Karar yazarı Taha Akyol, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Murat Çetinkaya’nın süresi dolmadan görevden alınmasını tarihten örnekler vererek değerlendirdi. Akyol, Osmanlı'da şeyhülislamların yüzde 12 civarında faize onay vermek zorunda kaldığını, şirketlerin yaygınlaşmış olduğu Avrupa’da ise faizin yüzde 4-5 düzeyinde olduğunu söyledi.
"Gelişmekte olan ülkelerde faiz daha yüksektir, çünkü 'sermaye' yetersizdir. İlaveten risk faktörü de faizi yükseltir. Hele de popülist politikalarda enflasyon patlamışsa faiz de onun üstünde olmak zorundadır Bugün Türkiye böyle bir süreçten geçiyor" diyen Akyol'un "Faiz belası" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Amerika, Avrupa, Japonya en kapitalist ülkeler değil mi? Orada faizler çok düşük, hatta bazen sıfır gibi… Amerikan Merkez Bankası FED bir ara faizi yüzde 2’li rakamlara yükseltti, dünyada doların değeri arttı, ama şimdi faizi aşağı çekeceği anlaşılıyor.
Bizde ise faiz yüzde 20’li rakamlarda!
Olur mu böyle şey?!
Hem Merkez Bankası da kim oluyor? Milletin seçtiği siyasilere karşı “bağımsız”olabilir mi?
Murat Çetinkaya’nın görevden alınmasıyla bu tür sözler yoğunlaştı.
Devlet Bahçeli de dün “Merkez Bankası başkanı bir bürokrattır görevini layıkıyla yapan kalır yapamayan gider” dedi…
Sermaye ve faiz
Evet gelişmiş kapitalist ülkelerde faiz çok düşüktür çünkü o ülkelerde “sermaye birikimi” yüksektir. Düşünün ki, bizim 500 büyük şirketimizin net satış geliri 300 milyar dolardır; Amerikan perakende satış devi Walmart’ın satış geliri ise 514 milyar dolardır!
Sermaye birikimi böyle yüksek olduğu için oralarda faizler düşüktür. Hatta sermaye dışarıda gidecek yer arar.
Gelişmekte olan ülkelerde ise faiz daha yüksektir, çünkü “sermaye” yetersizdir. İlaveten risk faktörü de faizi yükseltir. Hele de popülist politikalarda enflasyon patlamışsa faiz de onun üstünde olmak zorundadır.
Bugün Türkiye böyle bir süreçten geçiyor.
Kriz olmasaydı da Türkiye çok uzun yıllardan beri, gelişmiş ülkelerdeki faiz oranlarının birkaç puan üstünde faiz vererek “sıcak para” çekiyor; dış ticaret açığımızın bir bölümünü böyle finanse ediyoruz.
Dostlar arasında faizle ödünç tefecilik sayılabilir ama ekonomik bir enstrüman olarak faiz ne kadar karmaşık bir konu ve niye emirle çözülemiyor, görüyorsunuz.
Osmanlı'da faiz sorunu
Nitekim tarihin bütün dönemlerinde faiz Osmanlı’da yüksek, Avrupa’da düşük oldu.
Çünkü Osmanlı’da sermaye birikimi çok düşüktü. Saygın iktisat tarihçilerimizden Mehmet Genç hocamıza göre, Kanuni zamanında bile Avrupa “nüfus, üretim hacmi, sermaye stoku, teknoloji ve enerji kapasitesi bakımından 4-5 katı büyüklükleri kontrol ediyordu!” (Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Ötüken Yay. s. 35)
Tüzel kişilikli “şirket” kavramı 19. yüzyıla kadar bilinmiyordu. Bu konuda Timur Kuran’ın Osmanlı ve Avrupa ekonomilerini mukayeseli inceleyen “Yollar Ayrılırken” adlı kitabını önemle tavsiye ederim. (Yapı Kredi Yay)
Şeyhülislamlar yüzde 12 civarında faize onay vermek zorunda kalırken, şirketlerin yaygınlaşmış olduğu Avrupa’da faiz yüzde 4-5 düzeyindeydi.
Devlet Galata sarraflarından yüzde 15 faizle borç alıyor, hele vergi toplama aracı olarak kullanılan mültezimler yüzde 30-40’a varan tefecilikle halkı soyuyor, üretim yapısını mahvediyorlardı.
Osmanlı ekonomisin çöküşü böyle kendi içinden olmuş, modernleşme adımları sayesinde 19. Yüzyılda yavaş da olsa bir gelişme sürecine girmişti. Bu konularda iktisat tarihçisi Şevket Pamuk’un eserlerini mutlaka okumak gerekir. (İş Bankası Yay.)
Halife Sultan ve Şeyhülislamlar emirle “düşük faiz” getirmeyi bilmiyor muydu? Bu yönde teşebbüsler daha kötü sonuçlar verdiği için vazgeçilmişti.
Yeniden reform
Bugün de “düşük faiz, ucuz kredi” kavramı elbette kulağa hoş geliyor; belirli sektörlerde böyle teşvikler olmalı da…
Fakat genel ekonomide faizi düşürmenin yolu Merkez Bankası’nı “söz dinler”haline getirmek değil, bağımsızlığını güçlendirmek, sermaye arzını arttırmaktır.
2001 döneminde Bahçeli’nin de ortak olduğu Ecevit hükümeti döneminde, TCMB Kanununda yapılan düzenlemelerle bankanın bağımsızlığı sağlanmıştı. Siyaset müdahale edemesin diye başkan ve yöneticilerin görev süreleri kanunla ‘ayrıcalıklı’ olarak düzenlenmişti. Bütçe açıklarının Merkez Bankası kaynaklarıyla finanse edilemeyeceği hükmü konulmuştu! (Madde 56)
AK Parti iktidarının 2002-2010 döneminde Türkiye’ye yabancı sermaye akmasında o reformların ve AB sürecinin payı çok büyüktü.
Ama şimdi Merkez Bankası’nın bağımsızlığını daraltma ve bütçeye Merkez Bankası’ndan kaynak aktarma yönünde endişelere yol açan uygulamalar yapılıyor.
Ekonomi tarafını iktisatçılar yazıyor, söylüyor. Benim dikkat çekmek istediğim husus şu: Hukuk devleti siyasi iktidarın sınırlandırılmasıdır; Merkez Bankası’nın bağımsızlığı hukuk devleti ilkesinin bir parçasıdır. Piyasalarda bu konularda kaygılar yaratan uygulamalar geçici ferahlama sağlasa bile biraz sonra daha büyük sorunlara yol açıyor.
Yeniden hukukun üstünlüğü, yeniden reform; başka yolumuz yok.