Habertürk’ten Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtlayan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, PKK’nın Irak ve Suriye’de silahlandığı iddialarıyla ilgili olarak, “Dikkat ederseniz çağrılarda ‘Türkiye’ye karşı silah bırakma’ diye bir kavram kullanılıyor artık. Sayın Öcalan’ın ve KCK’nın yaptığı açıklamalarda bu var. Devletin açıklamalarının satır aralarında da bu var. Çünkü herkes biliyor ki, Ortadoğu şu haldeyken PKK tümden silahlarını bırakıp silahsız bir örgüte dönüşmez, ama Türkiye’ye karşı silah bırakma seçeneği makul, gerçekleşebilir bir seçenek olarak görülüyor” dedi.
Demirtaş, Çakır’ın “devletin HDP’nin içişlerine karışıp karışmadığıyla” ilgili sorusuna “Yapıyorlar. İmkânsız değil. Bazen bazı yönetici arkadaşlarımızla ikili görüşmeler yapıyorlar. Bazı devlet yetkilileri, bazı hükümet yetkilileri... Bunlar benim kulağıma geliyor. Parti içinden kışkırtmak için bu görüşmeleri yapıyorlar. Bazen basın üzerinden yapıyorlar. Arkadaşlarımla beni karşı karşıya getiren, kıyaslayan işler yapıyorlar” yanıtını verdi.
Ruşen Çakır, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile yaklaşan seçimler, çözüm süreci, Abdullah Öcalan’la ilişkileri üzerine konuştu.
Habertürk’te yayımlanan söyleşinin bir kısmı şöyle:
Sizden ve Kandil’den gelen resmi açıklamalar daha çok eleştirel, fakat sizin arkadaşlarınız İmralı’ya gidiyor ve oradan gelen mesaj çok olumlu oluyor. Burada bir çelişki yok mu?
Sayın Öcalan çok güçlü bir lider. Bu, hepimiz için bir şans. O, bu konuda ısrarcı oldukça taraflar çözüm sürecinin altını doldurma konusunda kendini daha fazla sorumlu hissediyor. Bu, işlerin tıkırında gittiği anlamına gelmiyor. Sayın Öcalan’ın İmralı’daki görüşmelerdeki eleştiri dozu Kandil’den daha serttir aslında. Fakat bunu dışarı yansıtma biçimi, çoğu zaman bir liderin topluma barış umudunu verme sorumluluğuna göre oluyor. Kendisi toplumda barış umudunun, heyecanının sönmesini istemiyor.
Sürecin ilk başında önce geri çekilme, ardından silah bırakma diye bir hedef vardı. Şimdi ama silahlanma diye bir mesele var. Türkiye’de olmasa bile Suriye’de, Irak’ta durum bu. Bu paradoks nasıl aşılabilir?
Dikkat ederseniz çağrılarda “Türkiye’ye karşı silah bırakma” diye bir kavram kullanılıyor artık. Sayın Öcalan’ın ve KCK’nın yaptığı açıklamalarda bu var. Devletin açıklamalarının satır aralarında da bu var. Çünkü herkes biliyor ki, Ortadoğu şu haldeyken PKK tümden silahlarını bırakıp silahsız bir örgüte dönüşmez, ama Türkiye’ye karşı silah bırakma seçeneği makul, gerçekleşebilir bir seçenek olarak görülüyor.
‘Riski göze almazdım’
Kürt siyasi hareketinin lideri Abdullah Öcalan. Partiniz de bu hareketin önemli bir parçası. Siz önemli tartışmalar yapıyor, kararlar alıyorsunuz. O bunları farklı okuyabiliyor. O, ne kadar sizi belirliyor?
Sekiz defa ben bizzat gittim. Bir buçuk yılı aşkındır heyetlerimiz gidip geliyor. Kendisi hiçbir zaman talimatvari bir şeye girmedi. Bırakın bize, KCK’ye bile bir şey söylerken talimat vermedi, öneri yaptı. ‘Kandil’e şunu öneriyorum. Şöyle yapsalar daha mı iyi olur?’ şeklinde konuşuyor. ‘Bir dahaki gelişinize kadar tartışırsanız bu konuyu sevinirim’ diyordu. HDP’ye daha hassas yaklaşıyordu. Bunlar bir tarafa, işin bir de realitesi vardır. Abdullah Öcalan 40 yıldan fazladır Türkiye’de, Ortadoğu’da, Suriye’de, Avrupa’da, İmralı’da zorlu bir mücadele içerisinden gelmiş bir lider. Çocukluğundan beri bu meseleye kafa yormuş ve sadece bu mesele içerisinde yoğrulmuş filozofik bir beyne dönüşmüş biri. Klasik bir pratik önderliği çok aşmış, ideolojik ve felsefi bir önderliğe dönüşmüş durumda. Etkisi çok fazla. Söylediği bir şeyi öneri olarak söylese bile Kürt cephesindeki ağırlığı talimattan da ağır olabilir bazen. Kendisi de bunu bildiği için önerilerini dikkatli yapıyor.
Sizin cumhurbaşkanı adaylığınızda Öcalan istemeseydi yine de aday olabilir miydiniz?
Açıkça böyle bir isim aday olmamalı deseydi ve kamuoyu bunu bilseydi Kürtlerin büyük çoğunluğu beni desteklemezdi, oy vermezdi.
Peki, siz aday olur muydunuz?
Hayır, böyle bir riski göze almazdım. Kendisi bu durumlarda asla despotik davranmadı. Cumhurbaşkanlığı adaylığında görüş bile belirtmekten imtina etti. ‘Bu kadar insan tartışıyor. Genel kabul gören kimse onu herkes desteklemeli’ dedi. Benim adaylığım belli olunca ‘Herkes desteklemeli’ demişti. Liderdir kendisi. Güveniriz kendisine. Kişisel olarak da parti olarak da bir güven ilişkimiz vardır.
‘Keşke daha kontrollü davranabilseydik’
Kobani olaylarıyla birlikte başta siz olmak üzere, partinize yönelik çok ciddi eleştiriler var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
6-8 Ekim Kobani direnişinde yaşanan her şeyden, beni ve partimi sorumlu tutan bilinçli bir kampanya yürütüldü. Aslında bunu yapanlar, sokakta şiddete ve öldürmeye dönük olaylarla benim ve HDP’nin hiçbir alakası olmadığını iyi biliyorlar. Devlet kimin ne olduğunu, kimin ne yaptığını gayet iyi bilir. Kaldı ki 51 insan yaşamını yitirdi, bunlardan 36’sı partimize yakın insanlar. Yani HDP hedef seçildi. Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında oluşan siyasi hava sayesinde, HDP olarak genel seçimlerde yakalayacağımız başarının önünü kesmek istediler. Çünkü AKP için 2015 seçimleri çok önemli. HDP’nin barajı geçmesi demek AKP’nin tek başına iktidar kuramaması veya tek başına Anayasa yapamaması demek.
Çözüm sürecinde siyasi iktidar ile bir tür kader birliği içerisindesiniz. Tarafların süreci başarıya götürmesi için, ikisinin de güçlü olması gerekmez mi?
Barış süreçlerinde mantıklı olan yaklaşım bu söylediğinizdir. Ancak AKP o kadar pragmatik ki özellikle seçim dönemlerinde hep ilkesiz davrandı. Zaten o yüzden süreç hep uzadı ve başarısızlıklarla sonuçlandı. AKP hep seçimi önceledi. Seçime daha kıymet verdi. Burada da bunu yaptılar.
Hükümete yakın bazı gazeteciler ve AKP’li bazı siyasetçiler HDP’nin son süreçte güç ve oy kaybettiğini söylediler...
HDP’nin oyu yüzde 9 civarında. Cumhurbaşkanlığı seçiminde aldığımız oyu koruduğumuzu söyleyebilirim. Yaşanan olaylar yüzünden Kürtlerden de büyük bir tepki almış değil HDP. Yanıltıyorlar. Şiddet ve özellikle ölüm olayları nedeniyle tepki oluştu, ama bu tepkiler bize yönelik değil, büyük kısmı hükümetedir. Hükümet Kobani’ye serinkanlı yaklaşsa bu olayların hiçbiri olmazdı. Milyonlarca insan sokağa indi, ama sadece birkaç ilçede, birkaç ilde olaylar çıktı. Onun dışında milyonlarca insan hükümeti ve IŞİD’i protesto etti. Hatırlanırsa 1 Kasım’da biz bir daha çağrı yaptık ve yine yüz binlerce insan sokağa çıktı ve kimse HDP’yi protesto etmedi.
KCK da, siz de bir çağrı yaptınız. Sonra Öcalan ile siz mesajlaştınız. Olayları bitirdiniz. Bir çağrı ile insanlar sokağa dökülüyor ve bir çağrı ile sokaktan çekiliyor. Kürt siyasi hareketi sokağı gerçekten bütünüyle kontrol edebiliyor mu?
Yüzde yüz değil tabii ki. Biz keşke daha kontrollü bir şekilde davranabilseydik, keşke olayları kontrol edecek gücümüz olsaydı. Bazı provokasyonları önleyemediğimiz görüldü. Aslında buralardan devlet sorumlu ama biz daha örgütlü, tertipli davranabilirdik. Ama şu da bir gerçek: Kitlesiyle politik ahlaki bir ilişki kuran tek parti biziz. Seçmenimiz, tabanımız bize çok güvenir. Biz de onlara çok güveniriz. O ana kadar çok sayıda girişimde bulunduk. Başbakan ve bakanlar dahil olmak üzere devlet görevlileri ile temasa geçtik. Halk önce bunların karşılık bulmasını, Kobani’ye koridor açılmasını bekledi. Bu olmayınca, üstüne Cumhurbaşkanı çıkıp “Kobani düştü, düşecek” gibi bir hava yaratınca sokağa çıkmanın meşruiyeti oluştu.
‘İkili görüşmeler benim kulağıma geliyor’
Genel seçimlere HDP olarak girebilme kararını almak, çok kolay olmayacağa benziyor...
Bir defa siyaset parlamentodan ibaret değil. Kimse parlamentoda olup olmamayı bir varlık, yokluk meselesi olarak ele almamalı. Bizim artık yasaların arkasından dolanıp parlamentoya girmemizi; devletin bize bahşettiği bir lütuf olarak kimse görmesin. Vazgeçelim bu siyasetten. Devlet barajı kaldırıp bizim siyaset yapmamızın önünü açıyorsa bundan memnuniyet duyarız, yok açmıyorsa ve biz de barajı aşamıyorsak parlamentoya girmeyelim. Savunduğumuz şeylerin yüzde 10 bile değeri yoksa, varsın parlamentoda olmayalım. Biz değil, parlamentonun kendisi düşünsün. Bizim yokluğumuzun yaratacağı eksikliği ve boşluğu parlamento içine sindirebiliyorsa...
Hükümet çevrelerinde bir ‘HDP’nin başında güçlü bir isim iyi olur’ diyenler var, bir de ‘Güçlü bir isim bizi sıkıntıya sokar’ diyenler var...
Doğru. Zaman zaman HDP ve onun güçlü liderliğinin sürecin yürümesine katkı sunduğuna inanan sesler duyuyoruz. Sayın Öcalan’ın ve Erdoğan’ın öncülüğünü yaptığı bu süreçte demokratik siyasetten de güçlü destek için, güçlü bir parti ve güçlü bir liderlik gerekir. Bazen bundan rahatsız oluyorlar. O da doğru. Çünkü HDP’yi kendi dümen sularına çekmek istiyorlar çoğu zaman. Doğrusu bu türden ayak oyunları ile karşılaşıyoruz. Şimdi HDP AKP’nin dümen suyuna girmeyince, güçlü bir yönetim olarak durunca, oyunlarını, senaryolarını hayata geçiremiyorlar. Bize saldırdıkları dönemler o dönemlerdir genellikle.
Devletin sizin partinize müdahale etme, içişlerinize karışma ihtimali var mı?
Yapıyorlar. İmkânsız değil. Bazen bazı yönetici arkadaşlarımızla ikili görüşmeler yapıyorlar. Bazı devlet yetkilileri, bazı hükümet yetkilileri... Bunlar benim kulağıma geliyor. Parti içinden kışkırtmak için bu görüşmeleri yapıyorlar. Bazen basın üzerinden yapıyorlar. Arkadaşlarımla beni karşı karşıya getiren, kıyaslayan işler yapıyorlar.
Hatip Dicle örneği gibi...
Evet. Bazen bir dedikoduyu ciddi bir haber gibi sunuyorlar. Fakat çok fazla başarılı olduklarını söyleyemem. Hiç başarılı değiller de diyemem. Çünkü belli bir tartışma, parti içinde enerjinin boşa harcanmasına neden oluyor. Ama partiyi dizayn edecek ölçüde olmuyor.
PKK’nın geri çekilmesi haziran ayında durdu. Türkiye’de çok sayıda PKK’nın savaşçısı var. Devlet bunların çekilmesini istiyor. Bu savaşçıların Kobani’ye geçmesi masada oldu mu?
Hayır. Biz böyle bir şeyi hiç dile getirmedik. Bildiğim kadarıyla KCK’nin da böyle bir talebi olmadı. Hükümet de böyle bir şeyi gündeme almadı.
Habertürk'te yayımlanan söyleşinin tamamını okumak için tıklayın