Baskın Oran*
‘Âkiller’ olayıyla ilgili kitabı tamamlamak üzereyim. ‘Bitirirken’ bölümünü yazarken Başbakan Erdoğan ’ın Gezi ve 17 Aralık sonucunda Barış Süreci’ni tükenmeye bıraktığından bahsediyorum, diğer partner olarak Öcalan’ın tutumunu da özetlemek gerekti.
İzlemek kolay olsun diye sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Öcalan çeşitli nedenlerle ‘süreç’in ipi kopmasın derken, bu mektupta Türkiyeli Ermenileri biraz harcadı; bunu ve aşağıdaki ayrıntıları, bir ‘Kürt muhibbi’ sıfatıyla yazdığımı akılda tutarak okumanızı hasseten istirham ederim.
İpi koparmamak için mi?
Öcalan, bin zorluk ve iki partnerin büyük cesaretiyle başlayan ‘barış süreci’nin tükenmeye terkini tabii ki istemiyor. Ama hem muhalefetin ‘süreç’e hiçbir destek vermemesi yüzünden hem de hapiste yatıyor olması yüzünden Erdoğan’a mahkûm. Fakat, mesele bu kadarla kalmıyor. Öcalan Erdoğan’a, fazla ‘paralel’ desem bu ortamda yanlış anlaşılabilir, biraz fazla koşut davranıyor.
Bir kere, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk olayını, aynen Erdoğan gibi, ‘hükümete darbe’ olarak gördü. AKP ile ‘cemaat’in iktidar kavgasının ‘süreç’le hiçbir ilgisi bulunmadığı halde, “Ülkeyi bir darbe ateşiyle yeniden yangın yerine çevirmek isteyenler bizim bu ateşe benzin taşımayacağımızı bilmelidir” dedi.
İkincisi, KCK Eşbaşkanı Bese Hozat’ın, “Milliyetçi Ermeni ve Rum lobileri paralel devlettir (…) Özel Harp Dairesi ve JİTEM gibi güçler paralel devletin vurucu güçleridir” biçimindeki üzücü sözlerine karşı çıkmadı, Hrant’ın katledilme yıldönümü 19 Ocak’ta bir açıklama yapacağını söyledi.
Üçüncüsü, o açıklama yapılamadı ama Artı Bir TV’de Can Dündar’ın sunduğu Canlı Gaste’de şu sözleri söylediği iddia edildi: “Gezi olaylarında [Erdoğan’ı] kurtardım. Sağduyulu davranmasaydık Başbakan’ı götüreceklerdi. 17 Aralık darbesine de karşı duracağız. Tüm darbelere karşı durduk”. Devam etti: “Beni en iyi anlayan Bese olmuştur. O sözlerin ben de arkasındayım”.
Bu sözler BDP tarafından yalanlandı. Gezi’de BDP yoktu hakikaten; cümlenin 17 Aralık’ı darbe sayması da vahimdi ama ifadenin Bese Hozat’la ilgili kısmını ben de çok ihtiyatla karşıladım. Oysa Öcalan, 31 Ocak tarihli Agos’ta çıkan ve önceden basın tarafından da iktibas edilen mektubunda aynı şeyi tekrarlıyor şimdi. Hozat’ın adını geçirmeden ama onun ve hatta Erdoğan’ın terimlerini aynen kullanarak. Hatta aynı söylemi vurgulayarak. Mektuptan somut olarak izleyelim:
“[Ermeni halkı, mücadelesini,] uluslararası sermaye güçlerinin ve lobilerinin sinsi amaçlarından uzak durarak [sürdürmelidir]” Uluslararası Mihraklar. Lobiler. Erdoğan ve Bese Hozat.
“(…) iç ve dış bütün demokrasi karşıtı (…) kesimlerin dayandığı iki temel güç, para/kapital ve milliyetçiliktir. Araç olarak da büyük sermaye lobilerini ve son dönemlerde de cemaat türü yapıları kullandılar. Yine Uluslararası mihraklar. Sermaye lobileri. Cemaat. Erdoğan ve Bese Hozat.
“(…) bizi boşa çıkartmak için canla başla uğraşan bütün derin, açık, paralel yapılara, lobilere ve cemaat türü yapılara karşı herkesi daha dikkatli olmaya (…) davet ediyorum.” Derin, açık, paralel yapılar. Lobiler. Cemaat. Yine, Erdoğan ve Bese Hozat.
Erdoğan ne yaptıysa, onu yapıyor
Öcalan, Türkiyeli Ermenilere bu mektubu yazarken, onların muhtemel tepkisini yatıştıracak tedbiri alıyor:
“Ermeni halkının içine düşürüldüğü durum tam bir soykırım gerçeğidir. Bu soykırıma rağmen Ermeni halkının trajedisiyle birlikte kendini bugüne taşıyabilmiş olması büyük bir mucizedir. Bu soykırıma rağmen (…) büyük bir mucizedir.”
Üç cümlede üç “soykırım” terimi. 1915’te 1 milyon kurban vermiş olmakla kalmayan, Anadolu’nun tartışmasız en büyüğü olan medeniyetlerinin İttihatçı faşistler tarafından tarumar edilmesini dünyanın dört bir yanına tespih taneleri gibi dağıtılmış vaziyette izleyen, sonra da Türk devletinin hâlâ süren o zalim inkârını sineye çeken Ermenilerin içini birazcık soğutan tek kelime ‘soykırım’ terimi. Arkasından, Türk faşistleri dışında kimsenin karşı çıkamayacağı Hrant Dink teması:
“Halkların gerçek dostu ve Ermeni halkının yiğit evladı Hrant Dink de işte bu kirli zihniyetin temsilcileri tarafından katledilirken yukarıda izah etmeye çalıştığım aynı amaca hizmet için katledilmiştir.”
Yani, ‘bebe katil’e tetiği çektirenler belli: “Araç olarak büyük sermaye lobilerini ve son dönemlerde de cemaat türü yapıları kullan”an “iç ve dış bütün demokrasi karşıtı güçler”.
Déjà vu. Bunu Erdoğan daha önce Diyarbakır’da yapmıştı. Öcalan’ın Yukarı Mezopotamya ve Suriye’de siyasal rakibi Barzani’yi davet ederek ‘süreç’teki partnerinin, Öcalan’ın karşısına çıkartırken, Kürtlerin muhtemel tepkisini yatıştıracak tedbiri de almıştı: ‘Kürdistan’ kelimesini telaffuz etmişti. Bunca yıl bir yandan maddi koşulları ama esas olarak kimlik inkârını, ‘Dağ Türkleri’ni sineye çeken Kürtlerin içini birazcık soğutan tek kelime. ‘Kürdistan’.
‘Hıristiyan Batı’
Bütün bunlar ne anlama geliyor? Mülkiye’deki doktorasını Irak Kürdistanı’nda gezerek yazmakta olan Arzu Yılmaz, 26 Ocak tarihli Radikal İki’de çok zihin açıcı bir yazı yayımladı. Tamamını okumanız elzemdir ama özet istiyorsanız şöyle diyor:
Gerek Türkiye gerekse Irak’taki Kürtler ama ideolojik ayrım olmaksızın hepsi, halklarının bugüne kadar devlet kuramayışını ‘Batı emperyalizmi’ne yorarlar. Tarihte de bulurlar bunun kanıtlarını: Kürt Selahaddin Eyyubi Haçlıları yenilgiye uğratmıştır; Cizre-Botan Miri Bedirhan, Asuri ve Süryanileri kesmiştir; Kürt Hamidiye Alayları ve 1915’te Ermenileri bitirmiştir. Hıristiyan Batı bunları unutmamıştır.
Farkında mısınız; Kürt’ü kaldır, yerine Türk’ü koy, ‘Hıristiyan Batı’ konusunda Erdoğan’a hiç ters gelmeyecek temalar bunlar. Devam ediyor Arzu, diyor ki işte bu ‘inançlar’ bağlamında, ‘Lozan, Hıristiyanların Kürtlerden intikamı’ kabul edilir.
Bu üç tarihsel ‘kanıt’ın vahim yanlışlıklarını başka bir yazıda ele alacağım ama esas vahamet, bir ‘inanç’lar bütününün şu ânımızı nasıl belirlediğinde. Arzu hatırlatıyor:
Öcalan, 1913 Nevroz konuşmasında Türkleri ve Kürtleri “İslam bayrağı altındaki ortam yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanan” iki stratejik ortak olarak tanımladı. ‘Hıristiyanların Kürtlerden intikamı’ olan Lozan’ın Kürtleri ölümüne inkâr eden Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduğuna hiç değinmeden, Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda Batı emperyalizmine verilen ortak mücadeleden, Misak-ı Milli’den bahsetti.
Hozat’ın geri almamakta direndiği ve Öcalan’ın da artık açıkça desteklediği sözler, bu bağlamda işte şimdi ete-kemiğe bürünüyor. Demek ki ‘purufüsör’ unvanı yetmiyor; bazı temel şeyleri, meselenin içinden, sahada gezerek öğrenen bir doktora öğrencisinden öğrenmek gerekiyor.
01/02/2014 tarihinde "Öcalan'ın Agos'a mektubu üzerine" başlığıyla radikal.com.tr'de yayımlanmıştır.