Gündem

Önce Ayça'nın kolu görünmüş enkazdan…

Yatıyorum, uyumam lazım. Ayça'yı anımsıyorum. Sınıfta arkada oturur. Hep dinler dersi. Çok az soru sorar, iri iri açtığı gözleriyle bakar. O gözler aynı ifadeyle karşımda. Deprem şehirlerinin üstünde binlerce Ayça gözü

16 Şubat 2023 00:00

Dr. Hülya Arslan*

"Korkuyorum." Mesaj bu kadar: "Korkuyorum." 7 Şubat 2023, Saat 22.03.

Gönderen bir öğrencim. Gencecik bir kız. Sınıf arkadaşı enkaz altında. Ne kadar çaresiz ki bana yazmış, hocasına. Ne diyeceğim, "korkma" mı? Çok saçma diyemem, kendim korkular içindeyim, onu kandıramam. "Merak etme, kurtaracağız" desem… Peki ama nasıl? Sessiz de kalamam, kendini yalnız hissetmesini istemem. "Ben de" diye yazıyorum. "Ben de ama inan hep birlikte elimizden geleni yapacağız."

6 Şubat günü arkadaşları Ayça'nın Kahramanmaraş'ta olduğunu, telefonla ulaşamadıklarını söylemişlerdi. Ben de iki kere aradım. Arayan hoca olursa açar diye mi düşündüm, kim bilir?

Google'da Türkiye haritası tıklayıp duruyorum. İki yer hariç hepsini görmüşüm. Oralarda yaptıklarımı hatırlıyorum. Yediklerimi, aldıklarımı, konuştuğum esnafları, meslektaşlarımı, eğitimcileri… Yaşıyorlar mı? Dükkanları, ekmek kapıları, oralar ne oldu? Sürdürecekleri bir hayatları kaldı mı ki ben iş yerlerini düşünüyorum…

Peki, o üniversite tanıtımı için gittiğim okullardaki gençler? Memleketlerinde miydiler? Anneleri, babaları, akrabaları onlara ulaşabiliyorlar mı? Bir delikanlı hep aklımda kalmıştı. Urfa'da bir lisedeydi. Güvercin besliyormuş. "Üniversiteyi kazanıp İstanbul'a gelirsem size güvercinlerimden birini hediye edeceğim", demişti. Gülmüştük hep birlikte.

Şimdi hepsi ağlıyorlar mı? Ağlayacak nefesleri var mı?

Ayça'nın sınıf arkadaşlarıyla iletişimimiz devam ediyor. Bursa'daki ablası Maraş'a yola çıkmış. AFAD'ı arıyor herkes. Yardım istiyoruz. Arkadaşlarından birinin attığı tweeti alıntılayıp tekrar gönderiyorum: "Kahramanmaraş'ta yardım edebilecek var mı?" Bir umut işte. Çaresizlikten doğan bir umut. Elimden gelen başka bir şey yok.

Yatıyorum, uyumam lazım. Ayça'yı anımsıyorum. Sınıfta arkada oturur. Hep dinler dersi. Çok az soru sorar, iri iri açtığı gözleriyle bakar. O gözler aynı ifadeyle karşımda. Deprem şehirlerinin üstünde binlerce Ayça gözü. Enkazın altında insanlar. Nefesimi tuttuğumu fark ediyorum. Aklım, sağduyum çaresizlikle baş edemiyor. Bitmeyen gecelerden biri daha. Son iki yılda tüm iç organlarımın cam kırıklarıyla dolduğu böyle ne çok gece geçirdim.

Sabah televizyonu açmamla kapatmam bir oluyor. Korkunç görüntüler. Twitter'dan alamıyorum kendimi. Ayça'nın sınıf arkadaşları arıyor. Ayça'nın ablası yolda, Ankara'da mahsur kalmış. Enkazın başından yazanlara göre sismik araştırma yapılmış. Kurtarma ekipleri henüz yok.

Birisi çabuk bilmem ne kanalını açın diye yazmış, Ayçaların sokağında enkazda kurtarma çalışması var, onu gösteriyorlar. Gözlerimi ekrana dikiyorum. Buradan onları Ayçaların enkazına nasıl gönderebilirim ki? Ekranda görünen o beton yığınlarının altında yüzlerce Ayça, yüzlerce anne, baba, kardeş, arkadaş, akraba var. Hepsinin dileği aynı. Enkazın kazılması, o canlara ulaşılması. Kurtarılacak çok, kurtaracak az. Peki nasıl sağlanacak bu denge? Kader mi belirliyor bu iş akışını?

Çaresizlik her geçen saat büyüyor. Berbat, sonu gelmez bir gece daha. Bir öğrencim yazmış: "Hocam annelerin duası kabul olur, lütfen dua edin." Ah güzelim benim, kim bilir kaç anne dua ediyor…

8 Şubat günü Ayça'nın durumunu bilen arkadaşlarımdan gelen aramalarda ses tonları farklı. Değişik bir duygusallık, gizli bir teselli, "beklenen son"a yumuşak sözcüklerle hazırlama isteği. Biliyorum bu çabayı. Daha kendi yas sürecimi tamamlamadım. Ayça'nın kaybına üzülmeye hazır değilim, hele arkadaşlarını teselli etmeye, onun için çırpınan o gençlerle böyle bir durumda karşılaşmaya hiç gücüm yok. "E, kaç gün geçti baksana" diyene içimden cevabım aynı, "bakmayacağım."

WhatsApp mesajları karışık, sosyal medyaya kısıtlama getirilmiş. Gençler kızgın, nereden haber alacağız diyorlar. Grup dışından okunmamış bir mesaj görüyorum. Cumhuriyet muhabiri bir arkadaşımdan. Ruslarla ilgili haberler yapar. Konsoloslukla iletişimde hep. Bazen Rusça bir şeyler sorar, şimdiye kadar hep güzel haberler yaptı. Baleler, sergiler vs. Güzel günlerdi. Epeydir haberleşmemiştik. Bir yandan bu kadar kısa sürede bunca anı ve bilginin aklımdan nasıl geçtiğine hayret ediyor, bir yandan da mesaja bakıyorum. Bir haber linki. Başlık "Rus Kurtarma Ekipleri Kahramanmaraş'a vardı." Gönderiye tepkisiz kalmamak için hemen "iki alkış" koyup sınıf gurubuna dönüyorum. Aferin Ruslara. Sırf onlar mı, dünyanın dört bir yanından yardıma koşuyorlar.

Sonra birden haberin bilincine varıyorum, Rus kurtarma ekibi Kahramanmaraş'ta. Ayça'nın orada. O yerle bir olmuş şehirde. Ekibe ulaşmam lazım, arkadaşımı arasam, o bilgiyi konsolosluktan almıştır, nereden bilsin kurtarmacılar nerede, nasıl ulaşılır? Konsolosluğu arasam ya da Ankara'yı Büyükelçiliği?

Beynimin hızına yetişemiyorum, insanlar, görevleri, mevkileri, olur mu, olmaz mı ikilemleri. Sonunda Ankara'da Karina'ya yazmaya karar veriyorum. Rossotrudniçestvo derneğinin mutlaka haberi vardır ve Karina İkaeva beni doğru yönlendirir, hissediyorum. Karina mesajı anında okuyor. "Çift mavi" bir insanı bu kadar mutlu eder mi? Yazışma önümde açık bekliyorum. 5 dakika geçiyor cevap yok, 10 dakika geçiyor cevap yok, 16. dakikada ruhen yıkılıyorum. Yok işte, Karina'nın da umurunda değil, bir açıklama bile yazmıyor.

Sağduyunun kaybolduğu an, bilmediğim bir numara arıyor. Tatlı bir aksanla Türkçe konuşan bir hanım. "Merhaba" diyor, "adım Matrena Egorova, Kahramanmaraş'a ben bakıyorum. Karina verdi numaranızı." "Ayça" diyorum, "Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü 3. sınıf öğrencisi, annesiyle, Kahramanmaraş'ta enkaz altında. Ablası ses geldiğini söylüyor ama bir kurtarma ekibi gitmedi, sizin ekibi yönlendirebilir miyiz?" "CİMER'de kaydı var mı?" oluyor ilk sorusu. Bu ve daha sonra gelen sorularda arama-kurtarma ekiplerinin gelmesini sağlamak için yapılacak işlemlerde mantık aranmayacağını anlıyorum. İşlemin nedenini sorgulamadan istenilenleri öğreniyorum. 10 dakika geçmeden enkazın tam koordinatları, CİMER kaydı olduğunun garantisi, enkazdan ses geldiğini teyit edecek kişinin adı soyadı, telefon numarası Matrena'da. 8 Şubat 2023 Çarşamba günü saat 15.52, Matrena, tüm bilgilerin ekibe gittiğini yazıyor.

Umutlanıyoruz hep birlikte. Peki, ekip enkaza ne zaman gidecek? O zaman anlıyoruz ki bu o kadar kolay değil. Bütün arama kurtarma ekiplerini AFAD yönetiyor. Ama gidemiyor ekip oraya, AFAD Kahramanmaraş telefonuna cevap veren görevliler telefon numaramı artık engellemiş olmalılar, diye düşünüyorum.

Onların bir suçu olmadığını biliyorum, işlerini yapıp kayıt açıyorlar, muhtemelen onların da yürekleri kendi yakınları için yanık. Çaresizce birbirimize sitem ediyoruz. İç organlarımı dolduran cam kırıkları ciğerlerimde yoğunlaşıyor. Nefes alırken çok fena batıyorlar.

Acıyı en yoğun hissettiğim anda Ayça'nın gözleri beliriyor, gözümün önünde. "Dayanıyorsun değil mi Ayça, dayan" diye bir tekerleme beynimde dönüp duruyor.

Sınıf arkadaşına bir mesaj atıyorum, hava kararmak üzere. Umutsuz anlarda en sevmediğim zaman dilimlerinden ikincisi alacakaranlık. Sağduyunun beyni terke hazırlandığı saatler. "Ayça gelince baharda bir tekne tutalım, boğazda bağıra bağıra şarkı söyleyelim," diyorum. Teselli değil, gerçekten diliyorum bunu.

Gece yarısına doğru enkaz başındaki arkadaşlardan, yakınlardan mesajlar, telefonlar geliyor. Ruh halleri karışık. Akrabalardan biri "maalesef bir şey yapamayız, ümidimizi kesmesek de azaldığını üzülerek söylemek zorundayım," yazmış. Bir diğer mesaj "sismik araçlarla da aranmış. Nefes falan da ölçüyor onlar sanırım yok, maalesef."

Gece yarısı hocalar gurubuna sesli bir mesaj bırakıyorum: "Gençlere kötü bir haber vermek zorunda kalabiliriz, güçlü olmamız lazım." Umutsuzluğa teslim olmak üzereyim, son iki yılda yaşadıklarım geçiyor aklımdan, buruk yüreğim umudu seçiyor.

9 Şubat Perşembe sabahı Ayça'yla annesinin kaç saattir enkaz altında olduklarını hesaplamaya çalışıyorum. Yok, mümkün değil, toplayamıyorum. Önemi de yok zaten. TV kanalları hâlâ umut olduğunu söylüyor ve canlı çıkarılanları gösteriyor.

Saat 09.31'de bir mesaj geliyor: "Ablası Ayça'nın sesini duydu, annesi de yaşıyormuş." Mutluluktan havalara uçulacak bu haberle donup kalıyorum. Peki şimdi ne olacak, kim çıkartacak onları? Ekip oraya nasıl gidecek? Matrena'ya yazıyorum. Hayır yazmıyorum, adeta yalvarıyorum, "yaşıyorlar, enkazdan çıkartmamız lazım," Rusça, Türkçe yazıp duruyorum. "Ekip orada," diyor, "sabah 05.30'ta ikinci ekip geldi, onlar direkt oraya gittiler." Yanlış anlamış olamam, tekrar okuyorum. Gene de yanlış algılama, iletme ihtimaline karşı metni kopyalıp arkadaşlarına yolluyorum. Saat 12.32'de ekiplerin Ayça'nın enkazında çalıştıklarının bilgisi netleşiyor. Jandarma da orada.

Bitmeyen saatler başlıyor, ta saat 17.00'ye kadar süren, nasıl olduğu tanımlanamayacak bir bekleyiş…

Önce Ayça'nın kolu görünmüş enkazdan. Annesiyle banyoda olduklarını söylemiş, iyilermiş. Sonunda ambulansta olduklarının haberi geliyor. O an sevinmeyi beceremiyorum. Matrena'yla telefonda konuşurken buluyorum kendimi. Kim, kimi aradı bilmiyorum. "Sağlar, kurtuldular" diyoruz birbirimizi dinlemeden. İkimizin de gözyaşları akıyor. Teşekkür ediyorum hiç durmadan, o da hiç durmadan "lütfen gerek yok" diyor. Sonra bakıyorum Karina mesaj yollamış, "ah ben nasıl ona hemen yazmadım" diye hayıflanıyorum. Rusça "iki kız da sağ çıktı, mutluyum" demiş. Ah Karina, sen Ayça'nın hiç tanımadığı meleğisin, sen de, Matrena da, o ekip de.

Ayça, dün "Hocam sizi çok seviyorum," diye yazmış.

Ben de seni, umudu ve dayanışma duygusunu çok seviyorum Ayça.


Dr. Hülya Arslan Yeditepe Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı