14 Haziran 2012 17:17
Özge Terkoğlu, Odatv davası kapsamında tutuklu yargılanan Odatv Haber Müdürü, eşi Barış Terkoğlu hakkındaki adli süreci mektupla medyaya anlattı. Terkoğlu, bazı yayın kuruluşlarına gönderdiği mektupta “Size süreci kendi ağzımdan anlatmak istedim, sizden de hatırlatmanızı rica ediyorum” dedi ve 14 Şubat 2011’de gözaltına alınan ve 16 aydır cezaevinde bulunan Barış Terkoğlu’na yöneltilen suçlamaları aktarıldı.
“İddianame çıkıncaya kadar bir kısım medyaya servis edilen bilgi ve belgelerle Odatv’den bir ‘karanlık oda’ yaratılmaya çalışıldı” diyen Terkoğlu, “Kamuoyunda ‘neler neler çıkacak’ hissi yaratılıp, gazeteciler, insanların kötücül hayal dünyalarında mahkûm edildi” dedi ve ekledi “Eşimin tüm yaptıklarının unutulup; ona bir terörist hayalinin giydirildiğini izledim.”
Savcılıkta alınan ifadede sadece beş soru sorulduğunu belirten Terkoğlu, mektubunda iddianamedeki suç delillerini de aktardı. Polis raporuna göre 2 saniyede 116 not oluşturulmasının “bilgisayara söz konusu notların dışarıdan enjekte edildiğini gösterdiğini” söyleyen Terkoğlu, eşinin dijital dokümanları ilk defa savcılıkta gördüğü belirtti. Gazeteci ve yönetici ilişkisinin de delil olarak gösterildiği iddialara karşı Özge Terkoğlu, “16 aydır iddianameyi anlatırken her düşünmek dediğimde içim acıyor, düşünmekle anlaşılamayacak, düşünmeye düşman bir süreç yaşanıyor” diyerek sitem etti.
Bir sonraki duruşmanın 18 Haziran’da görüleceğini hatırlatan Özge Terkoğlu’nun kaleme aldığı mektup şöyle:
“Eşim Barış Terkoğlu Türkiye’de basın özgürlüğünün yaygın bir şekilde tartışılmasına neden olan ve Odatv davası olarak bilinen davanın sanığı oluncaya kadar, 2008 Ağustos ayından 14 Şubat 2011 tarihine dek muhalif bir internet haber sitesi olarak bilinen Odatv’nin haber müdürüydü. Barış, gazeteciliği tutkuyla sevdi, genç bir gazeteci olmasına rağmen cesur ve ses getiren haberler yaptı. Bugün 16 aydır tutuklu yargılandığı bu dava ile Barış’a ve tüm basına kabul ettirilmek istenen gazeteciliğin yeniden çizilen sınırlarıdır. Doğru da olsa, önemli de olsa hangi haberlerin yapılamayacağıdır.
14 Şubat günü itibariyle terör örgütü üyesi ilan edilen eşimin, talimat alarak yaptığı iddia edilen haberleri nasıl yaptığına bizzat tanığım çünkü Barış evden çalışıyordu. Bir yandan Odatv’nin haber müdürlüğünü evden çalışarak yürütüyor, bir yandan da Marmara Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nde doktora yaparak akademik kariyerini sürdürüyordu. Odatv’de çalıştığı dönem içinde CNN Türk’te yayınlanan “Oradaydım” belgeseli ekibinin de içindeydi. Barış Pehlivan’la beraber tutuklanmadan önce tamamlamak üzere oldukları Wikileaks belgelerini konu alan kitap üzerine çalışıyorlardı. Cezaevi koşullarında tutuklandıktan bir yıl sonra tamamlayabildikleri kitap “Sızıntı” ismiyle yayınlandı ve yaygın ilgi gördü.
Odatv davası bilinen bir dava olmasına rağmen süreci kısaca özetleyeyim.
14 Şubat’ta birinci dalgası ve 3 Mart’ta ikinci dalgası gerçekleştirilen gözaltıların ardından, 10’u gazeteci ve yazar 12 kişi tutuklandı. Basına dönük bu tutuklamalar, ABD büyükelçilerinden, meslek hayatları boyunca ilk kez bu denli sert bir sansür ve oto-sansür baskısı hissettiğini söyleyen duayen gazetecilere dek herkesi tedirgin etti. Türkiye tarihinin en büyük basın özgürlüğü yürüyüşleri yapıldı, binler haber verme ve haber alma talebiyle yürüdü. Bizzat hükümet liderleri ve yandaşlarının karalama kampanyası gecikmedi. O günlerde “Onlar gazeteci değil” diyen Başbakan, bugün gazeteciler ve tasmalarından bahsediyor. Basılmamış kitaplara el konulan, bu vesileyle “delil” olduğu ileri sürülen belgelerin bulunduğu hard disklere el konulan ve savunma hakkının 9 ay boyunca işletilemediği katran karası günler yaşandı.
Sıradan gazetecilik faaliyetlerini organize terör faaliyetlerine dönüştüren bu dokümanların içeriğine, tutuklanan gazetecilerin toplantı notları izlenimi verilmişti. Notlara göre tutuklanan gazeteciler toplantılarla nasıl haberler yapacaklarına, hükümeti nasıl eleştireceklerine, hangi kitapları yazacaklarına, bu kitapları hangi isimle yayınlayacaklarına karar veriyorlardı. Ancak notlardaki gazetecilerin birçoğu birbiriyle görüşmüyordu. Örneğin Barış, gazeteci Nedim Şener’i hayatında bir kez yargılandığı mahkemede gördü; hatta o gün ben de Barış’laydım. Ahmet Şık’la ise hiç tanışmadığı halde örgüt ilişkisi ile suçlanıyordu. Savcıya göre tutuklanan gazeteciler medyada bir örgütlenme kurmuşlar ve bu şekilde haber yapıyorlar ve kitap yazıyorlardı. Bu dokümanları yazan belli değildi, polis ya da savcılık bunu asla soruşturmuyor, belgelerin hangi yollarla geldiğine asla bakmıyordu.
Dijital verilerle ilgili 9 ay boyunca bilirkişi incelemesi yaptırmak istedik. Ancak Ahmet Şık’ın kitabına el konulmasının ardından dosyaya konulan gizlilik kararıyla bu engellendi. Savcılığa yapılan kendilerinin inceletmesi taleplerimiz ise 9 ay boyunca reddedildi. Savcılık, hard disklere el konulmadan önce avukatlarımızın yaptırmış olduğu teknik mütalaa niteliğindeki incelemenin yetersiz olduğunu söyleyen karşı polis raporu almakla yetindi. Odatv delil klasörlerinin 45.’sinde yer alan bizzat polisin hazırladığı rapora göre incelenen 179 dosyanın 61 tanesinin 8 Temmuz 2010/ 16:17:13’de oluşturulmuş olarak görüldüğünü, 55 tanesinin 8 Temmuz 2010/ 16:17:14’de oluşturulmuş olarak görüldüğünü söylüyor. (Raporları Barış’ın savunmasının 48. sayfasında görebilirsiniz: http://g.odatv.com/dosya/baris-terkoglu-savunma.pdf)
Polis raporuna göre 2 saniyede oluşturulan 116 not, bu bilgisayara söz konusu notların dışarıdan enjekte edildiğini gösteriyor. Ayrıntılı bilirkişi raporları meseleyi aydınlığa kavuşturuyor. Bağımsız bilirkişi raporları alınan Yıldız Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi profesörleri ve A.B.D.’de yapılan bilirkişi incelemesi de söz konusu belgeler hakkında bu yönde kanaat bildiriyor. (Raporları web sitesinden görüntüleyebilirsiniz: http://baristerkoglu.net/bilirkisi-raporlari/)
Delil kabul edilme durumları son derece sorunlu olan bu dokümanları, Odatv haber müdürü olarak yapılan haberleri sahiplenen ve her birini savunmasında tek tek gönül rahatlığıyla savunan Barış, bu dijital belgeleri hayatında ilk kez 18 Şubat günü savcılıkta gördü. Barış’ın bilgisayarında bir tane bile örneği olmadığı gibi, bir yerinde bile adı geçmemektedir.
Soruşturmaya konu olan haberlerin çoğunluğunun bu sözde belgelerden önce yazılmış olması dikkat çekici. Bu belgeye göre haberin değil, habere göre belgenin yaratıldığını gösteriyor.
Yedi ay sonra Odatv iddianamesi çıktı, iddianame çıkıncaya kadar bir kısım medyaya servis edilen bilgi ve belgelerle Odatv’den bir “karanlık oda” yaratılmaya çalışıldı. Kamuoyunda “neler neler çıkacak” hissi yaratılıp, gazeteciler insanların kötücül hayal dünyalarında mahkûm edildi, aşkla gerçeğin peşinden giden eşimin tüm yaptıklarının silinip, unutulup; ona bir terörist hayalinin giydirildiğini izledim. İddianame de tek suç gazetecilikti, yazarlıktı, yazılması can sıkıcı olanları yazmaya cesaret etmekti. Yaratılan beklentileri boşa çıkaran bir iddianame çıktı. Birini terörist ilan etmek için silaha, örgüte, tanışıklığa vb. iddialara gerek duymayan bir iddianamenin kabul edilip tutukluğun bugüne dek sürmesi belki daha ürkütücü. Bu durumun normalleşmesi, böyle bir iddianameyle insanların 16 ay tutuklu tutulabilmesi çok daha trajik.
134 sayfalık Odatv davası iddianamesini 73-80. sayfaları Barış’la ilgili. İddianamenin ilk cümlesi “Şüpheli... 17.02.2011 günü ile savcılığımızda ayrıntılı ifade vermiştir.”
Ayrıntılı dedikleri ifade 5 sorudan ibaretti:
1. Odatv binasındaki odaları ve bu odada bulunanları anlatın.
2. Yalçın Küçük’le ilişkinizi açıklayın
3. Coşkun Musluk’u tanıyor musunuz? (Coşkun, Odatv yazarı)
4. Abdullah Öcalan’ın açıklamalarını neden haber yapıyorsunuz?
5. “Ulusal Medya 2010”, “Hocadan notlar”, “Nedim.doc”, “Hanefi.doc” vb. gibi belgeleri daha önce gördünüz mü?
İddianamedeki suçlama:
“Ergenekon Silahlı Terör Örgütü” üyesi olduğu, şüpheliler Yalçın Küçük ve Soner Yalçın’dan almış olduğu örgütsel talimatlarla örgütün amaç ve stratejileri doğrultusunda faaliyet yürüttüğü, medya imkanlarıyla kara propaganda ve toplumu yanlış bilgilendirme faaliyetlerini icra ettiği, kaos ortamı oluşturmak amacıyla halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği anlaşıldığından...”
Odatv, Yalçın Küçük’le pek çok kez söyleşi yaptı. Bunların tamamını hem yazılı hem de ses kaydı olarak yayınladı. Barış ile Yalçın Küçük’ün iddianamede bir tek telefon konuşması var. Barış, Küçük’e telefon açarak, o sırada Küçük’ün yanında bulunan arkadaşlarımızı telefona istiyor. İddianamenin 74. sayfasında ilgili bölüm şöyle:
‘‘Yalçın Hocam, kusura bakmayın, ben bizim Deniz ile Barış’a ulaşmaya çalışıyorum ama sanırım sizin yanınızdalarmış. Telefonları da kapalı ya da orada çekmiyor. Kendileri yanınızdalarsa görüşmem mümkün mü acaba ?’’
Diğer talimat aldığı iddia edilen kişi ise, işvereni, sitenin imtiyaz sahibi Soner Yalçın, sıradan haber yapma sürecinin konuşulduğu, tartışıldığı telefon konuşmaları suç olmuş. Anlaşılıyor ki iddianameyi yazanlar, gazetelerde yayınlananlar, haberlerle gazetecilerin, yöneticilerinin hiçbir ilgisinin olmaması gerektiğini, onlar hakkında konuşmaması gerektiğini, bunun ancak ve ancak terör faaliyeti olabileceğini düşünüyorlar. 16 aydır iddianameyi anlatırken her düşünmek dediğimde içim acıyor, düşünmekle anlaşılamayacak, düşünmeye düşman bir süreç yaşanıyor.
Sayfa 74’de Barış için, “PKK terör örgütü elebaşısının bir takım açıklamalarını halkı sokağa dökmek amaçlı haber yaptıkları diğer taraftan bir iç savaş varmış algısı oluşturmayı hedefledikleri anlaşılmıştır” deniyor.
İddianamenin 74. sayfasında suç kabul edilen “Öcalan Diyarbakır’daki Kürtlere ‘Mısır’daki gibi sokağa çıkın’ dedi” başlıklı haberi yaparken, Barış Pehlivan ile yaptıkları telefon görüşmesinde “Sonuçta bu bir haber”, “kötü bir şekilde vermeyelim”, “tetikleyici olmayalım”, “soğuk şekilde verelim” gibi uyarılarda bulunuyor. Haberi de yorumsuz olarak aktarıyorlar. Aynı açıklama tartışmasız bütün gazetelerde haber oluyor. Örneğin, Radikal’den Cevdet Aşkın da çok benzer bir başlık atıyor: “Öcalan, Kürtleri Mısır halkı gibi meydanlara çağırdı” diyor; Milliyet, “Öcalan Mısır’dan ilham aldı”; Vatan “Öcalan bu kez Mısır’la tehdit etti” diye manşet atıyor. Savcılık gazetecilik yaklaşımını hiç bilmiyor. Usame Bin Ladin çok tehlikeli bir terörist olabilir. Ancak açıklamaları haber değeri taşır.Fethullah Gülen, duruşunu beğendiğiniz ya da beğenmediğiniz bir cemaat lideri olabilir. Ama sözleri haber değeri taşır. Norveç’te katliam yapan Breivik’in eylemi tasvip edilemez. Ama söyledikleri haber değeri taşır.
Bunun yanında “suç”un delili olarak PKK’lı kadınların cinsel yaşamlarına ilişkin Odatv’ye gönderilmiş olan bir e-postanın haber yapılmamış olması gösterilmiştir. Artık yapmayı tercih etmediğiniz, beğenmediğiniz, güvenmediğiniz haberlerde suç olmuş. Bu mantıkla nelerin suç sayılabileceğini düşünmek bile istemiyorum, bundan sonrası kara mizah. Son olarak aynı başlık altında tutuklu milletvekilleri adaylıklarına ilişkin son duruşmada tahliye edilen Coşkun Musluk ile olan telefon konuşması suç delili sayılmıştır. Bu konuşmada Barış, olguları yazabileceklerini, politika önerilemeyeceğini, röportaj yapabileceğini söylediği yazarı araştırma yapmaya ve olguları yazmaya yönlendiriyor.
İddianamede iç savaş ve kaos ortamı yaratma amacını taşıdığı iddia edilen haberlerin tümü doğru haberlerdi. Savcılık ya da polis haberlerin yanlış olduğunu iddia etmiyordu. Ancak polise ya da savcıya göre örneğin işçilerin ve öğrencilerin eylem haberleri ülkede karışıklık çıkarabilirdi. Bu haberler birer birer soruldu. Hatta Arap dünyasını sarsan eylemlerin haberleştirilmesinin amacının bu ülkede yaşanan iklimi Türkiye’ye taşımak olup olmadığı sorgulandı. Hükümeti ve onun politikalarını eleştiren haberlerin gizli niyetinin ülkede darbe ortamı yaratmak olabileceği iddia edildi. Ergenekon Davası’nda gerçekleşen hukuk ihlallerinin neden haberleştirildiği tartışıldı. Polis ve savcıya göre bu haberler davanın itibarına gölge düşürüyordu. Polis ve savcı Odatv haberlerini terörizm ile ilişkilendirmeye çalışıyordu. Polis “savaş” kelimesini Odatv arama motorunda aratmış ve başlığında “savaş” kelimesi olan haberlerle amacın savaş çıkarmak olup olmadığını sorgulamıştı. Oysa haberlerden bazıları “soğuk savaş” üzerineydi, hatta bir tanesi toplam kaç gün savaşmadan geçtiğini anlatan bir yazıydı.
İddianame de Barış’a ait olan kısım Devrimci Karargah davası sanıklarından olan Ulaş Bayraktar’ın telefonunda Barış’ın telefonunun kayıtlı olması, Devrimci Karargah ile bağlantı olarak gösterilerek son buluyor. Ulaş Bayraktar, Barış’ın hâlâ doktora öğrencisi olduğu ve yüksek lisansını da yaptığı Marmara Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nden sınıf arkadaşıdır! Bana yüksek lisans danışmanım olan ve 2009 yılında kaybettiğim sevgili hocam Türkel Minibaş tarafından yazılmış olan referans mektupları ve benzeri düzeyde başka şeylerin evimizden delil olarak alındığını düşününce görülüyor ki trajikomik bir tutarlılık var. 17 Şubat 2012’de beş soru sorularak tutuklanan eşim Barış Terkoğlu’nun, suçu ve suçlu bulunmasına neden olan kanıtlar böyle.
Dava 20 Kasım 2011’de görülmeye başlandı. Heyet Başkanı Resul Çakır, bizzat kendisinin fotoğraflarının olduğu ve mağdur sıfatıyla yer aldığı bir başka davanın konusu olan iftar fotoğrafları haberinin yazarı olan eşimin davasına bakmakta bir sorun görmemişti. Haber Ergenekon soruşturmasını yürüten hâkimlerin, savcı ve polislerin duruşmalar başlamadan kısa bir süre önce birlikte samimi pozlar vererek katıldıkları bir iftar yemeği üzerineydi. İftar fotoğrafları haberinin doğruluğunun kabul edilmiş olmasına, Meclis’te soru önergelerine neden olmasına ve en iyi haber ödülünü kazanmış bir haber olmasına rağmen haberi yapana maliyeti ağır oldu. Hâlâ 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde süren davada en son savcı okuyucu yorumları nedeniyle Barış hakkında üç yıl hapis cezası istedi. 12. Ağır Ceza Mahkeme’de görülen davada mağdur sıfatıyla yer alan Mahkeme Başkanı Çakır, içinde kendi fotoğraflarının yer aldığı savunmayı “tarafsız” dinleyebileceğine inanıyordu, ya da bu ilkeyi çok önemsemiyordu bilemiyorum, re’sen çekilmemişti; dahası bu gerekçeyle yapılan reddi hâkim talebi reddedildi. Mahkeme Başkanı reddi hâkim talebi reddedildikten sonra yapılan atamalar aracılığıyla değiştirildi. Yeniden tamamlanan heyetle Ocak’tan Mart’a savunmaların jet hızıyla alındığı duruşmalar yaşandı.
12 Mart’ta Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkeme’sine (AİHM) Ahmet Şık ve Nedim Şener hakkında sorulan sorulara yanıt vermeden iki gün önce Ahmet Şık, Nedim Şener, Coşkun Musluk ve Sait Çakır tahliye edildi ve duruşmalara 100 gün ara verildi. Kalanları unutmak için 100 gün, kalanlar çeksin diye 100 günlük daha ceza. Tahliye olanların da söylediği gibi neden onların bırakılıp diğerlerinin tutuklu kaldığını ne hukukla ne de iddianamenin kendi iç tutarlılığıyla anlamlandırmak mümkün değil.
18 Haziran’da yapılacak olan duruşmaya 10 günden az bir süre kaldı. 100 gün sonra bir umut daha orada olacağız. Tutuklananlar üzerinden düşünme ve yazma özgürlüğüne gözdağı verilen bu dava hepimizi ilgilendiriyor. Size süreci kendi ağzımdan hatırlatmak, anlatmak istedim, sizden de hatırlatmanızı rica ediyorum.
Değerli desteğiniz için şimdiden teşekkür ederim.
Özge Terkoğlu.”
Odatv iddianamesinde Barış Terkoğlu’na dair sayfalar için TIKLAYIN
© Tüm hakları saklıdır.