Gündem

Ovadya: Hoşgörü değil eşitlik isteriz

Türk Musevi Cemaati Başkanı Silvyo Ovadya: Ben Türküm ve hoşgörü istemiyorum. Bana Anayasa ve demokrasi yeter

03 Şubat 2009 02:00

Türk Musevi Cemaati Başkanı Silvyo Ovadya: Ben Türküm. Misafir değilim, yabancı değilim, tıpkı sizin gibi bu ülkenin bir vatandaşıyım. Bana Anayasa ve demokrasi yeter.

Türk Musevi Cemaati Başkanı Silvyo Ovadya, Başbakan Tayyip Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında Davos'ta yaşanan krizi ve sonrası yaşananları değerlendirdi.
Ovadya, Milliyet'ten Devrim Sevimay'ın sorularını yanıtladı. 

  
Türk Musevi Cemaati Başkanı Silvyo Ovadya’yla israil’i, Hamas’ı, Gazze’de yaşanan vahşeti ya da Davos olayını özellikle konuşmadık. Bu söyleşide Peres yok! Ol mert yok! Meşal yok! Abbasyok! Ne İsrail, ne Filistin halkı; bu kez sadece biz varız. Bizim burada kendi yaşadıklarımız, kendi aramızda konuştuklarımız, kendi kendimize ettiklerimiz ve tabii bir de kendi Yahudilerimiz var.

O yüzden lütfen bu sohbeti bir tür "ev hali" gibi kabul edin. Hani kardeşler arasında sesi en az çıkanlardan birinin, bir gün kalkıp içini dökmesi gibi... Üstelik anlattıkları sadece kendisi değil; belki de daha fazlası biziz:

Önce soralım:"Yahudi"mi,"Musevi"mi; hangi ifadeyi kullanmamızı tercih edersiniz?
Bizim için hiçbir tercih yok. Sonuçta bütün dünya lisanlarına baktığınız zaman tek bir kelime var; İngilizce’de"jew", Fransızca’da"juif", Almanca’da"jude". Şimdi tabii bazıları "Biri din, biri ırk" diyecektir ama şahsen ben Yahudiliğin bir ırk olduğuna inanmıyorum, Yahudilik sadece bir dindir.

Bir Kuzey Afrika Yahudi’siyle bir Norveç Yahudi’si birbirine benzemez. Bir Türk Yahudi’si ne İsveçli Yahudi’ye benzer, ne de Afrikalıya... Hâlbuki görüyorsunuz, mesela Hintliler nerede yaşarsa yaşasın hepsi birbirine benzer.

Yani bu kelimelerden hangisi ilk aklımıza geliyorsa onu kullanmamızda bir sorun yok, öyle mi?
Hayır, hiç fark etmez. Ama tabii şunu da söyleyeyim: Bizim cemaatin gazetesi Şalom, 1984’te daha gençlerin eline geçti ve bir anlamda sahip değiştirdi. Musevi kelimesi Musa’dan gelme anlamında, hep sanki daha kibarlık olsun gibi kullanıldığından Şalom, o dönemde ısrarla "Yahudi" kelimesini kullanmaya başladı.

Bir tepki olarak mı?
Tabii,"Pis Yahudi","Korkak Yahudi","Cimri Yahudi" gibi küçültücü ifadelerden gocunmayan gençler bilinçli olarak, sırf bunun üzerine gitmek için özellikle "Yahudi" ifadesini kullandılar. Çünkü biliyorsunuz, Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde bile bu tabirler yer almış, ama sonra zamanla azalmıştır.

Tamam, o zaman biz de "Yahudi" diyelim; nedir 21 Aralık’tan bu yana Yahudi cemaatinin hissiyatı?
Herkes tedirgin tabii, ama bu da ilk kez olmuyor. Ne zaman Ortadoğu’da bir savaş çıksa tüm dünyada antisemitizm daha fazla körüklenir. Bunun da birinci sebebi dünyada tek bir Yahudi çoğunluklu devletin olması.

Eğer birden fazla Yahudi kökenli devlet olsaydı böyle olmazdı, ikinci sebep de bir israilliyle bir başka ülkenin vatandaşı olan Yahudinin çoğu zaman ayırt edilememesi. Türkiye’de yaşadığımız sorun da bu zaten. Bizi hep israil’in bir parçası olarak görüyorlar.

’İsrail’in bir parçası değiliz’

Peki, nedir İsrail’le aranızda kurduğunuz bağ?
Dinden dolayı bir sempati var. Nasıl Türkiye’de birçok kişinin Filistin’e veyahut Suudi Arabistan’a büyük sempatisi var, bu da aynı onun gibi... Ama bunun ne utanılacak, ne de başka bir ters tarafı var. Sonuçta Yahudi çoğunluklu tek ülke… Orada herkesin akrabaları yaşıyor.

Kaldı ki şunu da söyleyeyim: Az önce belirttiğim aşağılayıcı tabirlerin dünyada daha az kullanılır hale gelmesi İsrail devletinin varlığıyla gerçekleşmiştir. Oradaki Yahudi imajının yükselmesiyle İsrail dışındaki Yahudilerin imajı da düzelmiştir. O zaman da elbette kendiliğinden, insanın doğası gereği bir sempatiniz gelişiyor, ama bu da bizim İsrail’in bir parçası olduğumuz anlamına gelmiyor. 
Hoşgörü 500 yıl önceydi, artık hepimiz Türk’üz ve eşitiz. Anayasa ve demokrasi yeterli benim için, bunun dışında benim başka bir şeye ihtiyacım yok. Ben misafir değilim, ben yabana değilim, tıpkı sizin gibi bu ülkenin bir vatandaşıyım. Tek isteğimiz de bunun böyle kabul edilmesi ve bize genellemeler yapılmaması. 
 
Orada bir "genelleme" hatası var yani?
Evet, bizim bütün derdimiz zaten o. Yoksa İsrail’in politikasını herkes eleştirebilir, ona saygımız var; ama İsrail aleyhine başlayan her konuşma birden "Kahrolsun Yahudiler" şekline dönüşebiliyor. Biz işin o İsrail kısmıyla ilgilenmiyoruz, ama Yahudi kısmıyla ilgileniyoruz. Çünkü dinimize hakaret edilmesini istemiyoruz. Ve bunu da en iyi Müslüman kardeşlerimizin anlayacağını düşünüyoruz.

500 yıllık misafirlik bitmedi

Psikolog Leyla Navaro’nun Radikal’e yazdığı, çok yankı uyandıran yazısında da, Şalom’da çıkan son yazılarda da hep bir sükûtu hayalden söz ediliyor; cemaat neyin sükûtu hayalini yaşıyor?
Bakın, yabancı gazete veya ajanslardan açıp bize "Nedir sizin en önemli sorununuz" dediklerinde" Türkiye’de bizim hiçbir zaman ne dini ibadet gibi bir sorunumuz olmuştur, ne de başka konular için olmuştur" diyoruz. Tabii ki bazı kısıtlamalar olabilir, mesela bir Yahudi büyükelçi hiç gördünüz mü ya da Yahudi bir subay... Ancak bizim sükûtu hayalimiz başka: Siz askerliğinizi yapıyorsanız, gereken tüm vatandaşlık ödevlerinizi yapıyorsanız, Türk kültürüyle yoğruluyorsanız ve Türkçe dilini kullanıyorsanız "Ya bu adam da burada yabancı" dendiği zaman işte o bizim çok ağırımıza gidiyor.

Dışlanmak mı?
Hayır, dışlanmak değil bu, yabancı olarak kabul edilmek. Mesela ben daha evvel bir sitede oturuyordum, geldi sitenin yöneticisi, gayet iyi niyetli bir şekilde "Siz Türkçeyi ne güzel konuşuyorsunuz" dedi. Düşünün benim Türkçe konuşmama hayret ediyor. Ne konuşacaktım ki, ben Türküm. Ama yapacak bir şey yok tabii, varsın hayret etsin.

Yani bu 500 yıllık misafirlik bir türlü bitmedi mi diyorsunuz?
Hayır, ne yazık ki bitmedi. Yurtdışına çok seyahatim oluyor, sorulduğu zaman da kimliğim için ben "Türküm" dışında bir şey kullanmıyorum. Kaldı ki ben Türk olmakla gurur da duyuyorum. Bundan hiçbir kaçacak tarafım yok.

Evet, belki kendi isteğimle bu topraklarda doğmamış olabilirim, ama kendi isteğimle burada yaşıyorum.

Galiba zaten Türk Yahudileri için hep bütün diasporada ülkesine en sadık millet denir, değil mi?
Aslında genelde öyledir, çünkü bir kere bu bizim dinimizde var. Dualarımızın arasında "Yaşadığın ülkenin kanununa sadık kalma" duası vardır ve bizim için önemli bir duadır. Elbette ki bugün çok büyük bir sayı olmayabiliriz, Türkiye’de toplasanız 23 bin Yahudi’yiz. Ama günü geldiği zaman Türkiye’nin menfaatleri için gereken her türlü şeyi yapıyoruz ve daha da yapmaya hazırız.

Mesela?
Mesela yurtdışında Türkiye’nin yararına olabilecek her türlü münasebetin kurulmasında biz varız. Ve bu her parti, her hükümet için geçerli. Yeter ki Türkiye’nin menfaati olsun. Hatırlayın, 1974’teki Kıbrıs ambargosunun kalkması için giden sanayici grubunun başında Sayın Jak Kamhi vardı, 35 sene zarfında da hep Türkiye’ye hizmet etti. Yahudi cemaatinde de böyle hareket edenler çoktur.

’Ben hoşgörü istemiyorum’

Hal böyleyken ikide bir"500 yıl önce sizi biz kurtardık" diye hatırlatılınca da herhalde can sıkıcı oluyordur?
Tabii ki can sıkıcı... Düşünün, Jak Kamhi’nin kurucu başkanı olduğu 500.Yıl Vakfi’nın 1992’de yaptığı bazı açıklamalar bile cemaatimizi rahatsız etmişti. Belki sempatik bir yaklaşımdı, ama "Türk devletine hoşgörüsü için şükran" lafı incitti bizi. Elbette 1492’deki Türkler Yahudilere büyük hoşgörü gösterdi ve Yahudiler buna elbette şükran duyuyor. Ama bu 1492 yılı için geçerliydi, bugün için artık geçerli değil.

Ben bugün hoşgörü istemiyorum. Burası benim vatanımsa kim, niye bana hoşgörü göstersin ki? Siz de aynı hakka sahipsiniz, ben de aynı hakka sahibim. Yani Lozan Antlaşması olmasaydı ne olacaktı?
Bugün Fransız Yahudileri veya İngiliz Yahudileri Lozan Antlaşması var diye mi sinagoga, Yahudi okuluna gidiyorlar? Hayır, onların Lozan’ı yok, hoşgörüleri falan da yok, ama demokratik hakları olduğu için adam Fransa’da 110 tane Yahudi okulu açıyor.

Aslında siz de Lozan’la değil, Türkiye’nin anayasasıyla korunmak istiyorsunuz, öyle mi?
Evet, anayasa ve demokrasi yeterli benim için, bunun dışında benim başka bir şeye ihtiyacım yok. Ben misafir değilim, ben yabancı değilim, tıpkı sizin gibi bu ülkenin bir vatandaşıyım. Tek isteğimiz de bunun böyle kabul edilmesi ve bize genellemeler yapılmaması.

Neden hep "genelleme" diyorsunuz da "ırkçılık" demiyorsunuz?
Hayır, ben kimseye "ırkçı" diyemem. Bizim tek sorunumuz çoğunluğun sayıca az olanı kendinden görmemesi ve ona yönelik çok yanlış genellemeler yapması. Yoksa Türkiye’nin tamamında bir antisemitizm olduğuna biz kesinlikle inanmıyoruz.

Şu son haftalarda Türk Müslüman vatandaşlardan o kadar çok pozitif e-posta’lar geldi ki... Biz dinen de, kültür olarak da Türklükte antisemitizmin yeri olmadığını biliyoruz.

Peki, bu genellemeleri kırmak için sizce ne yapmak lazım?
Herkesin yapacağı bir şeyler var, ama ben bizim yapmamız gerekeni söyleyeyim: Türkiye’deki Yahudilerin en önemli sorunları kendilerini tanıtamamak. Tabii 20 bin kişinin 71 milyona kendini tanıtması o kadar da kolay değil.

Düşünsenize Yahudilik hakkında pozitif düşünmeyen bazı kültürlü kişiler bile Yahudi arkadaşlarına "Ama sen başkasın" der. Şimdi o kişi tanıdığı Yahudi’yi pozitif görüyor, ama kalanı için görüşünü değiştirmiyorsa demek ki bizim de kendimizi çok daha fazla tanıtmamız lazım.

Biz 2 bin yıl önce de Anadolu’daydık

“Biz sadece 500 yıldır burada değiliz. Antakya Yahudi Cemaati, Anadolu’ya geleli iki bin yıl oluyor. İzmir’in Sardis harabelerinde sinagogun yaşı iki bin. 1453’ten önce İstanbul’da Romanyotlar (Bizans Yahudileri) vardı. Orhan Gazi, 1300’lerde Bursa’yı aldığı zaman, oraya ilk önce Yahudileri yerleştirdi. Balat’taki Ahrida Sinagogu da 1300’lerde yapılmıştır

500 yıl evvel de gelip sığınmışlar tamam, ama akın akın da tıp doktoru, mühendis gelmiş o zaman. Osmanlı’nın yükselme devrine çok önemli katkıları olmuş. Yani 500 yıl retoriğinin dışında da söylenecek çok şey var


’Sokağın nasıl algılayacağı düşünülmeli’

Cumhurbaşkanı Gül İsrail Filistin arasındaki savaş için’ dini değil siyasi’ dedi; destek vermek adına Navaro’yu aradı; Gül’ün bu tür tutumları sizi rahatlatıyor mu?

Cumhurbaşkanımızın özellikle bunun bir din savaşı olmadığını vurgulayan açıklaması bizim için çok önemliydi, ama sadece onun değil, Başbakanımızın da, Sayın Baba can’ın da, Sayın Çiçek’in de ortalığı yatıştırmaya yarayacak tüm açıklamaları bizi rahatlatıyor.

Peki, bu son bir aydır Başbakanca hiç gücendiğiniz oldu mu?
"Ben antisemitizme karşıyım" demesi çok faydalıydı, ama tabii ki bazı söylemleriyle hemfikir olmayabiliriz. Eminim özel olarak değil, bir bütünün parçası olarak bu şekilde bir politika benimsedi, ama o politikanın bazı yerlerinden ne yazık ki biz zarar gördük. Hele de bazı konuların daha fazla din eksenine alınmasına tabii ki kırıldık. Yoksa siyasi söylemler elbette her şekilde olur, ama o söylemi sokağın nasıl algılayacağını da hesaba katmak gerekmiyor muydu?

Alınan tedbirler bazen aşırılığa bile kaçıyor’

Siz kaç yaşındasınız?
54.
Türkiye’de bu dozda bir havayı daha önce hiç hatırlıyor musunuz?
Hayır, bu dozda hiç hatırlamıyorum. Mesela iki sene evvel de Lübnan meselesi vardı, o zaman da stadyumlarda "Kahrolsun Yahudiler" diye bağıranlar olmuştu, ama böyle yoğun bir dönem hiç olmamıştı. Belki de seçimlerin etkisiyledir, fakat siyasal söylemin destek vermesi özellikle bazı çevrelerde işi daha fazla antisemitizme dönüştürdü diye düşünüyoruz.

En çok nelerden rahatsız oldunuz mesela?
Mesela "Bu senin kitabında yok","Sen Musa’nın çocuğu olamazsın" yazılı bilboardlar din eksenli olduğu için bizi incitiyor. Üstelik bu ilanlar önce bilboardlardaydı, şimdi binaların üzerine giydirilmeye başlandı. Düşünün, 11 Eylül’de ikiz kuleler havaya uçtuktan sonra Times meydanına Kuran’dan bir ayet konsa, altına da "Sen ne biçim Müslümansın" diye yazılsa, önünden her geçişinizde siz rahatsız olmaz mıydınız?’ 

“Sinagoglarda azalma oldu”

Günlük hayatınızda neler oluyor; mesela bir aydır sinagoga daha mı az gidiyorsunuz?
Bizim gözlemimiz sinagoglarda yüzde 20 gibi bir azalma olduğu, ama bu geçici bir şey. Daha az ortalıklarda görünmek gibi bir tercih haliyle oluyor, fakat şunu da söyleyelim: Bir aydır hiçbir fiziksel saldırıyla karşılaşmadık. Ayrıca İstanbul Emniyeti bütün sinagogları inanılmaz bir güçle koruyor.

Yani alınan tedbirler açısından içiniz rahat mı?
Hatta aşırılığa bile kaçıyor ve o da tepkiye neden oluyor. Mesela Emniyet, sinagog var diye bir sokağa girişi kapattığı zaman oradaki esnaf ne yapıyor, dev bir Filistin bayrağı asıyor. Haklı da, çünkü esnaf inanılmaz zor şartlar altında iş yapıyor. Bu güvenliğin azaltılması için bizim İstanbul Emniyet Müdürü’yle bir görüşmemiz oldu, o da "Bizim işimizi bize öğretmeyin" dedi. Tabii onlar da haklı. Sonunda içinde Yahudilerin de olduğu bir grup esnaf imza topladı, vilayete verdi. Çünkü haklılar.

Hutbelerle ilgili bir girişiminiz oldu mu?
O konuda gerek İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı, gerek de Diyanet İşleri Başkanı Sayın Ali Bardakoğlu’nun çok pozitif yaklaşımları var. Şöyle söyleyeyim, iki hafta evvel beni Sayın Bardakoğlu bizzat kendisi aradı, özellikle Cuma hutbesinde milleti sağduyuya çağıran bir hutbe okunacağını söyledi. Ve bizim talebimizle de değildi bu.

Okullardaki saygı duruşu

En ciddi rahatsızlığı ne zaman yaşadınız?
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan bir dakikalık saygı duruşunda. Okullarda nelerin olabileceğini düşününce gerçekten çok rahatsız olduk. Üstelik akabinde de Gazze’yle ilgili bir resim ve bir kompozisyon yarışması düzenleniyordu. Yani"en kanlı resim, en iyi resim olacak"demekti ve bu da 7 yaşındaki çocuklardan itibaren yapılacaktı. Biz hemen o akşam birkaç AKP’li milletvekili dostumuzla görüştük. Onlar Sayın Bakan’ı aradılar ve hemen geri çekildi.

Hiç okullarda yaşanan tatsız bir olay kulağınıza geldi mi?
Tabii, mesela çok da başarılı olan bir Yahudi çocuk teneffüse çıktığında iki üç öğrenci yanına gelip tekbir getiriyor. Üstelik bu da yabancı tedrisatla eğitim yapan bir okulda oluyor.

Peki, biz şöyle bir şey duyduk doğru mu; bir sinagogu koruyan polis ekibine siz yemek vermişsiniz, ama bazıları "Biz Yahudi yemeği yemeyiz" diye almamış?
Doğru, oldu bu, ama olabilir. Sonra galiba görev yerleri değiştirildi, ama böyle düşünmeleri tabii ki üzücü oldu bizim için.

Fenerbahçe taraftarı

Türk Musevi Cemaati Başkanı ve Türkiye Hahambaşı Müşaviri Silvyo Ovadya, 1955 İstanbul doğumlu. İTÜElektronik Mühendisliği Bölümü mezunu. Askerliğini Kıbrıs’ta yedek subay olarak yaptı. 14 yıl Şalom gazetesinin genel yayın yönetmeni, daha sonra da cemaatin basın sözcüsü olarak çalıştı. Son beş yıldır cemaatin başkanı. Bu yılın sonunda büyük bir olasılıkla görev süresi dolacak olan Ovadya sanayici, evli, iki çocuk babası ve bir Fenerbahçe taraftarı...