Bir tweet yüzünden tutuklanıp bir ay Silivri’de kalan cumhuriyet. com.tr’nin Genel Yayın Yönetmeni Oğuz Güven, bir sosyalist olarak ‘FETÖ’den tutuklanmasının absürd olduğunu söyledi. Güven “11 Eylül’de tüm arkadaşlarımızı alacağız” dedi.
Güven, Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi olan Erdem Gül'e cezaevi hikâyesini anlattı:
Sosyalistim, FETÖ’den tutuklandım: Arkadaşlarımdan farklı gerekçeyle tutuklandım, ama olaya bir gazete davası olarak bakarsanız yanılırsınız. Gerçek, bunun bir Cumhuriyet gazetesi davası değil, bir siyasi dava olduğudur. Bu tutuklamaların muhalefetin susturulmak, sindirilmek, toplumun için korku salmak için yapıldığı çok açıktır. Sıranın bana da geleceğini bekliyordum ama 35 yıldır gazetecilikten başka bir iş yapmadığım için nasıl bir gerekçe bulacaklarını merak ediyordum. Bula bula hukukta hiçbir karşılığı bulunmayan bir ‘niyet okuma’ ile benim gibi sosyalist birini ‘FETÖ propagandası yapmaktan’ tutukladılar.
Kendimizi mizaha vuruyoruz: Eski Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, ‘Tweetten yatan bir Allah’ın kulu yok’ dediğinde hemen sosyal medyada, ‘Hiçbir suç unsuru olmamasına rağmen, kelime eksikliğinden 52 sn.’de sildirdiğim halde 32 gün tutuklu kalan hâlâ mahkemesi süren ben mesela. Adalet Bakanının haberi olmaması mümkün değil ama göz göre göre yalan söylüyor. Resmi rakamlara göre 2016 sonu itibariyle (2017 hariç) 1656 kişi tweet nedeniyle tutuklandı. 10 bin insan hakkında soruşturma açıldı’ diye yazıp paylaşım yaptım. Büyük ilgi gördü, yüzlerce kez paylaşıldı. Atilla Taş da, kendi üslubuyla buna cezaevinden, ‘Ben Allah’ın kulu değil miyim’ diye cevap verdi. Bu yalanlara karşı işi biraz mizaha vurup aklımızı korumaya çalışıyoruz.
Hâkim tutuklarken yüzünüze bakamıyor: 12 Eylül’ün Diyarbakır Cezaevi ile şimdiki cezaevlerini karşılaştırmak doğru olmaz ama bazı şartları da bugünden iyiydi. Mektup yazıp, alamıyorsunuz. Tuttuğunuz notu, yazdığınız şiir avukatınıza, çocuğunuza veremiyorsunuz. Tam bir tecrit uygulanıyor. Mahkemeler ise 12 Eylül’de daha iyiydi. Savunmanızı can kulağıyla dinliyordu askeri hâkimler. Şimdi savunmanızın anlamı yok gibi. Hâkim tutuklama kararını verirken yüzünüze bile bakmıyor ya da bakamıyor şimdilerde.
Arkadaşları göremedim: Bir aylık tutukluluğum süresince sadece bir kere avukat görüşünden çıkarken sevgili Emre İper’i gördüm. Selamlaştık uzaktan. Her perşembe Ahmet Şık, eşiyle, kızıyla görüşme yapıyordu yan odada ama bir kez bile rastlaşamadık. Öylesine tecrittik yani.
Tahliyeme sevinemedim: Ceza infaz memurları tahliye haberimi verdiğinde, televizyonu açtık. Ekranda Enis Berberoğlu’nun 25 yıl hapis cezasına çarptırıldığı ve tutuklandığı son dakika haberi vardı. Tahliyeme sevinemedim bile. İçeride kalan arkadaşlarımı geride bırakmak, hem sevinç, hem hüzün gerçekten çok garip bir duyguydu.
Bir duruş: Hapiste günlük koşuşturma içinde unuttuğun arkadaşlığın, dostluğun, sevdiklerinin, bir kuruma, bir duruşa sahip olmanın, bir takıma tutkun olmanın değerini daha iyi anlıyorsun. Böyle dostlara sahip olduğum için kendimi daha da güçlenmiş hissediyorum.
Öfkem doruktaydı: Silivri’de bir bilinmezliğe girerken ilk aramada donuna kadar soyup baktıktan sonra x-ray’den geçirdikleri an öfkem doruktaydı. Bir de avukata götüreceğim savunma ile ilgili notu, hücrenin kapısında ceza infaz memurunun alıp okumaya kalkması. Çok öfkelendim.
11 Eylül’de hepsini alacağız: Akın Atalay, Murat Sabuncu, Ahmet Şık, Kadri Gürsel, Emre İper hepsi çok yakın çalışma arkadaşlarım. Onlara şu an ‘Çok özledik. 11 Eylül’de hepinizi alacağız oradan. Daha yapacak çoooook işimiz var’ diye sesleniyorum.
Roller değişti: Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetimi olarak ancak 9. başvuruda olur alabildik. Ben iki kez Silivri’ye ziyaretçi olarak gittim. Memurların eşliğinde o koridorlardan bu kez özgür bir birey olarak geçmek, tutuklu sandalyesi yerine masanın karşına oturmak çok değişik bir duyguydu. Görüşmeler arasında arkadaşları beklerken demir parmaklıkların arasında koridora baktım bir an. Bir infaz memuru tanıyıp, ‘Siz içeride değil miydiniz’ diye sordu. ‘Evet, kaçtım çaktırma’dedim. Ben güldüm, o gülmedi tabii. Arkadaşlarımız aylar sonra, avukat ve ailelerinin dışında bir yüz görmekten, başkalarıyla konuşmaktan mutlu oldular. Hepsi suçsuz olmanın, haklı olmanın, iddianameyi çürütmenin gururuyla dimdik ayakta, 11 Eylül’ü bekliyor.
Yalan haber: Gazetede yazanların, muhabirlerin, televizyonlarda ahkam kesenlerin tetikçilik yapması, sürekli yalan haber üretmeleri midemi bulandırıyor. Bana en çok merkez medya gibi gözüküp, haberleri gizleyenlerin, gerçekleri yazmayanların, penguen rolüne bürünenlerin yaptıkları koyuyor. İçime sindiremiyorum. Türkiye’ye büyük kötülük yapıyorlar.
Kendimizi iyi hissetmemiz için: Türkiye’de herkes ‘Nereye gidiyoruz’ diye konuşuyor ama susuyor, siniyor. Milyonlar gücünün farkında değil. Çare cesaretle haksızlıklara karşı susmamak, ‘adalet’ istemini sürekli haykırmak. Nuriye ve Semih’in ölmemesi, haklarının iade edilmesi için mücadelelerine destek vermek mesela. Kendinizi iyi hissetirecektir.
En büyük özlem torun
2.5 yaşındaki torunum: Çok sevdiğim biricik aşkım kızım alınmasın ama en büyük özlemim torunum Aren oldu. Herkes neden tutuklandığımı anlıyordu ama çok ayrı bir aşk yaşadığım 2.5 yaşındaki torunuma dedesini neden göremediğini anlatamamak içimi yakıyordu.
Ben çıkacağım diyordum: Mahkemede hâkim tutuklama kararını açıkladığında ilk aklıma gelen üç ay önce yakınımın cenazesinde karşılaştığım bir avukatın, ‘sizleri hapiste çürütecekler’ sözleri oldu. Öyle ya, bu acayip suçlamayla tutuklanıyorsam, ‘acaba adam haklı mı’ diye endişelendim bir an. Hapiste ise umutsuz olduğum an hiç olmadı. Nâzım Hikmet’in ‘Yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir” sözlerini şiar edindim. En fazla 6-7 ay tutarlar diyordum. Buna göre kendimi hazırlamıştım. Şaka gibi gelecek ama, ben avludaki arkadaşlarıma ‘Ben fazla kalmayacağım. 1 ay sonra gideceğim’ diye takılıyordum. Sonra bu esprimi hep gülerek karşılayan Oğuz Usluer, Silivri’deki görüşmemizde, bana, ‘Abi biz de senin gibi evrene pozitif mesaj mı göndersek’ diye takıldı.
Hücremde gururla ağladım
Fotoğraf ve mektup: En duygulandığım anlar ise, arkadaşlarımın doğum günüm için toplanıp çektirdikleri resmi gazetelerde görmem ve kızım Demet’in mektubu oldu. İki saat hücreye kapanıp defalarca okudum ve gururla ağladım.
Kulağım kilit sesindeydi: Her sabah saat 08.15’de sabah sayımı ve avlu için ağır demir kapının açılması en iyi anlarımdı diyebilirim. Küçücük hücrede tek başına geçirilen geceden sonra her sabah küçük bir özgürlüğe açılan bir kapı gibiydi. Heyecanla o kilit sesini bekliyordum. Avluda iki arkadaşımı göreceğim, hemen voltada sohbet, ardından birlikte kahvaltı edip gazete okuyacağımız anları beklerdim.
Kantin hakkım engellenemez
Hapisteki eylemim: Haksızlıklara karşı bendeki bu isyancı ruh varken eylem düşünmemek mümkün mü? Üstelik eylem yaptım da. Sigara sorunu yaşadım. ‘Bir hafta sonra gelecek’ dediler. Bunun üzerine bir kâğıda ‘Kantin hakkım engellenemez’ diye yazdım. Avluda gardiyanların olduğu bölgedeki cama bantladım. İnfaz memurları telaşla ‘Böyle olmaz’ diye geldiler. Gelen giden olmadı üç kez tekrarladım aynı eylemi. İki gün sonra sorun çözüldü neyse ki.
Çok tanınmaktan rahatsızım: Çıktığımın ertesi günü çalışmaya başladım. Yalnız tanınma bakımından benim için iyi olmadı. Metrobüste, maçta bir ağız kavgası bile edemez oldum. ‘Şimdi ne derler’ diye özgürlüğüm kısıtlanmış gibi hissediyorum.