan etmek hakkım ve görevimdir.
Muhterem biriydi ama dünya tarihçiliğine mal olmamıştı
Dolaşımda en çok kullanılacak Beş Türk Lirası üzerindeki Ordinaryüs Profesör Aydın Sayılı’yı ele alalım. Seçkin bilim adamımızdı, Atatürk tarafından zekâsı dolayısıyla yurtdışına gönderildiği söyleniyordu, Harvard’da bilim tarihi doktorası yapmıştır. Bunun dünyadaki ilk bilim tarihi doktorası olduğu iddiası vardır.
Hoca muhteremdi, derindi, Türk tarih bilginlerinde maalesef eksik olan filolojik bilgi birikimi son derecede yüksekti. Bazı meşhur monografileri dışında büyük bir ilim tarihi sentezi yoktur, olması da gerekmiyor. Sevim Tekeli ve Esin Kahya gibi bu dalda hizmet veren seçkin talebeleri vardır. Lakin banknotların üstüne portresi basılacak kadar dünya tarihçiliğine mal olmuş bir isim değildir.
Matematik alanından isimlerle ortaya çıkmamızın anlamı yok
On Türk Lirası üzerindeki Ordinaryüs Profesör Cahit Arf matematikteki bazı katkıları ile bilinir. Ama bizim tarihimizde dahi lineer cebir üzerinde o zaman bile isim yapan Vidinli Tevfik Paşa ve gene Fransızca da okunan Erzurum müdafii Gazi Ahmet Muhtar Paşa vardır. Tarihimizde Öklit, Riemann. Lobaçevski veya Gauss olmadığına göre; bu alanlarda bazı isimlerle ortaya çıkmanın fazla bir anlamı yoktur.
Allah hocalarımıza rahmet eylesin. Piri Reis’in portresi yok, onu hiç değilse herkes biliyor. 17’nci asır mütebahhiri Katip Çelebi de kimsenin hatırına gelmemiş.
Bu toplumun ebediyen iftihar edeceği mimar, Sinan’dır
Yirmi Türk Lirası üzerinde Mimar Kemalettin Bey var. 19’uncu ve 20’nci yüzyıl kavşağı mimaride neoklasik denen devirdir. Bütün ülkelerin mimarları içinde klasik Yunan’ı, ortaçağ Gotik’ini, Bizans ve Morik (kuzey Afrika) geleneğini, Rusya’da olduğu gibi Novgorod-Moskova mimarisini taklit eden büyük mimarlar vardır. Mimar Kemalettin?Bey’in nereye oturtulacağı tartışılır. Bu toplumun ebediyen iftihar edeceği bütün dünyada tanınan mimar Sinan’dır.
Halide Edip Adıvar ve Sabiha Gökçen niye ihmal edildi?
Elli Türk Lirası üzerinde Fatma Aliye Hanım var. Ahmet Cevdet Paşamızın kızıdır. Bu banknota büyük tarihçi ve büyük hukukçu Ahmet Cevdet Paşa’nın resmini koysalar anlaşılabilirdi. Kızı merhume, babası tarafından tam bir Batılı-Doğulu hanımefendi olarak yetiştirilmişti. Şüphesiz Türk kadınının tarihinde öbür öncülerin arasında yeri vardır ama en önde değildir.
Beynelmilel bir entelektüel kişiliğe sahip, Hindistan kurtuluş mücadelesinde bile adı geçen Halide Edip hanımı niye ihmal ediyoruz? Niçin ilk pilot Sabiha Gökçen, ilk akademik ressamlarımızdan Mihri Müşfik hanım düşünülmemiş?
Sadece Yunus Emre ve Itri seçimlerinde hemfikirim
Bence beynelmilel şöhretleri henüz olmasa da ve yeterince dünyaya tanıtamasak da, sağcı-solcu, genç-yaşlı insanların üstünde birleştikleri iki değerimiz, bestekar Itri ve Yunus Emre’dir. Bu ikisinin dışındaki seçimle hemfikir olmadığımı söylemeliyim.
Kanunlarımızın ve gönüllerimizin ebediyen lider olarak benimsediği Atatürk’ün portreleri bütün banknotlarda tabii ki bulunacak. Fatih Sultan Mehmet gibi büyük bir mareşal ve hakiki anlamda bir Rönesans entelektüeli ve senyörü banknotlarda yok. Bir ara enflasyon banknotlarından birine basılmıştı. Mimar Sinan da öyle.
Muhteşem Süleyman’ın yani Kanuni’nin kocaman heykelini Macarlar Zigetvar sahrasına diktiler. Kudüs’te surboyu caddesi onun adını taşıyor. Bu memlekette ise Kanuni’nin doğru dürüst bir heykeli dikilmedi. Paralarda da ismi yok.
Böyle seçimleri kabul etmemiz mümkün
değildir. Gelecek sefer daha dikkatli olmak gerekiyor. Zira banknotlara basılan portrelerin
sadece millet değil, dünya tarafından tanınan ve o halkın ulusal kimliğini ören anıtsal şahsiyetler olması gerekir.
Kıskanılacak bir düzeydeydi
Metin And 1927 doğumlu, Galatasaraylı. Benim bildiğim kadarıyla hukuk fakültesi mezunu ama hiçbir zaman avukatlık veya yargıçlık yapmadı. 1957 ve 58’de
o zaman Demokrat Parti iktidarına karşı çıkan liberal siyasi hareket mensuplarının toplandığı Forum dergisindeki pek siyasi olmayan yazıları dışında, hiçbir parti ve siyasal grubun içinde görülmedi.
Forum’daki yazıları ilginçti; bu yazıların bazılarını “Bizans Tiyatrosu” adlı kitabında bir araya getirdi. 1950’lerde bir Türkün Bizantinist olmadığı halde bu başlık altında yayın yapması daha da ilginçti. Kuşkusuz Batı dillerindeki ikincil kaynaklara dayanarak yapılan bir çalışmaydı. Bu çalışmayı niye yaptığını bir seminerde kendisine sorduğumuzda “Kitaptan çıkan sonuç açık, Bizans tiyatrosu yok. Ama Bizans tiyatrosu dediğimiz gösteri faaliyetlerinin Roma ve Yunan ile ne ilgisi var ve kendisinden sonraki Anadolu Türk tiyatrosuna ne etkisi olabilir? Bunu araştırmak ve yorumlamak istedim. Benim saham ve sorunsalım Türk tiyatrosu” demişti.
Kendisinden bir sonraki kuşağa mensubum. Bununla beraber genç bir öğrenciyken de, orta yaşlı bir meslektaşı olarak da her zaman aynı samimi diyaloğu kurabildik. Mütevazıydı.
Sanatın toplumla olan bağlarını inceledi
Gözbağcılığı, illüzyonistlik hayatının bir döneminde tutkusu haline geldi. Bu tutkunun başlangıcı, gösteri sanatlarının temelinde gözbağcılığın yattığı şeklindeki kuramdı. Bu alanda sadece ilgili yayınları okumakla kalmadığı anlaşılıyor, bu zenaati yakından izledi; hem de sonunda seçkin seyirci gruplara gönüllü olarak gözbağcılığı seansları yapacak kadar.
Yurtdışındaki ustalarla temas ettiği gibi, ünlü Zati Sungur’la da dost olmuş ve sonunda ondan icazet ve kuşak alma derecesinde bu işi öğrenmişti. “Oyun ve Büyü” kitabı böyle bir faaliyetin sonunda doğdu. Dionysos ve Anadolu şenliklerinde Türk köy tiyatrosunun kökenleri üzerinde düşündü.
Metin And’ı en çok Osmanlı İmparatorluk protokolü, geçit resimleri, şenlikler ve bununla ilgili seyahatname ve gravürler ilgilendiriyordu. Paris National Bibliotheque ve Viyana’daki Avusturya Milli Kütüphanesi’ndeki baskı eserler ve seyahatnameler üzerinde çalıştı. Yazı hayatının son 20 yılında bu çalışmalarını “Osmanlı Şenliklerinde Türk Sanatları”, “40 Gün 40 Gece: Osmanlı Düğünleri, Şenlikleri, Geçit Alayları” gibi eserlerde ortaya koydu.
Doğrusu bunların baskısı da fevkaladeydi. Oysa yazı hayatının ilk evresinde bu dallara duyulan kısıtlı ilgi dolayısıyla birçok malzemeyi ihtiva eden “Gönlü Yüce Türk”, “Tiyatro, Opera ve Bale Sahnelerinde Kanuni Süleyman İmgesi” gibi kitaplarının iyi imkanlarla basıldığını söylemek mümkün değildir. Baskıları yenilemeli.
Türk tiyatro tarihine 20’yi aşkın eserle yeni bir yorum getirmiştir. Ama asıl önemlisi ortaoyunu üzerindeki yorumlarıdır. Karagöz hakkında yazdı. Bu alanda kendinden önce Helmuth Ritter’in ünlü derlemesi ve Cevdet Kudret’in yine “Karagöz” başlıklı geniş derlemesinin üzerine metin olarak bir şey getirmedi ama Karagöz denen gölge tiyatrosunun kaynakları, sanatçıları ve toplumdaki rolü üzerinde derlediği bilgiler ve ilginç yorumları vardır.
Zaten Metin And’ın Türk tiyatro tarihinde ve gösteri sanatlarındaki asıl yönelimi o sanatın toplumla olan bağlarını incelemek; Karagöz, ortaoyunu ve Türk tiyatrosunun doğuşu üzerindeki yanlış bilgileri tashih etmek gibi açılımlar olmuştur.
81 yıllık ömründe son zamanlara kadar yazması, araştırmalarını yeniden gözden geçirmesi ve icabında kendisini de tashih etmesi göze çarpan bir özelliktir.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Metin And’ın verimli çalışmalarının ve verimli öğretim hayatının geçtiği bir bölümdü. Bu bölümde Sevda Şener, Özdemir Nutku ve Melahat Özgüç gibi hocalarla kuvvetli bir öğretim kadrosu ve araştırma ekibi oluşturuyorlardı. Bu nedenledir ki arkalarından gelen genç kuşak da tiyatro ve tiyatro tarihi alanında başka dalları kıskandıracak bir düzey yaratmıştır.