01 Şubat 2015 21:23
HES’ler ilgili yazdığı bir yazı nedeniyle 2010’da başyazarı olduğu Hürriyet’ten gönderilen CHP İstanbul Milletvekili Oktay Ekşi, “Aydın Bey'in (Aydın Doğan) beni koruması mümkün değildi. Aydın Bey'in yerinde olabilecek hiç kimse o sırada Oktay Ekşi'yi gazetede tutamazdı. Çünkü 29 Ekim 2010 akşamı, Çankaya Köşkü'nde muhterem (dönemin başbakanı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan) gazetecileri topladı ve “Ben onlara göstereceğim” diyerek savaş ilan etti. O sırada zihnindeki tek mesele Aydın Doğan'ı batırmaktı. Ben de o sırada ele geçmiş bir fırsat teşkil ediyordum. Bu yüzden medya tarihinde görülmüş en yüksek vergi cezası kesildi. Üstelik eminim ki yüzde 95'i kanunsuzdu bu vergi cezalarının” dedi.
Hürriyet’te 36 yıl başyazarlık yapan Ekşi, “Aydın Doğan'a basın tarihinde görülmemiş bir zulüm yapıldı. Bu tablo içinde Tayyip Erdoğan gibi bir kişiliğe karşı Aydın Doğan'ın Oktay Ekşi'yi koruması mümkün değildi. Ben Aydın Doğan'a telefon açtım ve dedim ki, ‘Ben bana düşen her şeyi yapmaya hazırım’ O da bana gayet zarif bir şekilde ‘Beni rahatlatırsınız Oktay Bey’ dedi” diye konuştu.
Bugün gazetesinden Hüseyin Keleş’e konuşan Oktay Ekşi şunları söyledi: Hürriyet gibi bir gazetede başyazarlık yapıyorsanız, mesleğinizin mayın tarlasında yaşamak gibi olduğunu bilmeniz lazım. Hürriyet son derece etkili bir gazete. Ailenin yaşamının bir parçası olmuş bir gazete. Bu yüzden üzerinizdeki sorunluluk farklıdır.
Ben hep derim ki, “Bir gün başyazar olarak yatağa yatarım, yarın yokum.” Çünkü hangi yazımın kimin ayağına basacağını bilemeden bu işi yapıyordum. Son HES’lerle ilgili yazım, son yazımmış. O gün bana kimse “Bu yazı biraz ağır kaçmış” demedi.
Yazının ertesi gününün sabahı belli ki Tayyip Erdoğan’ın adamları, “Efendim bir şey bulduk, bunu kullanalım” dedi. Erdoğan da böyle bir şey eline geçince fırsatı kaçırmadı. Ben kötü bir zihniyetten bahsediyorum.
Hüseyin Keleş’in Oktay Ekşi’yle yaptığı söyleşi şöyle:
En sıcak gündemden başlayalım. Bakanlar Yüce Divan’a gitmese de, firelerin miktarından dolayı AK Parti’nin istemediği bir sonuç mu çıktı?
Tabii ki AK Parti'nin istemediği bir sonuç çıktı. Hatta bizim arkadaşlardan biri dedi ki, "Eğer AK Parti'den Yüce Divan'a gitmesine yönelik beş oy çıkarsa ben kürsüye çıkar anırırım." Bu tahmin de bana çok ciddi göründü. Ama baktık ki böyle olmadı. Özetle, Cumhurbaşkanı sıfatlı AK Parti lideri gazetelerde çıkan beyanlarında firelere kızdığı belliydi. 17-25 Aralık yarası AK Parti'yi iflah etmez. Dünyada ödenmemiş hiçbir hesap yoktur. Sen ödemezsen çocukların öder.
Bundan sonraki süreçte bir seçim var. AK Parti ile ilgili öngörünüz nedir?
7 Haziran'da seçimi alır mı almaz mı bilemiyorum ama AK Parti'nin ömrü artık bellidir. 7 Haziran'ı alsa bile bir sonraki seçimde yoktur.
Gazeteci olarak çok sayıda rüşvet ve yolsuzluk iddiasına şahit olmuşsunuzdur. Bugün yaşananların onlardan ne farkı var?
Bu dönemde yolsuzluk bireysel bir olay olmaktan çıktı. Kitleselleşti ve kurumsallaştı. Zaten uluslararası ölçüm sonuçlarına göre Türkiye'de yolsuzluk oranının birer ikişer değil 10-12 basamak daha kötüleştiğini gösteriyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu, oylama için İngiltere programını iptal edemez miydi? Belli ki cinayet mahallinde bulunmak istemedi.
Yolsuzluk soruşturması sürecinde internete düşen tapeler hâlâ konuşulmaya devam ediliyor. Hükümet kanadı 'montaj' dedi fakat Adli Tıp, 'gerçek' olduğu yönünde rapor hazırladı. Tapeler neden ısrarla yurtdışına gönderilmek istenmedi?
Göndermeyenlerin sancısı var da ondan. Adalet eğer Türkiye'de sağlam bir kurum olsaydı, biz bunları konuşmazdık.Türkiye'de yargı adalet dağıtmada son derece kötü sınavlar verdi. Bugün böyle, evvelki yıllar böyleydi, evvelki on yıllar da böyleydi.
14 Aralık'ta Zaman ve Samanyolu'na yapılan baskınlar oldu. O günün en fazla konuşulan konularından bir tanesi de sizin Zaman'a giderek Ekrem Dumanlı'ya destek vermenizdi. Biraz o günü anlatır mısınız?
Fatsalı hemşerilerimin kahvaltısı vardı. Yanımda oturan biri dedi ki “Abi Zaman'ı basmışlar, Ekrem Dumanlı'yı götüreceklermiş” Darbe suçundan Ekrem Dumanlı'yı içeri alacaklarmış. Buna kargalar güler. Benim Zaman'a gitmem yapmam gereken bir şeydi. Ekstra bir şey yapmadım yani.
Ekrem ile benim dünya görüşüm çok farklıdır. En fazla yüzde 5'i ya da 10'u örtüşür. Daha fazlasının örtüştüğünü ne o düşünür ne de ben düşünürüm.Ama onun ifade özgürlüğüne sahip çıkmazsam benim “demokrasiye, özgürlüklere inanıyorum” dememin beş paralık değeri olmazdı.
Bu ziyaretten sonra Ekrem Dumanlı'yla sizin karşılıklı daha önce yaşadığınız polemikler hatırlatıldı.
Evet, Ekrem beni kırdı ben de ona ağır yazdım. 7-8 sene önce yaşanmış bir şeydi. “Benim için Ekrem Dumanlı bir gazeteci olarak var ama eski dostum Ekrem Dumanlı yok” diyordum.Ama benim kişisel duygum başka yaşananlar başka. Eğer sırtımı dönseydim, demokrasi adına dediklerimin kaç paralık değeri olurdu. Ekrem Dumanlı'ya destek olmam demokrasi göreviydi.
Medyadan devam edelim, son dönemde Havuz Medyası diye tabir edilen bir yayın grubu oluştu. Bununla birlikte bir 'Alo Fatih' hattı da ortaya çıktı. Bu 'Alo Fatih’ hatları medyanın içinde hep var olan bir şey miydi?
Hayır, böyle bir seviyesizlikte bir baskıya şahit olmadım, okuduklarım içinde de yoktu. Basın tarihimizin yaklaşık üçte birini kendim yaşadım, üçte ikisi de kitaplarda yazıyor.
Sizin 36 senesi başyazarlık olmak üzere 44 senelik bir Hürriyet geçmişiniz var. Hürriyet'ten ayrılmanıza sebep olan bir yazı yazdınız. Sonra özür dilediniz. Bu yazınız, ayrılmamanız yönünde tölere edilemez miydi?
Hayır, kimse tölere edemezdi. Aydın Bey'in beni koruması mümkün değildi. Aydın Bey'in yerinde olabilecek hiç kimse o sırada Oktay Ekşi'yi gazetede tutamazdı. Çünkü 29 Ekim 2010 akşamı, Çankaya Köşkü'nde muhterem (Erdoğan) gazetecileri topladı ve “Ben onlara göstereceğim” diyerek savaş ilan etti. O sırada zihnindeki tek mesele Aydın Doğan'ı batırmaktı. Ben de o sırada ele geçmiş bir fırsat teşkil ediyordum. Bu yüzden medya tarihinde görülmüş en yüksek vergi cezası kesildi. Üstelik eminim ki yüzde 95'i kanunsuzdu bu vergi cezalarının.
Aydın Doğan'a basın tarihinde görülmemiş bir zulüm yapıldı. Bu tablo içinde Tayyip Erdoğan gibi bir kişiliğe karşı Aydın Doğan'ın Oktay Ekşi'yi koruması mümkün değildi. Ben Aydın Doğan'a telefon açtım ve dedim ki, “Ben bana düşen her şeyi yapmaya hazırım” O da bana gayet zarif bir şekilde “Beni rahatlatırsınız Oktay Bey” dedi.
O zaman siz istemeyerek de olsa Erdoğan'a pas mı attınız yazdığınız yazıyla?
Hürriyet gibi bir gazetede başyazarlık yapıyorsanız, mesleğinizin mayın tarlasında yaşamak gibi olduğunu bilmeniz lazım. Hürriyet son derece etkili bir gazete. Ailenin yaşamının bir parçası olmuş bir gazete. Bu yüzden üzerinizdeki sorunluluk farklıdır.
Ben hep derim ki, “Bir gün başyazar olarak yatağa yatarım, yarın yokum.” Çünkü hangi yazımın kimin ayağına basacağını bilemeden bu işi yapıyordum. Son HES’lerle ilgili yazım, son yazımmış. O gün bana kimse “Bu yazı biraz ağır kaçmış” demedi.
Yazının ertesi gününün sabahı belli ki Tayyip Erdoğan’ın adamları, “Efendim bir şey bulduk, bunu kullanalım” dedi. Erdoğan da böyle bir şey eline geçince fırsatı kaçırmadı. Ben kötü bir zihniyetten bahsediyorum.
Erdoğan o gün bu yazıdan haberdar olsa o gün tepki verirdi diyorsunuz yani?
Evet. Onun kadrosu var, belli. Nerede siyaseten istismar edecek laf buluruz, onu bulup hemen kendisine götürüyor anlaşılan.
Yalçın Akdoğan var mıdır bahsettiğiniz ekipte?
Bilmiyorum. Olabilir. Neden olmasın, onun yakınıydı.
Aydın Bey’in üzerinde siyasetin baskısı ete kemiğe bürünmüş bir şekilde miydi?
Çok açık. Adam 2008’in başında 7 milyar liraya varan vergi cezası koydu. Bu muhabbet değildi herhalde, bu baskıydı.
Şu anda Hürriyet’in durumu nedir?
Şu anda benim Hürriyet’le ilgim sadece okur düzeyinde. Başka hiçbir ilişkim yok.
Neden, bir kırgınlığınız mı var?
Hayır, aksine çok sevdiğim insanlar var. Aydın Bey dâhil, Ertuğrul’uydu, Sedat’ıydı, Vuslat Hanım’ıydı, hepsiyle çok sıcak ilişkilerim var. Enis benim ayrılmamda bir şey yapamazdı. Yapmaya kalksa ne yapabilirdi ki? Aydın Bey’in bir şey yapma şansı olmayan bir yerde Enis Berberoğlu yapmaya kalksa ne olur. Neye gücü yetebilirdi ki?
Hürriyet önemli bir muhalefet mi yapıyordu da bu kadar vergi cezasına uğradı?
Hürriyet’in muhalefet yapmasını beklemek abes. Kuruluşundan bu yana Hürriyet çok akıllıca bir yayın politikası izledi. Evin gazetesi olmayı hedeflemiştir. Hiçbir zaman mücadele gazetesi çizgisine girmemiştir. Bu doğrudur. Bu temel çizgi korunduğu için hâlâ etkili gazete kimliğini koruyabilmektedir.
Bu baskının sebebi ne o zaman?
Etkili gazete tabii. Etkili gazeteyi elinin altında tutmak için.
Tapelerde bazı yazarların işten atılma talimatı verildiği anlaşılıyor?
Bu iğrenç bir şey. İlkel, kabile devleti düzeyinde geçerli olabilecek bir şey. Demokraside böyle bir şey olabilir mi? Bu ‘Alo Fatih’ düzeni iğrenç bir şey. Utanç verici bir şey. Tekrar ediyorum. Adnan Menderes’e en ağır eleştirileri yönelten Dünya Gazetesi’nin Ankara temsilcisiydim.
Biz Adnan Bey’in gezilerine davet edilirdik ve toplantılarda hiçbir ayrımcılık olmazdı.
Hürriyet, 28 Şubat’ta askerin etkisi altında kaldı mı?
28 Şubatçıların en öndeki ismi olan Çevik Bir’i ve o anlayışı en fazla eleştiren başyazar bendim.Etkisi altında kaldı mı, onu Ertuğrul bilir herhalde.28 Şubat’a şimdi sağından solundan sövenler o dönem hiçbir şey demedi. Gazetecilerden söz ediyorum.Bir tanesinin ‘Çevik Bir’in Ç’si neden bu kadar büyük’ diyecek cesareti yoktu. 28 Şubat bittikten ve kabristana gömüldükten sonra çok söven oldu, evet.
Asker-Hürriyet ilişkisi nasıldı?
Asker baskı altına almaya çok çalıştı. Birilerinin iddiasına göre aldı. Almıştır elbet, niye almasın. Somut örnek gösteremem belki ama baskı altına almadığını da söyleyemem. Baskı havası vardı. Hatta bizler için sicil tuttular. Benim sicilim askere göre kötüymüş. Bizim temsilcimiz Sedat Ergin’den duyuyordum ne kadar vatan haini olduğumu!
Medyadan CHP’ye doğru yumuşak bir geçiş yapalım. CHP son birkaç seçimde oylarını az da olsa artırdı. Ama bu iktidar olmanız için yeterli olmadı. AK Parti en fazla bir seçim daha kazanır diyorsunuz ama CHP iktidar için yeterli adımları atıyor mu?
Türkiye’de sizin iktidar olmanızı temin edecek şey, siyasi iktidarın yanlışlarıdır. Bakmayın siz son seçimlere. 1950 yılının 13 Mayıs günü hepimizin beklediği şuydu: ‘CHP biraz zayıflayacak, Demokrat Parti 150-200 vekil alırlar ve böyle devam edilir’ 15 Mayıs sabahı bir de baktık ki, CHP 400’e yakın sandalyeden 61 sandalye aldı.
Bu aziz millet hiç göstermez zihninde ne olduğunu. Birinci örnek bu. İkinci örnek 1983 yılının 3 Kasım günü. Zannedilen şuydu: Milliyetçi Demokrasi Partisi birinci gelecek, Necdet Calp’ın Halkçı Partisi anamuhalefet olacak. Turgut Özal’ın ANAP’ı da küsurat partisi olacak. İnsanlar böyle bakıyor. Bir de baktık ki Turgut Bey tek başına iktidar oldu. Yine aynı senaryo gerçekleşebilir.
CHP’nin dindarlarla biraz daha yakın ilişki kurmak istemesine bakışınız nasıl. Bu durum 2008’den bu yana açılım olarak adlandırılıyor.
CHP’nin dini hassasiyeti olan kişilere el uzatması, onların isteklerine kulak vermesi doğru bir şey. Onlar toplumun evladı, bireyi değil mi?
Onların sorunlarına kulak vermeyen parti nerenin partisi olur. CHP’nin dini hassasiyeti fazla olan insanlara el uzatması gereklidir. Ben bunun ‘parti anti-laik bir politika izliyor mu’ şeklinde düşünülmesinden rahatsız olurum. Şimdiyle kadar böyle bir sıkıntı görmedim.
1961 Anayasası’nı hazırlamak için kurulan Kurucu Meclis'te basın temsilcisiydiniz. 1960’ta Türkiye’ye etkisi nasıl oldu?
Aklı başında hiç kimse bir ihtilal istemiyordu. Fakat maalesef Tahkikat Komisyonu’nun kurulması öncesinde yaşananlar, Uşak’ta İsmet Paşa’ya taş attılar. Vatan Cephesi diye bir şey icat etti Adnan Bey. Ölüleri dirileri buraya dâhil etti. Bütün bunlar gerilimi yükseltti. Ama kimse ‘İhtilal olsun da kurtulalım’ diye düşünmedi. Meğerse askerin içinde örgütlenme olmuş.
Deniz Baykal’a komplo ara ara gündeme geliyor. Bir arkadaşı olarak sizin bu çözülemeyen sürece bakışınız nasıl?
Geçen gün AK Parti’nin kuruluşuna yönelik ‘proje’ iddiası ortaya atıldı. Ben de bu iddianın doğru olduğuna inanıyorum. Dış projedir. Baykal’a yapılan video tertibi de projedir. Bunu düşünmeme sebep olan bazı somut veriler var. Birincisi CHP kurultayından 15 gün önce yapılması. 15 gün önce bir partinin liderinin beynine ateş edildi mi? Bu siyasi bir suikasttır.
Peki bu dış tertibin içeride ittifakları yok mudur?
İçeride maşası olmadan olur mu. Aziz milletimin içinde alçak, hain, namussuz yok mu? Çok var. Yaptırılmıştır. Benim kanaatin orada bir hesap kitap hikâyesi var. Deniz Baykal düşünce, CHP’lilerin birbirinin gözünü oyacağı ve dağılacağı hesabı öncelikliydi. CHP oradan kendini kurtardı.
Hep bir şey olunca kimler fayda gördü, kimler zarar gördü diye bakılır.Kime yaradı bu?
Kimin maşa olduğunu bilemem ama AK Parti’nin çıkarına hizmet eden bir tertip vardı ortada. Doğruca yarar ve çıkar hanesi, AK Parti lehineydi.
© Tüm hakları saklıdır.