Abdi İpekçi'nin katledilişinin 30’uncu yılında, kızı Nükhet İpekçi Milliyet gazetesine duygularını yazdı.
Gazeteci Abdi İpekçi, öldürülüşünün 30. yılında, bugün saat 11.00’de, Zincirlikuyu’daki kabri başında törenle anıldı. Kızı Nükhet İpekçi ise duygularını Milliyet gazetesine yazdığı bir yazı ile dile getirdi.
İşte Nükhet İpekçi’nin yazısı…
Ben, zaman aşımının işleyemeyeceği bir taraftaydım. Can kaybı acısının, hiç aşınmadığını bilenlerin tarafındaydım. Hiç özür dilemeden af isteyen tetikçileri kurtarmak için gösterilen çabaları hayretle izledim... Ölülerimizin adlarını biliyoruz ama henüz öldürme emrini verenlerin adlarını öğrenemedik
Otuz yıldır, devletimizin cinayet sırlarının olmaması gerektiğini, tekrar ede ede, bir duvarın önünde bekleşiyoruz. O duvarın niye, hangi yasaya ve hangi hakka göre örüldüğüne dair resmi bir açıklama bekliyoruz.
Hepimizin bildiği bilgi, resmi kapılar ardında bekletildiği sürece, bizimle alay edercesine sırıtan bir sır olarak kalacak.
Otuz yılda, insan epeyce bilgileniyor. Mesela benim otuz yılım, hep aynı bilgiyle yaşayıp, o bilginin bilinmemesi için gösterilen çabaları izlemekle geçti.
Bir bakıma o bilginin yaygınlığının, hiçbir işe yarayamadığını anlamakla geçti. Bile bile, göz göre göre verilen kayıplara ağlamakla geçti.
Durmadan artan ölülerimizle ve bu akıl almazlığa tükenmez bir güçle direnen bazı gazetecilerin hepimize ilettikleri bilgilerle geçirilen bir eğitim süreciydi.
Bir dönemin sıkıyönetiminin, bir askeri cezaevinin, çeşitli dönemlerin adalet ve emniyet kurumları ile istihbarat birimlerindeki bazı görevlilerinin, çeşitli biçimlerde üzerimize saçtıkları karanlıklar içinde, yan yana aynı havayı soluduğumuzu bilerek geçen bir zamandı.
Can kaybı acısı aşınmıyor
Ben, zaman aşımının işleyemeyeceği bir taraftaydım. Can kaybı acısının, hiç aşınmadığını bilenlerin tarafındaydım.
Hiç özür dilemeden af isteyen tetikçileri kurtarmak için gösterilen çabaları hayretle izledim..
Tanık ve kanıtların buharlaşabileceğini, dosyaların rahatça kaybolabileceğini iyice öğrendim.
Tetikçi ve tetikçi yandaşlarının ellerinde sallanan bayrağımızın uğradığı hakareti, sessizce seyrettim.
Katledilenlerin, “suçlu”, “hain”, “düşman” hale getirilmesi, kışkırtılmış tetikçi suçlarının biraz daha meşrulaştırılması için yalanlarla, atıflarla, olağanüstü bir hayal gücüyle bezeli kalın ciltli kitapları okudum, uzun televizyon programları seyrettim.
Olanı görünmez kılma çabası
Üst üste yaşananlardan, bu kadar çok tekrardan sonra, üzerimize örgütlü ve sistemli şekilde püskürtülen bir karanlık olduğuna dair kanım, var olanı görünmez kılma çabasının kesinliğine dair bilgim netleşti, iyice kesinleşti.
Onlar, olanları gizlemeye çabaladıkça daha çok görünür oldular.
Bu imha işlemlerini görünmez kılma, meçhul etme, tarih derinliğine gömme çabasının milletimize sağladığı yarar neydi ki?
Birçok kişi, evlerinin veya işyerlerinin önünde, enselerinden, sırtlarından vurularak, bombalarla parçalanarak, alçakça kurulmuş pusularda can vermişti. Bu kayıpların nedeni neydi? Kimin savaş alanındaydık?
Otuz yıl önce “canavarın kuyruğu”, “buzdağının ucu” “karanlık güçler” gibi sözlerle idare ediyorduk, Uğur Mumcu gibi bir büyük aydınlatıcının çok daha önceden belirlediği kişiler, Susurluk Kazası’ndan sonra, dokunulmaz varlıkların isimleri haline dönüştüler.
Bizim körebe konumumuz ise bir türlü sona eremedi. Direncimizi görünür kılmak için, umuda yaraşır sözler etmeye gayret ettik. Beklentimizi dile getirmeyi, ortak sorumluluğun gereği bildik.
Yurt geneline baktığımızda, milli güvenlik, hukuk, demokrasi ve barış talebi olarak değerlendirdiğimizde, çok cılız âdeta folklorik nitelikte sayılacak hazinlikte törenlerle idare ettik, şarkılar söyledik, bol bol çiçek tükettik.
Binlerin yokluğu, yok sayıldı
Geçen yıllarla birlikte, binlerce ailenin, takvimin her gününü defalarca kaplayacak kadar çok kayıp verdiği ülkemizde, binlerce kişinin yokluğunun yok sayıldığını gördükçe, bir anlamsızlığın içine düştüm.
Bizim ülkemizde zararlı görülen veya birtakım amaçlar uğruna hedef seçilen insanlar, yok edilir. Ondan sonra, cinayetin ardında yatan gerçekler, karmakarışık edilerek sır haline getirilirken, kitleler çeşitli yönlere doğru güdümlenir. Bir yandan da öldürülenlerin bazıları için törenler düzenlenir. Sanatçılar katkı sağlayıp şarkılar okur, meslek kuruluşları paneller düzenler, mezar başlarına kar sıcak demeden her yıl gidenler olur.
Bu konudaki en anlamlı sözler, en açık bilgiler bir araya getirilip mikrofonlara söylenir. Zararlı olarak işaretlenen, imha edilmesine karar verilen kişilerin anısını, kimliğini yaşatmak isteyenler, bayraklara sarılı tabutların ardından “o ölmedi, yaşıyor” diyerek yürürler, onların “meşhur” olanlarının resimleri, heykelleri yapılır.
Otuz yıl boyunca yaşananların akıl almazlığı karşısında, gerçeklerden kopmamaya çalışırken bir sanal alanda olduğumuz izlenimine kapılmaktan kendimi alıkoyamıyorum.
Sonuçta, bütün bu törenlerin ve sözlerin, öldürmeye karşı durmak bakımından çok yetersiz kaldıklarını gördüm. Bir tür sahne duygusu oluştuğu izlenimi edindim.
Kayıplara kimler ağlıyor?
İmha gününün, asıl anlamından uzağa savrulduğu, sonsuz bir iyi niyetle de olsa farklı bir şeye dönüştüğü, evcilleştiği hissine kapıldım. Acının şarkılarıyla oyalandıkça, olayla yüzleşme zindeliğini kaybediyoruz gibi bir kaygı duydum.
Kayıplara, hep birlikte ağlamadığımızı artık çok iyi biliyorum.
Biz ağlaşırken, birbirlerinden gurur duyan tetikçilerin naraları, öldüren tarafın, görevini tamamlama huzuru ve onuru içinde olduğunu bize defalarca hissettirdi. Bu görüntüler bize defalarca gösterildi. Suçlu kimdi, yargıç neredeydi, celladı kim görevlendirmişti?
Bütün bu karmaşa içinde otuz yıldır, bir türlü hukuk eksenine geçemediğimizin, geçemeyişimizin tanıklığını yapmaktayım.
Hep birlikte asıl bu hukuksuzluğu sorgulayabilseydik... Bütün o iyi niyetli çabalarımızı, enerjilerimizi birleştirip toplum olarak hepimizi ilgilendiren bu hukuksuzluğa karşı daha somut girişimlerde bulunabilseydik, olayların açığa kavuşturulmasını talep eden dilekçelerimizle, kendilerine görev atfedenlerin hukuk içindeki yerlerinin araştırılmasını talep edebilseydik...
Örgütlü şekilde imha edildi
Binlerce kişinin yok edilişini görmezden gelmek yerine, içlerinden bazı saygınlık kazananları birer anı nesnesi, demokrasi, barış simgesi haline getirmek yerine, onların yine bizim yurttaşlarımız tarafından örgütlü bir şekilde imha edilmiş kişiler olduklarını vurgulayabilseydik...
Toplumda öldürmeye karşı olan tarafın şu anda gerçekleştirebildiği etkinlik, yaşanan çaresizliği genç kuşaklara miras olarak aktarmak, kendi içimizdeki bu düğümü çözememiş olmanın aczini paylaşmak oluyor.
Ölülerin adını taşıyan parklar
Spor salonları, konser salonları, kültür merkezleri, kitaplıklar, üniversite derslikleri, yurtlar, çok sayıda okul, huzurlu anlar yaşamak için gidilen parklar, en şenlikli meydanlar, en geniş caddeler, çok sayıda sokaklar, parçalanmış delik deşik edilmiş yakılmış canların hiçbirinin gerçeğini yansıtmayan, sapasağlam duran heykeller... Hepsi öldürülmüş ölülerin adlarını taşıyorlar. Bizim öldürdüğümüz, bizim ölülerimiz.
Ölülerimizin adlarını biliyoruz ama henüz öldürtenlerimizin adlarını öğrenemedik. Hangi savaş meydanında olduklarını bilmeden, ansızın canları alınanların, nasıl öldürüldükleri, resmi kayıtlara geçecek biçimde açıklandığı zaman, tüm suçlular adil bir şekilde yargılandıkları zaman hep birlikte bir dönüşüm yaşayıp özgürleşerek bu büyük anlamsızlıktan kurtulacağız.
Mezarı başında tören
Bu arada Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı Abdi İpekçi, ölümünün 30. yılında Zincirlikuyu Mezarlığı'ndaki kabri başında düzenlenen törenle anıldı.
Törende konuşan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Başkanı Orhan Erinç, Abdi İpekçi'yi bir kez daha saygı, sevgi ve özlemle andıklarını söyledi.
Erinç, "Abdi İpekçi'nin aralarından alınışından sonra yargı ve soruşturma aşamasında gerekli özenin gösterilmediğinin yaygın kanı olduğunu" ifade etti.
"Zaman aşımının söz konusu olmasının gerçek katillere ve gerçek katillerin arkasındaki kişilere ulaşımını engellediğini" savunan Erinç, "Abdi İpekçi'nin aramızdan ayrılışının üzerinden geçen 30 yılda, ne yazık ki, eski deyimiyle 'arpa boyu yol' katedilememiştir" dedi.
Annesi Sibel İpekçi ile törene katılan, Abdi İpekçi'nin kızı Nükhet İpekçi İzet, Milliyet Gazetesi'nin babasının ailesinden daha çok vaktini geçirdiği, her şekliyle yaşadığı yer olduğunu belirtti. Babasının ilkokuldan sonra yatılı olarak Galatasaray'a girdiğini dile getiren İzet, babasının Galatasaray ve Milliyet ile bütünleştiğini ifade etti.
Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin de "Bu cinayetler tam olarak aydınlatılmadığı sürece, yakın tarihimiz aydınlanmadığı sürece Türkiye'nin gerçek bir demokrasi olabilmesi, gerçek bir hukuk devleti olabilmesi de hep sıkıntılı bir seyir içinde gidecektir. Türkiye'de demokrasi hukuk devleti hep böyle kanadı kırık bir kuş olarak kalacaktır" dedi.