Abdullah Öcalan’ın BDP heyetinden yapılmasını istediği “Çözüm konferansları”nın ikincisi Diyarbakır’da “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı” adı altında toplandı. Öcalan, konferansın açılışında okunan mesajında, “Devlet samimi ise benim dış dünyayla ilişkilerimi sağlamak zorundadır” dedi.
Öcalan, tek başına karar almasının demokratik ve gerçekçi olmayacağını vurgulayarak “Bu nedenle, sizlerin yapacakları çalışmalar neticesinde alacağınız ortak kararlar, her birimizin arkasında duracağı gelecek perspektifi olacaktır” ifadelerini kullandı.
Mesajında Diyarbakır Konferansı'nın önemine dikkat çeken Öcalan, “Diyarbakır Konferansı; eğitim, sağlık, kültür, savunma, ekonomi, diplomasi gibi hususlarda halkın devletle uygulayacağı hukukun belirlenmesinde ön açıcı olacaktır” dedi.
“Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı”nda okunan Abdullah Öcalan’ın mesajı şöyle:
“Değerli dostlar, saygıdeğer delegeler
Kuzey Kürdistan Çözüm ve Birlik Konferansı’na katkı sunan, katılım gösteren her birinizi en içten duygularımla selamlarım.
Bütün Ortadoğu coğrafyasının yangın yerine çevrildiği, içinde bulunulan yüzyılda halklarımızın kaderinin yeniden belirleneceği tarihi bir aralıkta toplamış olduğunuz konferans, hiç şüphe yok ki bu sürecin en saygın çalışmalarından olacaktır.
Geçen yüzyılda egemen güçler tarafından parçalanarak sömürge statüsüne bile layık görülmeyen ana vatanımız Kürdistan’ın, hakeza Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının kaderi de bu dönemde yeniden belirlenecektir.
Mirasını devraldığımız köklü Mezopotamya uygarlıklarının tarihsel birikimlerini referans alarak ortak bir gelecek yaratma adına sürdürdüğümüz mücadelenin önemli bir aşamasına gelmiş bulunuyoruz.
Kendi anavatanımızda bizi yeryüzünden silmek, yok saymak, köleleştirmek, onursuzlaştırarak teslim almak adına yapılan bütün baskıları, katliamları, zulüm politikalarını yerle bir eden amansız bir mücadele sonucunda bu noktaya gelmiş bulunuyoruz.
Artık hiç bir güç kimliğimizi, dilimizi, kültürümüzü inkar etme kudretini kendinde göremeyecektir. Yakın tarihimiz, düşürülmüş bir halkın kendi öz gücüyle yeniden ayağa kalkışının görkemli direnişine tanıklık etmiştir. Bu direniş, arkasında on binlerce şehit bırakarak, her türlü bedeli ödemiş milyonlarca kişi bırakarak bu aşamaya gelmiştir. Bu vesileyle ben bir kez daha bütün şehitlerimizi minnetle anıyorum. Bedellerin en ağırını ödeyen bütün halkımıza şükranlarımı sunuyorum.
Bugüne değin yürüttüğümüz varlık-yokluk mücadelesi, var olma neticesiyle dönemsel zaferini tamamlamıştır. Ancak sizlerin de takdiridir ki bundan sonraki aşamalarda bu varlık durumunu nasıl koruyacağımız, geliştireceğimiz ve güvence altına alacağımız meselesi de en azından var olmak kadar önemli bir mevzudur.
İşte tam da bu nokta da Konferansınızın tarihi rolü bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Tekçi ulus devletlerin ve kapitalist modernitenin toplumu içine düşürdüğü cendereden çıkışın da bir fırsatı olarak düşündüğümüz bu mücadeleyi, şimdi gerçek özgürlüklerle taçlandırmanın zamanının geldiği inancındayım. Coğrafyamızın çok uluslu, çok kültürlü, çok inançlı ve çok dilli gerçekliği karşısında tekçiliği dayatan hiçbir formülün barış ve huzur getirmeyeceğini anlamak kahin olmayı gerektirmez. Anadolu ve Kürdistan coğrafyası ile bütün Mezopotamya coğrafyasının her bir halkı, her bir inancı ve her bir kültürü,eşitlik hukuku çerçevesinde bir arada yaşayacak kadar değerli ve onurludur elbette. Toplumu oluşturan bu farklı öğelerin bir tekini bile dışarıda bırakan, yok sayan, ortadan kaldırmayı hedefleyen hiçbir sistemin başarı şansı olmadığı gibi ahlaki olarak savunulabilecek tarafı da olamaz. Coğrafyamızın onlarca değerinden olan Kürt, Türk, Ermeni, Süryani, Arap, Fars, Türkmen ve daha bir çok halk, Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Yahudi, Alevi, Yezidi ve daha bir çok inanç bir biriyle ast-üst ilişkisi kurmadan, gerçek bir kardeşlik ve eşitlik hukuku içerisinde bir arada yaşayabilirler.
Yüz yıllardır bize dayatılan kapitalist ulus devletçilik ve onun yarattığı kapitalist kültür nedeniyle kan gölüne dönen coğrafyamızda öz gücümüze dayanarak yeni bir halklar ittifakı kurmak her zamankinden daha mümkündür.
Gerçekte Arap Baharı olarak ifade edilen isyanlar zincirinin de ortaya çıkardığı en önemli gerçek budur. Dışarıdan dayatmalarla bizlere zorla giydirilen bu deli gömleğini parçalayarak çıkarma istediğinden başka bir şey değildir Arap Baharı.
Saygıdeğer dostlar
Şimdi yeni bir geleceği doğru bir hukukla, öz güce dayalı olarak, geçmişin hatalarından da derseler çıkararak inşa etme göreviyle karşı karşıyayız. Ben, içinde bulunduğum ağır İmralı koşullarına rağmen tarihin bana yüklediği sorumluluklarımı samimiyetle yerine getirme gayreti içerisindeyim. Karşımızdaki burjuva zorbalığının bize dayatmasıyla elimize almak durumunda kaldığımız silahı devre dışı bırakarak, demokratik siyasi mücadele ile yolumuza devam etme iradesinin ilk aşamasını tamamlamış bulunuyoruz. Bundan sonraki aşamada görev ve sorumluluk daha çok da Konferans bileşenlerinindir. Elbette devletin ve hükümetin de bu süreçte son derece ciddi görevleri vardır. Demokratik siyasetin bütün kanallarını açmak, siyaset üzerindeki her türlü açık ve gizli baskıyı sonlandırmak, yasal ve anayasal güvenceler ile bunu teminat altına almak gibi sorumlulukları vardır. Sürecin sağlıklı ilerleyebilmesinin başka da yolu yoktur. Ancak yine de temel görev ve sorumluluk öz gücümüz yani halkımızındır. Öz gücümüze dayanmadan yapacağımız hiçbir hamlenin kalıcılığı da güvenilirliği de olamaz, tarih bu yalın gerçeği binlerce defa bizlere ispatlamıştır.
Benim içinde bulunduğum İmralı koşulları nedeniyle tek başıma bir müzakereyi yürütmem hem imkansızdır hem de doğru değildir. Ben, bana yüklenen Önderlik misyonum gereğince müzakere sürecinin yolunu açıyorum, bu yolda yürümesi ve sürecin içini doldurması gerekenler de sizlersiniz. Devlet de barışçıl çözüm için samimi ve ciddi ise benim sizlerle, dış dünyayla, diğer arkadaşlarımla ve halkla ilişkilerimi sağlamak zorundadır.
Bu temelde; geniş katılımla toplanan Konferansınız, müzakere sürecinin en temel siyasi mekanizması olmak durumundadır. Kürdistan halklarının bundan sonra hangi hukuk içerisinde bir arada yaşayacağı, dilini, kültürünü nasıl koruyup geliştireceği, Türkiye Cumhuriyeti devleti ile ve diğer devletlerle hangi hukuk çerçevesinde varlığını sürdüreceği meseleleri eminim ki konferansınızın temel görevlerinden olacaktır. Sizlerin alacağı kararlar ve varacağı sonuçlar bizim yürüttüğümüz müzakere sürecine de yol gösterecektir. Bir halk adına benim tek başıma kararlar almam demokratik olmayacağı gibi gerçekçi de olmaz. Bu nedenle, sizlerin yapacakları çalışmalar neticesinde alacağınız ortak kararlar, her birimizin arkasında duracağı gelecek perspektifi olacaktır.
Yine eminim ki Konferansınız yıllardır en ağır baskılar altında sefalet durumuna düşürülmüş halkımızın ekonomik, sosyal, kültürel açılardan geliştirilmesi için alınması gereken tedbirler konusunda da gerekli hassasiyeti gösterecektir. Eğitim, sağlık, kültür, savunma, ekonomi, diplomasi vb. hususlarda halkın devletle ve halkın kendi arasında uygulayacağı hukukun belirlenmesinde Konferansınız ön açıcı olacaktır. Bu çerçevede yine sizlerin tartışarak alacağı kararlar neticesinde Konferansınızın bu sürecin sonuna kadar kesintisiz çalışmasını sürdürmesinde fayda olduğu inancındayım.
Saygıdeğer arkadaşlar
Bireyler de, kurumlar da tarih karşısında daima geçicidir. Bu tarihi dönemde aslolan halklarımızın özgür, onurlu, eşit ve birlikte yaşamını güvence altına alacak ortak ruhu yakalamaktır. Ulusal demokratik birlik çerçevesinde bir arada yürüteceğimiz mücadele, bizlerin en büyük güvencesi ve garantisidir. Bu birliğe katkı sunan bütün çevreleri yürekten kutluyor, birlik ruhunun dışında kalmayı tercih eden çevreleri de bu ilkeler çerçevesinde bir kez daha bu ortak mücadeleye davet ediyorum.
Her dönem de olduğu gibi siyasal mücadelemizin bu döneminde de fedakarlığın en büyüğünü gençliğin üstleneceğinden kuşkum yoktur. Genç arkadaşlarımın her açıdan kendini donanımlı hale getirerek bütün saldırılara karşı hazırlıklı olacağından kuşkum yoktur.
Hakeza Kürdistan demokratik devriminin en büyük kazanımı olan kadın özgürlüğü konusunda Konferansınızın önemli tutum belirlemesi gerektiği inancındayım. Kadının toplum içindeki yerini ve öncü misyonunu doğru bir temelde tanımlamayan hiçbir hareketin gerçek anlamda özgürlüğü savunduğu iddia olunamaz. Kürdistan kadınının bu rolüne biçtiğim yüce değerin gereği olarak ve kadınlara verdiğim söze sadık kalarak bir kez daha diyorum ki kadın özgür olmadan toplum asla özgür olamaz.
Bu duygularla sizleri bir kez daha selamlıyor, Konferansınızın başarılı olması temennisiyle her birinize ayrı ayrı saygılarımı sunuyorum."