Cumhuriyet yazarı Özgür Mumcu ile bir dönem Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen Star yazarı Hüseyin Gülerce arasında başlayan tartışma devam ediyor. Mumcu, son olarak bugün (30 Temmuz 2017) yayımlanan yazısında "Hayatını Gülen’e yanaşarak kazanmış, kursağına geçen her akçe Gülen’den gelmiş, gerçekten itirafçı mı yoksa Gülen’in talimatıyla itirafçı taklidi mi yaptığı belli olmayan bu bukalemunu iddianameye tanık diye sokuşturan nasıl bir iradedir?" ifadesini kullandı.
"Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek" iddiasıyla tutuklanan ve tutuksuz yargılanan Cumhuriyet yönetici, yazar, muhabir ve avukatları hakkındaki davaya ilişkin iddianamede Gülerce, "tanık" sıfatıyla yer almıştı. Mahkemenin ara kararı sonrası sosyal medya hesabında duruma tepki gösteren Mumcu, Gülerce'ye yönelik olarak "Bana dava aç yiğidim. Hüseyin Gülerce. Gözlerinin içine baka baka seni ağlatmayan Ahmet Şık'ın arkadaşı, Uğur Mumcu'nun oğlu değildir" demişti.
Mumcu, Gülerce'nin "Babanın hatrına cevap vermiyorum" karşılığı üzerine de "Babamın hatrı sana kadar düşmedi" ifadesini kullanmıştı.
Özgür Mumcu'nun "Tarihin doğru yeri" başlığıyla yayımlanan (30 Temmuz 2017) yazısı şöyle:
Tarih göstermiştir ki siyasi davaların kazananları o davaların sanıklarıdır. Tarihte böyle bir davanın savcısı olup da sonradan hayırla yâd edilen kimse yoktur. Bu tarz davaların iddianameleri birer hukuki ucube olarak kayıtlara geçer. Ne delili delildir ne de akıl yürütmesi akıl yürütme.
Cumhuriyet davası da böyle bir dava. Bırakalım Akın Atalay, Murat Sabuncu,Kadri Gürsel ve Ahmet Şık’ın tahliye edilmemesini, bu iddianamenin mahkeme tarafından sanki hukuki bir metinmiş gibi kabul edilmiş olması bile anlaşılır değil.
Geçen hafta tarihi savunmalar izledik. Bir siyasi dava iddianamesinin nasıl delik deşik edildiğine, gücünü haklılığından alanların nasıl dimdik durduğuna şahit olduk.
Bu davaların bir özelliği daha vardır. Siyasi iradeyi sanık koltuğuna oturttukları savunmalarıyla aslında savcı konumuna gelir ve o iddianamenin sahiplerini yargılar. Cumhuriyet davası bu açıdan da müthiş önemliydi. “FETÖ”den müebbetle yargılanan savcının başlattığını, Gülen’e hakaret edemezsin diye Mine Kırıkkanat hakkında iddianame düzmüş savcı sürdürdü. Tarih, vicdan ve adalet önünde aslında kimin sanık kimin savcı olduğunu söylemeye herhalde gerek yoktur.
Sanıkların durumu bu. Peki, ya tanıklara ne demeli?
Fethullah Gülen’in ibrikçibaşı Hüseyin Gülerce’nin tanık, Kadri Gürsel’in sanık olduğu bir davayı kim, nasıl izah edebilir?
Hayatını Gülen’e yanaşarak kazanmış, kursağına geçen her akçe Gülen’den gelmiş, gerçekten itirafçı mı yoksa Gülen’in talimatıyla itirafçı taklidi mi yaptığı belli olmayan bu bukalemunu iddianameye tanık diye sokuşturan nasıl bir iradedir?
Zamanında Gülen’in kumpas davalarının sözcülüğünü yapmış, yazıp çizdikleriyle ordudaki subay tasfiyesine ve yerlerine darbecilerin gelmesine yardımcı olmuş bu şahsın lafıyla Cumhuriyet’e saldıranlar kime hizmet etmektedir?
Kimler, hangi amaçla parkeci, pideci, oto tamircisini delil diye yargıya yutturma azmindedir?
Cumhuriyet davasının Gülencilerle mücadeleyi sulandırmak haricinde nasıl bir faydası var?
Ne oldu? Korktuk mu? Eleştirilerimizi yazmaktan mı çekindik? İçeridekiler boyun mu eğdi?
Aksine mahkeme salonu ve adliyenin önü adalete susamış kararlı kalabalıklarla dolmadı mı?
Bu tuhaf davayı kim “dizayn” ettiyse bilmelidir ki ne amaçladıysa ters tepmiştir. İçeride kalanların derhal tahliye edilmesi ve Türk yargısına Hüseyin Gülerce lekesini sürenlerin amaçlarının tespiti sağlanmalı.
Tahliye olanlara gazetenize hoş geldiniz diyoruz. İçeridekilerle kucaklaşacağımız günü bekliyoruz. Hepsiyle gurur duyuyoruz. Savunmalarıyla tarihin doğru yerinde durduklarını ispat ettiler. Yanlış yerinde duranlar ise gülümseyebilirler, tarih fotoğraflarını çekiyor.