Taraf yazarı Demiray Oral, Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan ile Yıldıray Oğur ve Alper Görmüş arasındaki polemiğe farklı bir yazı ile katıldı.
Ahmet Altan'ın "Gelin bakalım okuyucular..." başlıklı dünkü yazısında (14 Ekim 2012) duyurduğu "Yazı işlerinden izin alabilirsem, en yumuşak eleştiri yarışması başlatacağım" sözleri üzerine "Yarışmayı bitirince yazdıklarımı okudum ve bu işi kıvıramadığımı gördüm. Çünkü anladım ki 'yumuşak eleştiri' diye bir şey yokmuş, 'az vicdan' varmış..." dedi.
Demiray Oral’ın “En yumuşak eleştiriler bu köşede” başlığıyla yayımlanan (15 Ekim 2012) yazısı şöyle:
En yumuşak eleştiriler bu köşede
Ahmet Abi’nin yazısını okuyunca ben de bir yerde Taraf okuru olduğum için yarışmaya katılıp, kendimi sınamaya karar verdim.
Malum, yarışmamız “iktidarı en yumuşak eleştirme” yarışması. Konu başlıklarına göre sıradan gidiyorum.
İlk konu başlığımız “iki polis”.
Yani mahkeme kararıyla işkence yaptığı tescillenen polis şefinin terfi ettirilmesi vakasında Başbakan’ın “onu yedirtmem” deyip desteklemesi ve “dağdaki teröristin ölümüne ağlamayan insan değildir” diyen polis şefine ise inceleme başlatması.
Yumuşak eleştiri: Olaylara sadece ilk anda bize göründüğü gibi bakarsak fevkalade yanılırız. Nitekim bu vakada da kimi yazarlar aynı yanılgının içine düştü ve Başbakan tecavüz hükümlüsü polise destek verirken, terörist de insan diyen polisi ise harcamış gibi bir tablo ortaya çıktı. Oysa eğer Başbakan terfi ettirilen o polis şefine destek vermeseydi, çoğu köşe yazarının “hümanist” diye nitelediği ikinci polis şefinin bu çıkışı gerçekleşemezdi. Şöyle izah edeyim. İlk polis şefi kime tecavüz etmekten mahkûm olmuştu? Terörist olmakla suçlanan bazı kadınlara. İşte Başbakan’ın ne olursa olsun onun arkasında duracağını söylemesi Emniyet teşkilatında büyük bir özgüven yaratmış ve polislerin her türlü konuya bakışında adeta bir devrim yaşanmıştır. Nitekim bu zihniyet devrimi iki ay gibi kısa bir sürede Diyarbakır Emniyet Müdürü’nün şahsında meyvesini vermiş ve Türk polisi teröristin de insan olduğunu keşfedip, bunu büyük bir özgüvenle açıklayabilmiştir. Peki, o hâlde Başbakan bu polis şefine niye destek atmamıştır? İlk bakışta öyle görünse de derinlemesine bakınca yine durum farklıdır. Başbakan “biz dağdaki silahlı teröriste ağlamayız” diyerek aslında ince bir mesaj vermiştir. Sözlerini tersinden okursak Başbakan, silah bırakıp dağdan inenlere ağlamaya bile hazırız demekte ve bu gençlere zeytin dalı uzatmaktadır bir nevi. Dolayısıyla Başbakan da aslında tıpkı polis şefi gibi dağdaki gençlerle “gönül bağı” kurmaktadır.
İkinci konu başlığımız “medya”, yani Başbakan’ı eleştiren gazetecilere tahammülsüzlük meselesi.
Yumuşak eleştiri: Bu hususta bazı negatif örnekler vardır ama en büyük hata sadece bunlar üzerinden mevzua yaklaşmaktır. Hâlbuki pekâlâ Başbakan’la canlı yayına çıkan, ona soru soran ve hâlen işine devam eden çok sayıda medya mensubu vardır. Misal AKP Kongresi öncesinde Başbakan çok sayıda TV’de canlı yayına katılmıştır ve bu isimlerin hepsinin kartları hâlâ bina girişindeki turnikeleri açmaktadır. Bilindiği üzere hükümetin bu husustaki kriteri “düğünüme çağırmayacağım elemanı medyada da görmek istemem” olarak özetlenebilir. Medya mensupları hâl ve hareketlerini AKP düğünlerine katılabilecek biçimde ayarlarlarsa memleketimiz bir basın özgürlüğü cennetine dönüşecektir.
Üçüncü konu başlığımız Suriye.
Yumuşak eleştiri: Suriye krizini sadece “biz neden mecburuz Suriye ile savaşmaya” gibi kötü niyetli bir sualle değil de, “AKP hükümetinin demokrasi sevdası” gibi iyi niyetli bir bakışla değerlendirmek gerekir. AKP hükümeti AB yolculuğunda kazandığı demokrasi aşkını ne pahasına olursa olsun komşusuna da taşımak istemiştir. Ancak Suriye buna direnince, hükümet “demokrasi sevdası” uğruna savaş felaketini bile göze almıştır.
Dördüncü konu başlığımız AB.
Türkiye’nin Avrupa standartlarında demokrasi hususunda bazı eksikleri olduğu doğrudur. Ancak AKP hükümetinin demokrasiden ışık hızıyla uzaklaştığı yolundaki AB’nin son raporu, daha 24 saat geçmeden kendi kendini yalanlamıştır. Şöyle ki, bu rapor açıklandıktan bir gün sonra Nobel Barış Ödülü AB’ye verilmiştir. Ödül komitesi başkanı olan zat, ödülün AB’ye verilmesinin en mühim sebebinin Türkiye olduğunu, çünkü AB adaylığının Türkiye’nin demokrasi standartlarını yükselttiğini belirtmiştir. Bu durumda sanırım başka söze gerek yoktur.
Ve son konu başlığımız Uludere.
34 sivilin can verdiği bu vaka, her ne kadar ailelerin acısını telafi için bütün yöntemler kullanılmış olsa da, elbette iktidarın hanesindeki en negatif mevzudur. Ancak dikkat edilirse Uludere’den sonra gösterilen hassasiyet ve alınan önlemlerle bölgede kazara bombalanma, kekik toplarken PKK’lı sanılıp öldürülme, bulduğu bombayla oynayan çocukların havaya uçması gibi vakalar bıçakla kesilir gibi bitmiştir. Hükümeti Uludere için eleştirelim ama aylardır “sehven” ölmeyenlerin sayısının kaç Uludere edeceğini hesaplayarak da biraz insaflı olalım...
Yarışmayı bitirince yazdıklarımı okudum ve bu işi kıvıramadığımı gördüm.
Çünkü anladım ki “yumuşak eleştiri” diye bir şey yokmuş, “az vicdan” varmış.