Gündem

Öcalan Gülen cemaatinden ne istiyor?

Öcalan’ın Gülen cemaatine gül atması, düne kadar sert rekabet içinde olan PKK tabanı ve cemaatte hararetli bir iç tartışma başlattı.

13 Aralık 2010 02:00

T24 - Abdullah Öcalan’ın  geçtiğimiz günlerde avukatları aracılığıyla yolladığı mesajlarda Fethullah Gülen cematine dair çarpıcı mesajlar da yer aldı. Öcalan, 'Biz hiçbir zaman kendilerinin varlığını inkar etmedik, onlardan da bizi inkar etmemelerini bekleriz.' diyerek cemaate barış mesajı gönderdi.

Öcalan mesajında cemaati bir sivil toplum örgütü olarak gördüğünü ve Türkiye'nin demokratikleşme sürecinde etkileri olacağını dile getirdi. Milliyet gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş'ın bugün (13 aralık 2010) yayımlanan yazısı şöyle: 


PKK cemaatten ne istiyor?

Öcalan’ın Gülen cemaatine gül atması, düne kadar sert rekabet içinde olan PKK tabanı ve cemaatte hararetli bir iç tartışma başlattı. İmralı’da Öcalan’la görüşmeler yeniden başlıyor

Haftanın en merak edilen siyasi kulisi CHP kurultayı ise, en anlaşılmaz siyasi gelişmesi de İmralı’da Abdullah Öcalan’ın bir anda Fethullah Gülen cemaatine çiçek atan sözleriydi.
Olay şöyle gelişti. Geçen pazar Abdullah Öcalan’ın avukatları, Yalova’ya gidip Zaman yazarı Hüseyin Gülerce’yle uzun bir görüşme yaptı. Gerçi Öcalan’ın avukatları son yıllarda belirli aralıklarla kamuoyunda öne çıkan yazarlarla bir araya geliyor; hem kendi pozisyonlarını anlatıyor hem de Kürt sorunu çözümü için nabız tutuyor.  

Ancak bu sefer durum farklıydı. Hüseyin Gülerce, sıradan bir yazar değil, Türkiye’de ciddi bir siyasi güç haline gelen Gülen hareketinin en tepesindeki isimlerdendi. Her ne kadar Gülerce “gazeteci kimliğimle görüştüm” dese de, Zaman yazarının cemaat hiyerarşisinde sık sık Pensilvanya’ya gidip bizzat Fethullah Gülen’le görüşebilecek konumda olduğu gerçeği gözden kaçmadı. 


'Cemaat siyasi parti gibi'

Buluşmanın hemen ardından, aylardır cemaatle ilgili sert ifadeler kullanan Abdullah Öcalan’dan sürpriz bir çıkış geldi. Cemaati “Gerek Türkiye’de gerek Ortadoğu’da önemli aktör” olarak tanımlayan, hatta  “bir siyasi parti işlevine sahip” diyen Öcalan, Gülen hareketi için “Türkiye’nin hatta Ortadoğu’nun demokratikleşmesinde rol alabilirler” dedi. Ardından beklenmedik ve bir o kadar da muallak bir ittifak önerisi ortaya attı: “Oldukça dinamik güçleri var, biz de dinamik bir gücüz. Bu iki dinamik gücün karşılıklı anlayış göstermesi ve dayanışma halinde olması durumunda Türkiye’de birçok temel sorun çözülecektir. Bu dayanışma sadece Türkiye’yi değil Ortadoğu’yu da etkileyecektir.”

Tuhaf. Tüm Türkiye haftalardır CHP ve BDP’nin de içinde yer aldığı bir “sol blok” tezini tartışmışken, bu ittifak da nereden çıkmıştı? 

Öcalan’ın çıkışını daha da ilginç kılan, uzunca bir süredir Güneydoğu’da PKK tabanı ve Gülen cemaati arasında devam eden adı konmamış örtülü savaştı. Doksanların sonlarından itibaren Güneydoğu okulları, yurtları ve alternatif sivil toplum yapılanmasıyla varlık göstermekte olan Gülen cemaati, son açılım süreci ve referandumda “evet” için yürüttüğü kampanyayla bölgedeki siyasi profilini iyice yükseltti. 


Cemaat PKK hedefindeydi

Bundan rahatsız olan PKK, Gülen hareketini Güneydoğu’da kendisine rakip görüyor, bu siyasi rekabet üst düzey PKK ve BDP’lilerin demeçlerinden sokak eylemlerine kadar hissediliyordu. Fırat News gibi PKK’ya yakın medya kuruluşları, son dönemde düzenli olarak bölgedeki “cemaat” üyelerinin isimlerini afişe ediyordu. Kürt hareketi içinde, KCK davası “cemaatçi polislerin işi” olarak anılıyordu. Bölgede Samanyolu, Zaman, Aksiyon gibi yayınlara tepki vardı. Hakkari’de cemaate yakın bir imamın infaz edilmesi, başka illerde tehdit ve araba kundaklamalar, işin rekabet ötesine şiddete dökülebileceğinin resmiydi. Bismil’de PKK tarafından 5 Kasım’da bir cemaat evi basıldı.

Bu siyasi kutuplaşmanın ne kadar keskin olduğunu, geçen ay Brüksel de PKK’nın  Avrupa sorumlularından Zübeyir Aydar’la yaptığım röportajda da gördüm. Aydar, PKK’nın imamın öldürülmesiyle ilgili olmadığını vurgulasa da, cemaat konusunda netti: “Şiddet demiyorum ama onlarla siyasi mücadelemiz devam edecek.” Örgütün iki numaralı ismi Murat Karayılan da bir süre önce benzer açıklamalarda bulunmuştu. 


İmralı’dan devlet talep etti

Peki bu ortamda Abdullah Öcalan neden bir anda cemaate gül atmış, hatta bir adım ileri giderek ittifak önermişti? 

İki nedeni var. Öncelikle İmralı’da Öcalan’la görüşen devlet yetkilileri, Güneydoğu’da mütedeyyin kitleyle PKK yandaşları arasında bu tarz bir tırmanıştan rahatsız. Seçim sürecinde bu gerilimin sokak çatışmalarına ya da masum insanlara yönelik şiddet eylemlerine dönüşebileceği korkusu var. Öcalan’a bu yolda bir çağrı yapmasının toplumsal gerilimi düşüreceği, yaklaşık 40 gün önce kesilen görüşmelerin yeniden başlamasında da etkili olacağı hissettirildi. 

PKK liderinin başka sebepleri de vardı. Öcalan, önümüzdeki süreçte anayasanın değişmesi, Kürtçe eğitim, yeni vatandaşlık tanımı gibi siyasi taleplerinde sadece devletle diyalog yoluyla bir yere gelemeyeceğini, bu talepler konusunda Türkiye kamuoyunun ikna edilmesi gerektiği düşüncesindeydi. Kendisine yakın isimlerden anladığım kadarıyla güçlü bir medya ayağı ve siyasi nüfuzuyla Gülen cemaatini kamuoyuna ulaşmak için makul bir aracı olarak gördü.
Ancak Öcalan’ın teklif ettiği birliktelik, hiç de kolay gözükmüyor. Tam tersine Öcalan’ın hafta ortasındaki açıklamasından bu yana hem cemaatin için hem de PKK tabanı fokur fokur kaynıyor.
Cemaat açısından PKK, en son ittifak yapılabilecek yer. Cemaatin Kürt sorununa bakışını, en iyi özetleyen, Kürt tiplemeleriyle tepki çeken Samanyolu televizyonundaki “Tek Türkiye” dizisi.
Cemaate yakın duran tek tük liberal entelektüelleri bir kenara bırakırsanız, Gülen hareketinin bugünkü yönetim eliti, sadece muhafazakar değil aynı zamanda milliyetçi ve devletçi reflekslerle yoğrulmuş bir siyasi kültürden geliyor.  

Zaten 2009 yerel seçimleri öncesinde Öcalan’ın avukatları ve Gülen cemaati önde gelenleri arasındaki (avukatların talebiyle gerçekleşen) benzer bir buluşma da bu yüzden son derece soğuk geçmiş, cemaati pek ikna etmemişti. 


Taban tabana zıtlık

PKK tabanında durum farklı değil. Evet Güneydoğu’da PKK’ya sempati duyanlar arsında mütedeyyin bir kitle var; ancak hem PKK hem de BDP’nin üst yönetiminde etkin olan, laik sol gelenekten gelen, muhafazakar yapılanmalara kuşkuyla bakan genç nesil. Kürt hareketindeki yönetim eliti de Gülen hareketini devletin bir uzantısı olarak görüyor, Öcalan’ın çağrısının Güneydoğu’da AK Parti’yle mücadelelerinin zayıflatacağını düşünüyor. 

Tablo böyleyken henüz bırakın ittifakı, bir diyalogdan söz etmek için bile erken. Öyle görünüyor ki, Öcalan’ın açıklaması, hem Kandil hem de cemaat cephesinde çok tartışılacak. 
İmralı’da devletle temasın önümüzdeki günlerde yeniden başlaması bekleniyor. 

Kısa vadede tansiyonun düşmesi, hem devlet hem de diğer kesimlerin işine geliyor. Öcalan’ın çağrısı, PKK tabanı ve cemaat mensupları arasında tırmanan gerilimi bir nebze düşürmüş olacak. Seçimlere kadar kan dökülmemesi, herkesin işine geliyor. 

Ancak iki taban arasında uzun soluklu bir kimyasal uyum, bugünkü kutuplaşma ortamında zor gözüküyor.


CHP’de demokrasi oyunu

CHP’de bitmek tükenmek bilmeyen iç mücadelede son viraj... Kemal Kılıçdaroğlu, ya bu haftaki kurultayda toplumun değişim özlemini yansıtan yeni bir Parti Meclisi oluşturacak, ya da listesi delinmiş, karizması çizilmiş, statükoya teslim bir muhalefet lideri olarak CHP elitine teslim olacak. 

“CHP eliti,” CHP tabanı demek değil. Kendini sol diye tanımlayan, cumhuriyet değerlerine sahip çıkan, Batılı normlarda bir Türkiye isteyen CHP seçmeninden söz etmiyorum. CHP eliti, şu zamana kadar elini taşın altına koymamış, rahat yaşamış, ironik bir üslupla “topluma inmek” diye tabir edilen eyleme pek bulaşmamış, partiyi AK parti karşısında karikatürize bir muhalefet haline getiren kesim. 


Şimdi demokrasi, diyorlar. 

Tabii Türkiye’de herkesin her an daha çok demokrasi talep etmeye hakkı var. Geç de gelse, 10 yıldır kimsenin aklına gelmemiş olsa da CHP’de parti içi demokrasi talebine lafım yok. Özünde Deniz Baykal’ın talep etttiği çarşaf liste, Kılıçdaroğlu’nun yapmaya mecbur olduğu blok liseten daha demokrat bir temsil yöntemidir. 

Ancak ister çarşaf, ister blok; önemli olan nasıl yapacağınız değil, parti yönetimine kimleri getireceğiniz. Kuşkusuz liste tartışması sadece usulle ilgili değil, CHP’nin geleceği için iki vizyon arasındaki yarıştan söz ediyoruz.  

Kılıçdroğlu, PM listesini henüz hazırlamış değil. Kemal Bey, “Daha çok kadın, daha çok genç” diyor. Bu kulağa hoş geliyor. Bu listede son krizde atanan 14 genel başkan yardımcısının yanında, örneğin iş dünyasından isimleri, Melda Onur, Nuran Yıldız, Didem Engin gibi genç kadınları, dış politikada Faruk Loğoğlu ya da Uğur Ziyal gibi duayenleri görecek miyiz? Yıllar yılı Türk solunun enternasyonalist ayağını güçlendirmeye çalışan Şule Bucak parti yönetimine dönecek mi? Diyarbakır’dan Sezgin Tanrıkulu’nun CHP’ye katılımı, parti için büyük bir artı. Tanrıkulu yanında Van’dan Suna Şahin’in ismini sık sık duyar oldum. Var mı CHP’nin Güneydoğu’da bağımsız Kürt kadınlarına yer açma cesareti? Peki ya Kemal Derviş? Son dönemde partiden uzaklaşitırılan sendikacılar? Yaptığı radikal açıklamalarla Önder Sav’ın tüylerini diken diken eden, ancak solcuların yüreğini okşayan Enver Aysever gibi isimler?
Diyeceğim o ki... kimse son dakikada birbirine demokrasicilik oynamasın. İster çarşaf ister blok, önemli olan partiyi Türkiye’ye açmaya, bu ülkeyi kucaklamaya hazır mısınız? Ben önümüzdeki hafta Ankara’ya gittiğimde, listeleri bu gözle yorumluyor olacağım.