Birikim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner, “Ben “AKP milliyetçi oyları kaybettiğini görüp süreci bitirdi”, tezine katılmıyorum. AKP kurmayları ne kadar akıllarını yitirmiş olurlarsa olsunlar, bu hesabı yaptıklarını sanmıyorum” dedi.
MHP ve AKP tarafından HDP’ye yöneltilen tepkinin “asıl nedeninin CHP’nin yerini alabilecek bir alternatif ihtimali” olmasını söyleyen Laçiner, “MHP inisiyatif alıp süreci yönlendirmeyi düşünebilir, ama şu anda sadece PKK üzerinden oluşturulan anti-Kürt havanın en büyük yararlanıcısı olmaya çalışıyor; ama buna bu toplumda verilebilecek primin bir sınırı var. MHP’nin de bu sınırın ötesine gideceğini sanmıyorum” dedi.
Agos Gazetesi’nden Yetvart Danzikyan ile yaptığı söyleşide MHP’nin “ortaya çıktığı andan itibaren, devletin korumasını arkasında hissettiği anda saldırganlaştığını söyleyen Laçiner, “Bu koruma arkadan çekildiği anda da, MHP saldırganlığını göstermez; tek başına resen saldırıya geçen bir hareket değildir. Arkasında mutlaka saldırdıklarının karşısında kendisini daha güçlü gösterecek bir himayedar kuvvet arar. 1960’larda da, 1970’lerde de bu vardı” ifadelerini kullandı. Agos’ta yer alan söyleşinin tam metni şöyle:
MHP’yi konuşalım, çünkü MHP’nin tutumu son haftalarda epeyce tartışılıyor. Söylemleri 7 Haziran’dan sonra sertleşti, ama bunu ateşkesin bitmesiyle açıklamak da mümkün değil; çünkü ateşkes bozulmadan önce de MHP hayli sert bir söylem benimsemişti, bunu seçimlerle mi açıklamak lazım? 7 Haziran, HDP’nin yüzde 13 oy almasıyla egemen Türk-Sünni bloku nasıl etkiledi?
MHP’nin 7 Haziran öncesiyle kıyaslanmayacak bir nefret söylemi kullanmasının çeşitli sebepleri var, ama ben burada ideolojik bir sebepten öncelikle söz etmek isterim; çünkü diğer sebepler anlatıldı. HDP’nin yükselişinin Türk milliyetçiliğinde yarattığı tedirginlikten, çözüm sürecinin AKP tabanında yarattığı tedirginliğin MHP’ye yaramasından çok bahsedildi. Ama ben, aynı zamanda şöyle bir faktörün de ciddi rol oynadığını düşünüyorum: Tek başına bir milliyetçilik, MHP’ye bir yere kadar sayı kazandırıyor; MHP kökenleri itibariyle hem Türk milliyetçisi, hem de antikomünist bir parti. Son dönemde HDP, özellikle sol kimliğiyle eşitlikçi, barışçı bir perspektif önererek yeniden bir umut haline geldi bu da MHP’de tedirginliğe yol açtı. Dolayısıyla HDP, bağımsız adaylarla seçime girdiği dönemdeki gibi birtakım küçük solcu çevrelerin dışında destek görmeyen bir parti olsaydı, MHP’nin ilgisini çekmezdi. HDP’nin son dönemde aldığı oyların büyük bölümü, şimdiye kadar kendisine oy vermemiş dindar Kürtlerden geliyordu; ve elbette Batı’dan da aldığı oylar var aslında topladığı oyun çok ötesinde, bir prestij ve ilgi kaynağı oldu. Bugün değilse bile yarın, HDP’nin oyunu yükseltme ihtimali çok yüksek. Bu MHP’de de ciddi bir tedirginlik yarattı, AKP’de de. Bugün burada HDP’ye yönelik tepki, sadece HDP’nin bir Kürt partisi olarak etkinlik kazanmasına yönelik bir tepki değil. Orta vadede HDP üzerinden böyle bir potansiyelin harekete geçebileceği, bunun belki de CHP’nin yerini alabilecek bir alternatif olabileceği ihtimali, HDP’ye yönelik tepkinin asıl nedenidir.
MHP’nin bu tavrı, anlaşılmaz olarak bulunuyor kimi çevrelerde. Sizin 70’lerdeki MHP analizlerinizi de, o zamanki Birikim dergisinde okumuştum. 1970’lerden bu yana MHP’nin tutumu şaşırtıcı mı?
Şaşırtıcı değil. MHP, her zaman milliyetçi bir refleksin partisiydi. Bu refleks lafını ciddiye almak lazım. Refleks hareketi, bir etnisitenin üzerinden kendini ifade etme, içgüdülere, komplekslere, doğal varlık olmaktan gelen arzularımıza hitap etme kabiliyetini anlatır. MHP bunun üzerinden giden bir parti. Tabii ki böyle bir refleks partisi olmak, aynı zamanda ciddi bir güç hesabı yapmayı gerektirir. MHP ortaya çıktığı andan itibaren, devletin korumasını arkasında hissettiği anda saldırganlaşıyordu. Bu koruma arkadan çekildiği anda da, MHP saldırganlığını göstermez; tek başına resen saldırıya geçen bir hareket değildir. Arkasında mutlaka saldırdıklarının karşısında kendisini daha güçlü gösterecek bir himayedar kuvvet arar. 1960’larda da, 1970’lerde de bu vardı. 1980 Darbesi’nde ordu, “ne yapılacaksa biz bunu kendi devlet güçlerimizle yaparız” dedi ve MHP’ye ihtiyaç kalmadı. MHP o zaman kullanılmış ve bir kenara atılmış olduğunu düşündü, bunun ciddi kanıtları da ortadaydı. Bu durum, siyasi hayatına MHP’de başlamış kişileri uzunca bir süre durdurdu, bunun iç tartışmasını da kendi içlerinde yaptılar. Bir daha böyle bir şey olursa harekete geçmemeyi de öğütlediler. MHP, anti-komünist ve Türk milliyetçisi bir partidir. Bunlardan herhangi birisini, tahrik eden bir durum olduğu vakitlerde görürüz. Mesela 90’lara gelirken ortada anti-komünizmi tahrik edecek bir şey kalmamıştı; ama Türkçülüğü tahrik edecek Kürt Sorunu vardı; buna karşı, MHP kendi kadrolarıyla tavır almadı, ama kendi kadrolarından pek çok kişinin devlette, özel kuvvetlerde yer almasını da teşvik etti. MHP’nin bu dönemde sesiz kalmasında önemli faktör, yapabileceklerinin devlet adına yapılıyor oluşuydu.
Bu bir. İkincisi, MHP 1970’lerde bu iç savaşı kışkırtan haliyle 90’larda olabilseydi, Türkiye’de hakikaten bir iç savaş çıkardı. MHP burada yapacağı şeyin çok zor olmasından ve biraz da devlet desteği gerektiriyor olmasından dolayı yapmadı. O devlet desteği arkasında yoktu, eğer devlet, iç savaşı göz alan bir politika izleseydi, MHP tereddüt etmezdi.
Bugün arkalarında devlet desteği var mı?
Ben bugün devletin, iktidarın demiyorum, ama iktidar da söylenebilir, henüz bunu göze alacak bir noktaya geldiğini düşünmüyorum. MHP ve kadroları da biliyorlar ki, şu anda öyle bir destek yok. AKP’nin de, AKP ile yan yana duran birtakım silahlı devlet güçleri ve ordunun da böyle bir noktaya geldiğini düşünmüyorum. Bu noktaya gelinir ise MHP inisiyatif alıp süreci yönlendirmeyi düşünebilir, ama şu anda sadece PKK üzerinden oluşturulan anti-Kürt havanın en büyük yararlanıcısı olmaya çalışıyor; ama buna bu toplumda verilebilecek primin bir sınırı var. MHP’nin de bu sınırın ötesine gideceğini sanmıyorum.
7 Haziran sonrasındaki reaksiyonlar, AKP’nin reaksiyonları ile de örtüşüyor. MHP, 7 Haziran’da oylarını artırmış vaziyette. AKP de 7 Haziran öncesi süreci bir kenara bırakmıştı. Bu koşullarda erken seçime gidersek AKP’nin tavrı, bilhassa Orta Anadolu’daki seçmende “Madem bu iş böyle, MHP doğrusunu söylüyormuş demek ki” düşüncesiyle, AKP oyları daha da MHP’ye kayar mı?
Ben zaten “AKP milliyetçi oyları kaybettiğini görüp süreci bitirdi”, tezine katılmıyorum. AKP kurmayları ne kadar akıllarını yitirmiş olurlarsa olsunlar, bu hesabı yaptıklarını sanmıyorum. Çünkü MHP’ye oy kaybedildiyse, bu iş önceden, bundan bir sene önce süreç devam ederken de oy kaybederdi. Neden bu böyle oldu?
Siz nasıl açıklıyorsunuz?
Elimde delil yok, ama HDP’nin o dönemdeki çizgisi AKP için uygundu, HDP’nin barajı geçme ihtimali düşük gözüküyordu. Fakat tahmin ediyorum, Dolmabahçe Mutabakatı’ndan sonra HDP barajı aşabilmek için, diktatörlüğü kurdurtmayacağız, barajı aşabiliriz ve Türkiyelileşmek adına Türkiye’nin en aktüel sorununda tavır alıyoruz ve bütün gücümüzle Bay Erdoğan’ı başkan seçtirmeyeceğiz dedi. Bu insanlar tarafından makul bir öneri olarak görüldü. HDP oylarında yükselişi gördüğü anda, Erdoğan sadece kendi başkanlık hayallerinin tehlikeye girdiğini değil, aynı zamanda güçlü bir alternatifin CHP tarafından ifade edilememiş bir alternatifin doğmakta olduğunu gördü. Bu ikisini birlikte hem kendi istikbalini kurtarabilmek, hem de bu alternatifi boğabilmek için bütün başkanlık propagandasını HDP’ye hücuma tahsis etti. İkincisi, yıldırmaya çalıştı. HDP, seçim boyunca 110 tane saldırıya uğradı ve bunların hiçbirinin failleri bulunmadı.
AKP’ye oy veren dindar Kürtler, HDP’ye döndüler. AKP, böyle gittiği sürece, yeniden tek parti iktidarını kurması mümkün değil. Bunu bile bile AKP neden bu çizgiyi tercih etti?
Samimi bulunabilecekleri başka bir argümanları yok artık. Başka çareleri yok. Şu anda AKP durumu kurtarmak istiyorsa, fabrika ayarlarına dönmesi lazım diyorlar, 2002 çizgisi yani. Ama artık o çizgiye dönülemez; hem Erdoğan ve ekibiyle kalmak, hem de bunun böyle yapılması mümkün değil.
AKP artık çözüm sürecine dönmez mi diyorsunuz?
Çözüm sürecine dönmeye çalışabilir, ama burada sorun var. Şu anda AKP’nin çözüm sürecine son derece işlevsel, kendi menfaatlerine dönük yanıyla dikkate alan gayet faydacı açıdan baktığını biliyoruz. Burada herhangi ticari bir anlaşmadan bahsetmiyoruz. Dindar Kürtleri düşünün, bütün bunlara o denli soğukkanlılıkla bakan adamlar, bu insanlara hata ettik nasıl diyebilirler şu noktada? Erdoğan, Kobanê üzerinden yaptığı hamlelerle, onların acısına bigâne olduğunu gösterdi.
Sürecin ruhu kayboldu artık, diyebilir miyiz?
Tabii ki. Bundan sonra, o masa kurulur ve o masaya yine oturursunuz, ama birbirlerine son derece kuşkuyla bakan bir süreç olur. Biz Kürtlerle iki ayrı mahallede yaşamıyoruz artık, setler yıkıldı, İstanbul büyük bir Kürt şehri artık. Biz birbirimize güvenerek yaşamak istiyoruz, ihtiyacımız olan şey bu.