28 Şubat'tan ders aldığını belirten eski Genelkurmay Başkanı emekli orgeneral Hilmi Özkök, 'Beni 28 Şubat'çılar gibi davranmamakla suçladılar. Asker elinin dokunmasının siyasetçi için ne kadar hayırlara vesile olduğunu öğrendim' dedi.
Eski Genelkurmay Başkanı emekli orgeneral Hilmi Özkök, Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli olmasının üzerinden üç yıl geçmiş olduğu halde hâlâ üzerine geliniyor olmasının nedenini, görevdeyken 28 Şubat sürecindeki gibi bir yöntem izleyip hükümetle alenen kavga etmemiş olmasına bağlıyor.
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli oramiral İlhami Erdil’in açtığı ‘içki içiyordu-içmiyordu’ tartışması üzerine görevdeki tutumu nedeniyle yeniden gündeme gelen Özkök, Radikal yazarı Murat Yetkin'e konuştu. Erdil’in davranışını anlamaya çalıştığını ve ‘hoş gördüğünü’ belirten Özkök, Yetkin'e yolladığı yazılı 'savunma'da, neden her siyasi tartışmada kendisinin üzerine gelinmeye çalışıldığının gerekçelerini, 28 Şubat sürecini, asker-hükümet ilişkilerini, askerin ‘irticaya’ bakışı ve Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde bu konudaki farklı yöntem anlayışlarının varlığını tahlil etti.
Erdil: Özkök'ü asla affetmeyeceğimErdil'e, Ziya Paşa'lı yanıtÖzkök, yazar Yetkin'in soruları üzerine şu değerlendirmeleri yaptı:
‘Sıradanlığa sığınmadım’
“Ben yaratılışım, aldığım terbiye ve eğitimim itibariyle hiçbir zaman sıradanlığın kolaylığına sığınmadım. Herkesin dediğini desem, herkesin yaptığını yapsaydım kimse bana sataşmazdı. Rahat bir emeklilik yaşardım.
Ama sıradan olmadım. İyi bir gözlemci olmayı, başkalarını en az kendim kadar akıllı bilip onların yaptıklarından dersler çıkarmayı, iyi bulduklarımı daha da ilerletmeyi, yetersiz bulduklarım için yeni yöntemler aramayı yeğledim.
Hep çağdaş bir Türkiye’ye ve onun şanlı ordusuna layık olan hedefleri arayıp bulmaya ve onları gerçekleştirmeye çalıştım. Uluslararası karargâhlarda çalışmak bana birçok farklı yaklaşımları görme fırsatı bahşetti. Geçmişin uygulamalarıyla yetinmek kolaylığı yerine, onları bu günün merceğinde inceleyip, yarınlara yakışacak hale getirmeye çalıştım.
Bunların hiçbirini sırf farklı görünmek için yapmadım. Ama sanırım kendimi iyi ifade edemediğim için bazılarınca anlaşılmadım, hatta yanlış anlaşıldım, kendilerine ters düştüğümü sanarak beni suçlamalarına sebep oldum. Belki de bazıları beni gerçekten anlamadılar. Bazıları anlasalar da ‘aslan terbiyecisi’ rolüne devam etmek için anlamazlığa geldiler.
‘
Hükümetle alenen kavga’
Ettiğim yemine sadık kalarak siyaseti TSK’ ya sokmamaya gayret ettim. Kanunların yapmamamı söylediklerini yapmadım, ama yap dediklerini hakkıyla yapmaya çalıştım. Ne yaman ironidir ki hükümetle alenen kavga etmediğim için benimle kavga edenler, demokrat olduğum için kınayanlar oldu. Koruma kollama görevimi kapalı kapılar ardında saygın bir şekilde tartışıp, bu görevi, muhataplarımı ikna yoluyla gerçekleştirmemden memnun kalmayanlar oldu.
Alenen söz düellosu yapsaydım beni coşkuyla alkışlayacaklar vardı. Ama ben kendimi kimseye dalkavukluk yapmak zorunda hissetmedim. Halkımı, ekonomiyi, dış politikalarımızdaki dengeleri olumsuz etkilemekten kaçınmamı suskunluk ve pasiflik olarak niteleyenler, gerektiğinde (Yüksek Askeri) Şura kararlarına şerh koyanları (Başbakan ve Milli Savunma Bakanı’nı kastediyor) ‘Bu hareket irticayı cesaretlendirir’ diye alenen uyardığımı duymazdan geldiler.
‘28 Şubat zorunluydu ama...’ “28 Şubat’ı ‘Bu bir sebep sonuç ilişkisidir, sebep ortadan kalkmadıkça sonuç değişmez’ diye değerlendirdiğimi görmezden gelenler, beni 28 Şubat’takiler gibi davranmamakla, suskun olmakla suçladılar.
Oysa ki 28 Şubat o günün koşullarının gerektirdiği zorunlu bir hareket tarzıydı. Asla suçlamam. Üstelik o kadroların ders alabilecekleri geçmişte bir 28 Şubat deneyimi yoktu. Ama benim vardı.
Ben iyi niyetlerle ne yapıldığını, kimleri göndermekle kimlerin yollarının asfaltlandığını gördüm. Evvelki olayları incelediğimde asker elinin dokunmasının siyasetçiler için ne kadar ‘hayırlara vesile’ olduğunu öğrendim. Bu nedenle benim tarzım farklı oldu.
Ben ulusun bütün dinamiklerinin harekete geçmesinin ve yapılacak işin, yapması gerekenler tarafından yapılmasının daha doğru olacağını değerlendirerek hareket ettim. Demokrasinin erdemine, onun zor, ama çok güvenli bir yol olduğuna daima inandım.
‘Erdil konusu farklı’
“Sayın İlhami ERDİL’in (Zamanının Deniz Kuvvetleri Komutanı) beni olumsuz bir yaklaşımla ve karakterim hakkında yanlış anlamalara yol açacak imalarla gündeme getirmesinin sebebi diğerlerinden farklıdır. Kendisiyle bir yıl birlikte çalıştım. Hem emir komuta hem de arkadaşlık bağlarımız sorunsuzdu.
Ancak bir idari soruşturmanın bulgularına göre kendisi hakkında savcılık soruşturmasına müsaade ettim. Bilindiği gibi General ve Amirallerin adli soruşturmasına izin verme yetkisi Genelkurmay Başkanını’ndır ve bu yetkiyi hiçbir komutan keyfi olarak kullanamaz. Durumu inceletir, inceler ve ne bir kimseyi haksız yere zan altında bırakacak soruşturma açtırır, ne de ciddi bulguları göz ardı ederek durumu örtbas eder.
Kol kırılır yen içinde kalır düşüncesi böyle konularda doğru olmadığı gibi bir mesleki ihanettir de. Sonuçta dava açıldı, adli işlemler yapıldı, mahkûmiyetle sonuçlandı ve hüküm uygulandı. Bu durumun sorumlusunun kim olduğu herkesin kendi takdiridir. Ancak Sayın ERDİL suçlu olarak kendini değil beni takdir etti ve beni asla affetmeyeceğini ilan etti. Durumuna ben de üzülüyorum. Bu nedenle derin acısını bana yansıtarak hafifletmek istemesini eski bir komutanı olarak anlayışla karşılıyor ve onu hoş görüyorum.”
Neden savunma?
Özkök, yakın tarihimize ışık tutan açıklamasının sonuna da şu notu düştü:
“Murat bey,
Bu bir cevaptan ziyade bir savunma oldu. Görev süremde sevenim de kızanım da çok oldu. Ama umarım emekliliğimin üçüncü yılına başlarken bu savunmayı yapmayı hak ettim. Beni haksız suçlamalarıyla o kadar çok incittiler ki, artık sükûtun altın olduğunu bana unutturdular. Tesellim o ki bütün bunlara rağmen kendime, fikirlerime ve beni olduğum gibi sevenlere ihanet etmedim. Doğrularımı yapmaktan ve inandıklarımı söylemekten korkmadım. ‘Ahlakı ahlaksızlar yapar’ diye bir özdeyiş vardır. Bakarsınız bir gün bana kızanlar yaptıklarımın sonuçlarını beğenir, beni hoş görürler. Ben onları hoş gördüm. Çünkü inanıyorum ki onlar da ulusu ve vatanı en az benim kadar sevmektedirler. Çözümlerimin onlarınkinden farklı olması nedeniyle bana yüklendiler. Hepsi sağ olsunlar.”
‘Şarap içmedi’ iddiası
Emekli orgeneral Hilmi Özkök’ün adı son dönemde 'ihaleye fesat karıştırmak’ suçundan hapis yatan ve rütbesi geri alınan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil’in Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’e yaptığı açıklamalarla gündeme geldi. Ertuğrul Özkök, geçen hafta köşesinde eski Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil’le yaptığı bir sohbeti aktardı.
Bu sohbette Erdil, şöyle diyordu:
“Masaya şarap servisi yapıldı. Herkesin önündeki kadehte kırmızı içecekler duruyordu. Bir ara galiba Aytaç Paşa (Dönemin Jandarma Genel Komutanı Emekli Orgeneral Aytaç Yalman) Hilmi Özkök’e seslenerek ‘O Hilmi, sen de şarap içiyorsun’ dedi. O da ‘Evet biz de heyete uyduk içiyoruz’ cevabını verdi.
Ancak tam o sırada Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu söze girdi ve şöyle dedi: 'Şarap içiyormuş? Önündeki şarap değil, kola.’
Kıvrıkoğlu kimsenin tepki vermesine izin vermeden hizmet yapan garsona dönüyor ve ‘Oğlum şuradan bir şarap getir. Hilmi de doğru dürüst içki içsin’ diyor.”
Mevlana'lı yanıtHilmi Özkök ise, Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila’nın bu iddiayla ilgili sorusunu Mevlana'dan bir şiirle yanıtlamıştı:
'Her lafa verilecek bir cevabım var,
Lakin;
Bir lafa bakarım laf mı diye,
Bir de söyleyene bakarım adam mı diye.”
İlhami Erdil’in sözünü ettiği yemekli ilgili bazı ayrıntıları öğrendiğini de belirten Fikret Bila köşesinde şunları da aktardı:
“Komutanlar yemeğe geçmeden önce, küçük bir kokteyl veriliyor. Hilmi Özkök Paşa da kokteyl aşamasında viski içiyor. Yemekte ise şarap ikram ediliyor. Özkök Paşa midesinden rahatsız olduğu için bira, şarap gibi içkiler içemiyor. O nedenle yemekte kola söylüyor. Ama yemeğe oturmadan önce viskisini içiyor.”