Kani Xulam *
Cizre’deki o apartmanın bodrum katında kısılıp kalmış ve her geçen gün daha çok kan kaybeden, yaralı 28 Kürt sivilin – yani Türkiye’nin açtığı bu hukuksuz savaşın kurbanlarının - hastaneye kaldırılması için, Türk meclisindeki meslektaşlarınıza gözleriniz dolarak yaptığınız insani çağrı beni derinden etkiledi.
Meral Danış Beştaş ve İdris Baluken’le birlikte İçişleri Bakanlığı binasında – adeta bir mucizenin gerçekleşmesi için - süresiz açlık grevine başladığınızı duyunca daha da çok duygulandım.
Size ve arkadaşlarınıza bütün yüreğimle sıhhat ve başarılar diliyorum.
Müsaadenizle, bazı endişelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bu endişeleri, ABD Capitol binası merdivenlerinde 32 gün açlık grevi yapmış ve 15 Ocak’tan beri Washington’daki Türk elçiliği önünde nöbet eylemi organize etmekte olan bir dostunuz olarak iletiyorum.
Siz de şiddeti reddeden Mahatma Gandhi, Martin Luther King Jr ve Cesar Chavez gibi devlerin izinde, o yüce ama ıssız yolda ilerliyorsunuz.
Büyük bir cesaretle bedeninizi yokluk ve ızdıraba maruz bırakıyor, Türk hükümetindeki muhataplarınızın yüreklerindeki iyilik ve merhamet duygularını diriltmeye çalışıyorsunuz.
Öncelikle size savaş açanların sahip olduğu gücü ölçün ve bu güce karşı yapabileceklerinizi gözden geçirin. Daha sonra, hem Kürtlerin hem de Türklerin bir türlü erişemediği adaletli barışa yaklaşmak için etkili yöntemler bulmayı temel şiar edinin.
Askeri açıdan konuşursak, Türkler iyilikleriyle ters orantılı olarak fazla güçlüler; Kürtler ise barışın nimetlerini kendileri ve çocukları için temin edemeyecek kadar zayıflar.
Ahlaki açıdan konuşursak, Türklerin Kürdistan’daki yönetimi o kadar korkunç ki dünya bu yönetimin içeriğini tam olarak bilseydi, Apartheid rejimi sırasında Güney Afrika’nın maruz kaldığı boykot ve yaptırımlara Türkiye de aynı şekilde maruz kalırdı.
Açlık greviniz, ahlaksız bir toplumda yaşayan ahlaklı bireye çok asil bir çağrıda bulunuyor.
Greviniz doğru şekilde anlatılıp, bu tertemiz haliyle muhafaza edilebilirse eğer, dağları devirebilir.
Kürtlerin sırtında kocaman bir kambur olan bu zulümden onları özgürleştirecek kişi olmak istiyorsanız, endişelerinizi açıkça ve kesin surette belirtmeniz önem taşıyor:
Hem Türk devletinin hem de şu anda barikatlar arasında Türklerle çetin bir mücadeleye girişmiş olan Kürt gençlerinin şiddetine net bir şekilde karşı çıktığınızı dile getirin.
Türkler, Kürtlere karşı giriştikleri bu saldırgan savaşı bırakırlarsa eğer, Amed’e (Diyarbakır) gidip açlık grevinize orada devam edeceğinizi ve Kürt gençlerinden Türk asker ve polisine yönelik şiddeti durdurmalarını talep edeceğinizi Türk yetkililere iletin.
ABD’nin Vietnam’da yarattığı tahribatın benzeri Kürdistan’da da yaşanmandan Kürtlerin kazanmalarını sağlayacak askeri güçlerinin bulunmadığı apaçık ortada olan bu yıkıcı savaşı bir şekilde durdurmalıyız.
Türkler, şiddet konusunda bariz avantaja sahipler: Silahları, Kürtlerin silahlarından çok daha büyük ve NATO’nun kendilerine sağladığı haksız üstünlükten kolay kolay vazgeçmeyecekleri de ortada.
Aradaki bu farkları biraz olsun eşitlemek için, dış desteğe ihtiyacınız var.
Dünyanın dört bir yanındaki özgürlük sevdalılarını, Kürtlerin temel insan hakları ve onur mücadelesine katılmaları için bir şekilde canlandırmanız gerekiyor.
“Türk usulü” totaliterlik kanserini tanıma ve ortadan kaldırma ihtiyacını insanlarda bir şekilde uyandırmanız gerekiyor.
Özgürlüğün meyvelerini toplayabilmek için, adalet çarkını döndürürken size omuz vermeleri konusunda onları bir şekilde ikna etmelisiniz.
Meral Danış Beştaş’ı ABD Kongresi’ne gönderin; açlık grevine burada devam etsin. Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı savaşan Kürtlere burada artık çokça sempati duyuluyor. Amerikalı senatörler ve milletvekilleri, potansiyel müttefikiniz olabilirler.
İdris Baluken’i ise New York’taki Birleşmiş Milletler ofisine gönderin; o da eylemini orada sürdürsün. BM, ne yazık ki Kürtler söz konusu olunca sesini çıkarmaz olmuş. Fakat Baluken’în günbegün zayıflayan ve sağlığını yitiren hali, ısrarla BM yetkililerinin gözlerine sokulursa, içinde debelendikleri duyarsızlık çukurundan kurtulabilirler belki.
Cizre’de bodrum katında can çekişen gençler her an hayatlarını kaybedebilir. Ama bir mucize olur da Türk yetkililer onlara ambulans gönderse bile, Kürt halkına yönelik saldırılar bitene kadar eylemlerinizi sürdürmelisiniz. Çünkü bizim görevimiz, başka Kürtlerin de aynı korkunç olayların kurbanı olmasını engellemektir.
Unutmayalım ki fırtına ağaçlara vurduğunda, en uçlarda olan yapraklar en önce yere düşer – Türklerin Kürtlere açtığı bu savaşta da en büyük acıyı, en güçsüz ve en yoksul olanlar çekiyor.
Kürtlerin bir temsilcisi olarak halkımızın çektiği acılara ortak olmanız, kendi halklarının davalarını onurlandırmak için mücadele eden Gandhi, King ve Chavez’in yaptıklarını hatırlatıyor.
Bu liderler, kendi toplumlarını şiddetin yarattığı kötülüğün ötesine taşımıştı; Martin Luther King’in çok sevdiği Peygamber Amos’un dediği gibi “Adalet ve hakikat, taşkın bir dere misali gürül gürül akabilsin” diye.
Yazıma sizin gerçek gözyaşlarınızdan bahsederek başlamıştım; şimdiyse bir edebi eserdeki gözyaşlarından bahsederek yazımı bitirmek istiyorum.
İngiliz yazar Charles Dickens, Büyük Umutlar adlı romanında şöyle der: “Gözyaşlarımızdan asla utanmak olmaz çünkü onlar, katı yüreklerimizi örten ve adeta gözleri kör eden toz bulutlarının üstüne yağan yağmurdur.”
Evet, Tanrı Türklere çok katı bir kalp verdi.
Ama bu kalbi yumuşatmak, bizim elimizde.
Meclis kürsüsündeki sözleriniz, o yaralı gençlere ambulans gönderilmesine yetmemiş olabilir belki.
Fakat bedeniniz bu onurlu açlık greviniz sayesinde, Kürt-Türk barışının ne kadar elzem olduğu konusunda insanları bilinçlendirip, uyuyan koca bir dünyanın nihayet uyanmasına öncülük edebilir.
* Amerikan Kürt Bilgi Ağı Direktörü
Türkçeye çeviren: Uzay Bulut