Alper Görmüş
(Taraf - 2 Kasım 2012)
Öcalansız savaş mümkün, barış değil...
Geçen yaz Öcalan devlete de Kandil’e de resti çekti, şu sözleri söyledi ve bir daha da konuşmadı:
“Her iki taraf da beni idare ediyor. Aslında bu bir şantajdır. (...) Her iki taraf da beni taşeron olarak kullanıyorlar. Her iki tarafın beni taşeron olarak kullanmasına son veriyorum. Bugün itibariyle buna son veriyorum. Benim yapacaklarım bitti. Bundan sonra benim rolümü sürdürmem için sağlık, güvenlik ve özgür hareket alanının sağlanması gerekiyor. Artık bunlar olmadan hiçbir şey yapmıyorum.”
Ben, o günlerde bu sözleri şöyle yorumlamıştım:
“Öcalan, ‘yokluğu’ üzerinden ‘varlığı’nın değerini iki tarafa da göstermek istiyor. (...) ‘Madem öyle gidin çatışın’ demeye getiriyor ama dilinin altında şu var: ‘Çatışın, yiyin birbirinizi, nasıl olsa sonra tekrar bana geleceksiniz...’ Dediği doğru... Devlet ve Kandil, Öcalan olmaksızın da çatışabilir fakat Öcalan olmaksızın barışamaz!” (Taraf, 2 Ağustos 2011).
Aradan bir yıl geçti, ölen öldü, kalan sağlar bizim oldu ve döndük dolaştık Öcalan’ın söylediği yere geldik.
Aradan geçen bir yıl, Devlet’e de Kandil’e de Öcalan’ın “etkisiz eleman” hâline getirilemeyeceğini göstermiş durumda.
Bu aşamada, onun PKK’ya yapması gerekeni direkt olarak söyleyebileceği koşulların yaratılması demek, silahların susmasının da yolunun açılması demek... Ki bu, cezaevlerindeki açlık grevlerini de sona erdirecek.
İçinde bulunduğumuz insanlık dramı, bize bir kez daha şunu gösteriyor: Politik cesaret olmaksızın Güneydoğu’da silahların susması asla mümkün değildir.