Söyleşi

O sözleri ya Fethullah Gülen söylemeseydi?

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, www.t24.com.tr'nin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.

07 Haziran 2010 03:00




Selin ONGUN - T24
[email protected]


Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü, eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, iktidar partisinde, Gülen hareketini en yakından tanıyan isimlerden biri.

Ambargo altındaki Gazze’ye yardım götürürken İsrail’in saldırısına uğrayan gemileri Tel Aviv yönetiminden izin almadığı için “Otoriteye karşı geldiler” sözleriyle eleştiren Fethullah Gülen’in son sözleri hakkında yorum yapmamayı tercih eden Çelik dip not düşüyor:

“Gülen hareketi ile aramızda hiçbir sorunumuz, derdimiz yok (…) Birileri soğuk hava olmasını temenni ediyorsa, böyle şeyler yazıp çizebilir. Ama sorun yok diyorum.  Bakın şimdi Türkçe Olimpiyatları yapılıyor; hükümet, partinin en tepesindekiler, en üst düzeyde buna kucak açıyor mu? (…) Yani bir sorun, soğuk hava filan yok. Ama birileri seçimler yaklaşıyor diye problem üretmek istiyorsa, biz yine de kendi işimize bakarız.”

Hükümette “Gülen çatlağı” olmadığını ifade eden Hüseyin Çelik’e soruyoruz: “Otoriteye meydan okumak yanlıştır, ifadesini Fethullah Gülen değil bir başkası söyleseydi, hükümet üyelerinden yine 'hoşgörülü' değerlendirmeler gelir miydi?”

Cevabını bir “ama” ile koyulaştırıyor: “(...) Ne AK Parti, ne de başka bir parti ile şimdiye dek polemiğe girmeyen, siyasetten uzak tavrı düşünüldüğünde, bu sözlerin de siyasi olmadığı bellidir. Ama bu sözleri siyasetin içinden, polemikçi tutumuyla ortaya çıkan bir başkası söylese elbette farklı tepkiler verilebilir.”

Çelik'in Deniz Baykal’ın “Pensilvanya selamı” ile başlayan sürece dair değerlendirmesi de benzer istikamette: “Cemaat mensuplarını ve Fethullah Gülen’e gönül vermiş insanları bir selamla oyları, kanaatleri, eğilimleri değişebilen insanlar olarak görmek haksızlık.”



Tanıtım ve Medyadan Sorumlu AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik'in  www.t24.com.tr’ nin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:



'Tetitiği çektiren ele bakmıyoruz; İskenderun'da soruladığım bu'


- İskenderun saldırısının İsrail ile irtibatlı olabileceğine işaret ettiniz; oradan başlayalım?

Ben hiçbir demecimde bunun İsrail ile ilişkili olduğunu söylemedim. “Bu olayın eş zamanlı olması tesadüf değildir” dedim. Şunu söyledim; Türkiye ne zaman take off noktasına gelse birileri Türkiye’nin başına bir çorap örmeye çalışıyor. Sayın Başbakan’ın aslında daha sonra grup toplantısında söylediği gibi, adeta bir gizli el düğmeye basıyor. Çünkü bir taraftan anayasa değişikliği yapıyorsunuz,  bir taraftan yöneten ve yönlendiren küresel iradenin bir parçası oluyorsunuz. Birleşmiş Milletler inisiyatifindeki Medeniyetler İttifakı’nın Eş Başkanı sizsiniz, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi Başkanı yine bir Türk, İslam Konferansı Örgütü’nün Genel Sekreteri yine Türk. Birleşmiş Milletler Güven Konseyi üyeliğine seçiliyorsunuz. Türkiye varlığını dünyada hissettiriyor. Ve bundan rahatsız olan birileri var. Ben, “İsrail ile bunlar bağlantılıdır. Bu İsrail’in eseridir, İsrail ajanları bunu yapmıştır” filan demedim. Benim orada üzerinde durduğum şu; iki saat arayla gerçekleşen bu saldırılar. İskenderun’da Deniz İkmal Destek Komutanlığı’na böyle bir saldırı yapılıyor ve altı asker şehit oluyor, yedi asker yaralanıyor. İskenderun’dan söz ediyoruz, Dağlıca’ya Aktütün’e Tunceli’ye benzemeyen İskenderun’dan.  Bir şey daha söyleyeyim; terörist dediğimiz bu adamların helikopteri, uçağı yok; değil mi? İskenderun’da bu olay gerçekleştiriliyor ve failler sırra kadem basıyorlar; nasıl oluyor bu? Biz genellikle tetiği çeken ele bakıyoruz, tetiği çektiren ele bakmıyoruz. Esas mesele bu; benim sorguladığım bu. Diğer yandan terörün bu şekilde azması tesadüf bir şey midir?


'Bunu İsrail yaptı, demek için elinizde bir delil olması lazım'


- Siz bu sorgulamanızda tekil mi kalıyorsunuz; sanırız Dışişleri Bakanı’nın açıklamasından haberiniz yok?

Ne diyor?

- Basın toplantısında bu saldırının İsrail ile ilişkilendirilmediğini söyledi.

Zaten “Bunu İsrail yaptı” demek için elinizde bir delil olması lazım. Ben de hiçbir zaman böyle bir şey demedim. Ancak İçişleri Bakanı’nın paralelliğe işaret eden açıklamasını da biliyorsunuz; bu sadece benim şüphem değil. Şunu da hemen söyleyeyim; ben komplo teorilerine itibar eden biri değilim. Ama geçmişe baktığınız zaman görüyorsunuz;  “Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” diye bir söz var. Türkiye’de Kahramanmaraş, Çorum olaylarının arka perdesi hâlâ aralanmamış, Madımak meselesinde hangi sürükleyici unsurlar bunun provokatörlüğünü üstlenmiş; hâlâ ayıklanmamış…

-  “Perşembenin gelişi çarşambadan belli” ise hemen güncelleyerek soralım; Netanyahu koalisyonunun ipleri İsrail ordusundaki şahinlere teslim ettiği bilinmiyor muydu; yardım gemileri hareket etmeden önce işlerin böylesi bir krize varmaması için önleyici diplomasi yürütüldü mü?

Bakın Selin Hanım,  bizim hariciyedeki klasik büyükelçiler de senin dediklerini söylüyorlar, siz de onların dediklerini tekrarlıyorsunuz.


'Çevrecilerin çabası gibi Gazze'ye gidenlerinki de saygıdeğer'


- Şu şıkkı soruyoruz; “Belki de önleyici diplomasi yürütüldü ve sonuç vermedi?”


Bir dakika, Türkiye Kuzey Kore değil, Türkiye Cumhuriyeti devleti demokratik bir ülkedir. Sivil toplum kuruluşu demek, hükümetin emriyle hareket etmeyen toplum, kendi iradesiyle hareket etmek demek. Non-govermental organization, İngilizcesi de budur; hükümetle ilgilisi olmayacak bu kuruluşların. Kutuplardaki fok balıklarını kurtarmak için sefer düzenleyip hayatını tehlikeye atan insanların, çevrecilerin çabası ne kadar saygıdeğerse, bir grup insan Gazze’deki insanlık dramına müdahil olabilmek için oraya gidiyor.


'Hükümet bunlara mani olabilirdi, diyorlar;  böyle bir hakkınız yok sizin'


- Ona şüphe yok ama sorumuz bu değildi.

Bir beni dinle, sözümü tamamlayayım. Şimdi bu insanlar ölümü göze alıyor. Kimse “Biri gelsin bizi öldürsün” temennisinde bulunmaz ama burada siz, İsrail gibi varlığını şiddete borçlu olan bir ülkeyle muhatapsınız,  ki yaptıkları açıklamalarda Gazze’ye Mısır üzerinden gideceklerini söylediler, fakat buna rağmen uluslararası sularda İsrail bir baskın düzenliyor ve bu insanlara zarar veriyor. Şimdi hükümet ne yapabilirdi? “Hükümet bunlara mani olabilirdi” diyorlar;  böyle bir hakkınız yok sizin. Oradaki giden insanların kimliğini sorgularsınız, bunların arasında provokatör var mı, silah var mı, barışçı amaçların dışında herhangi bir şey taşıyor mu; gümrük muamelelerini yaparsınız. Bu insanlar da oraya gider. “Ha niye korumadılar?” deniyor; koruma amaçlı olarak bu gemilerin sağına soluna iki firkateyn verseydik, o zaman bu, resmen Türkiye İsrail’e savaş açtı anlamına gelmez miydi?


'İsrail, gidenleri uluslararası sularda vuracağım, demedi ki'


- Tekrar soralım; İsrail’in bu konudaki söylemi ve tutumu itibariyle bu gemiler hareket etmeden önce bu işin böylesi bir krize varmaması için Tel Aviv ve Kahire ile öncelikli diplomasi yürütüldü mü?

Belki değil, her türlü diplomasi yürütüldü.

- Ne yapıldı?

Kesinlikle sonuna kadar diplomatik bütün kanallar kullanılmıştır, ne gerekiyorsa yapılmıştır. İsrail’e kesin olarak bu gemideki insanların ezici çoğunluğunun Türk vatandaşı olduğunu barışçı amaçlarla gittikleri ve rotaları söylendi. Ama İsrail,  “Ben onları uluslararası kara sularında gidip vuracağım” böyle bir şey demedi ki! “Gelmesinler, biz ambargoyu deldirmek istemiyoruz” falan filan gibi şeyler söyledi. “İsrail ben şu kadar askerle helikopterle adamların tepelerine bineceğim; alınlarından vuracağım” der mi; böyle bir şey demiş mi?


'Fethullah Hoca sağduyulu bir insandır, kolay kolay yaş tahtaya basacak biri değil'


- Tam bu noktada, Fethullah Gülen’den bir değerlendirme geldi: “Oraya gidenlerin İsrail’den izin alması gerek”; katılıyor musunuz?

Fethullah Hoca sağduyulu bir insandır,  bu konularda kolay kolay yaş tahtaya basacak biri değil. Fethullah Hoca Wall Street Journal’a ne söyledi, ne kadarı yayımlandı; bunu bilmediğim için bu konuya girmeyeceğim.

- Şöyle soralım; “Gidenlerin İsrail’den izin alması gerekirdi.” Bu söylem hükümetin tutumunun tersi istikamette bir söylem…

Ne dedim; Hocaefendi’nin bu konuda tam olarak ne dediğini bilmeden bu konuda yorum yapmam, geç bunu. Batı medyasıyla bizimki çok farklı değil. Mesela ben size bir mülakat veriyorum, uzun buluyorsunuz, önünü arkasını kesip, iki cümleyi aldığınız zaman, birileri de üzerine yorum yaptığında yanlış sonuçlara varabilir. Bu konuda yorum yapmam.


'Cemaat mensuplarını bir selamla oyları değişebilen insanlar olarak görmek haksızlık'


- 2002’den bu yana son bir ay içinde, ilk defa bu kadar somut biçimde, Gülen hareketi ve AKP karşı karşıya geldi.

Hangi konuda?

- Deniz Baykal olayında ve şimdi “İsrail’e gidenlerin izin alması gerektiği” konusunda.

Onu yalanladılar; yok böyle bir şey. Orada Fethullah Gülen Hoca’nın söylediği şu; “Ben doğrudan Deniz Baykal’ı aramadım, ziyarete gelen bir arkadaş vasıtasıyla kendisine insani olarak geçmiş olsun dileğinde bulundum.”

- Bizim üzerinde durduğumuz konu Fethullah Gülen’in doğrudan Baykal’ı arayıp aramaması değil. Siz, Gülen cemaatinin itibar ettiği ve hareketi yakından tanıyan birisiniz, vereceğiniz enformasyon önemli; Gülen hareketi neden bu topa girdi?

Yok böyle bir şey. Cemaat mensuplarını ve Fethullah Gülen’e gönül vermiş insanları bir selamla oyları, kanaatleri, eğilimleri değişebilen insanlar olarak görmek haksızlık.
Kaldı ki karşı karşıya gelmek filan, bunlar söz konusu değil.


'Fethullah Gülen hareketiyle bir derdimiz yok'


- AKP ve Gülen hareketi arasındaki ilişkiyi özellikle son günlerde doğru okumak için doğru mercek ne?

Ne diyorum; karşı karşıya gelmek gibi bir şey yok. AK Parti Türkiye’de yasalara uymak, cumhuriyetin temel niteliklerine aykırı olmamak kaydıyla Türkiye’deki tüm sivil toplum hareketlerini kucaklayan ve diyalog içerisinde bulunan bir partidir. Bizim, Fethullah Gülen hareketiyle de bu mânâda bir derdimiz, problemimiz yok. Diğer sivil toplum örgütleri ya da kendilerine cemaat diyenlerle de sorunumuz yok.


'Bu sözleri Fethullah Gülen değil, başkası söylese elbette farklı tepkiler verilebilir'


- O halde şunu cevaplayın; hükümette neden “Gülen çatlağı” olamaz?

Hükümet mensupları tornadan çıkmış insanlar değil. Çeşitli meselerle ilgili olarak farklı görüşlere sahip olabilirler. Bir kişinin söylediği üzerine yorum yaparken herkesin aynı fikirde olması, aynı şeyi düşünmesi mümkün değil. Sayın Ertuğrul Günay farklı düşünür, Sayın Bülent Arınç farklı; bu gayet doğal. Şimdi bizim 336 milletvekilimiz her konuda aynı mı düşünüyor; bu hayatın pratiğine ters. Gelelim sorunuzun cevabına, bu bir hükümet çatlağı olamaz çünkü bu hükümetin bir icraatı değil.

- Eğer “Otoriteye meydan okumak yanlıştır” ifadesini Fethullah Gülen değil bir başkası söyleseydi, hükümet üyelerinden yine “hoşgörülü” değerlendirmeler gelir miydi?

Burada şu var; Fethullah Hoca her zaman müspet hareketi ve itidalli davranışı ile tanınır. Polemiğe giren bir yapısı yoktur. Ne AK Parti, ne de başka bir parti ile şimdiye dek polemiğe girmeyen, siyasetten uzak tavrı düşünüldüğünde, bu sözlerin de siyasi içerikte olmadığı bellidir. Ama bu sözleri siyasetin içinden, polemikçi tutumuyla ortaya çıkan bir başkası söylese elbette farklı tepkiler verilebilir.


'Hükümet, partinin en tepesindekiler, Türkçe Olimpiyatları'na kucak açıyor; aramızda soğuk hava yok'



- “AKP ve Gülen cemaati arasında soğuk hava hâkim” gibi değerlendirmelerin sizdeki karşılığı nedir?

Birileri soğuk hava olmasını temenni ediyorsa, böyle şeyler yazıp çizebilir. Ama sorun yok diyorum.  Bakın şimdi Türkçe Olimpiyatları yapılıyor; hükümet, partinin en tepesindekiler, en üst düzeyde buna kucak açıyor mu? Bu komitenin başkanı kim; Mehmet Sağlam, bizim Milli Eğitim Komisyonu Başkanımız, Kahramanmaraş milletvekilimiz. Yine ben pazar günü 15 bin esnafın katıldığı bir toplantıya tek konuşmacı olarak katılacağım. Yani bir sorun, soğuk hava filan yok. Ama birileri seçimler yaklaşıyor diye problem üretmek istiyorsa, biz yine de kendi işimize bakarız.


'İsrail'i yalnızlığa iten Saadet mi; ayrıca bu konunun sadece İslami  bir mesele olarak ele alınmaması gerekir'


- Saadet Partisi’nin Gazze Mitingi’ndeki kalabalığın ruh haline işaret ederek hemen soralım; “Filistin sorunu üzerine odaklanan AKP ve Saadet’in ideolojik rekabeti, son tahlilde Saadet’e artı, AKP’ye eksi yazdırdı?”

Bütün dünyayı ayağa kaldıran, İsrail’i uluslararası diplomaside yalnızlığa iten, yaralıların 24 saat içerisinde Türkiye’ye getirilmesine sağlayan Saadet midir; Türkiye’de bir hükümet var. Tabii seninki tahrik edici bir soru. Ama partimizin tutumu bellidir; biz parti olarak bu işten siyasi rant devşirme peşinde değiliz. Bunu siyasi partiler üstü bir olay olarak ele almak lazım ve bu meselenin sadece İslami bir mesele olarak ele alınmaması gerekir.

- Başbakan’ın, hükümet üyelerinin, “Gemide ölen şehitlerimiz” söylemini nereye dahil etmeli o halde?

İnsanlık dramına müdahil olmak kutsal bir görevdir; başkasının derdiyle dertlenmek kutsaldır. Bu kişilere şehit denmesinin hiçbir mahsuru yok.


'Hükümet İHH'ye bir misyon vermedi, İHH bu işe kendisi talip oldu'


- İHH’nin topladığı yardımın resmi ya da Kızılay gibi uluslararası itibarı yüksek kuruluşlarca Gazze’ye ulaştırılmaması mahsurlu mu sizce?

Meseleyi yanlış bir zeminde tartışıyorsunuz.

- Bu seçenek üzerinde duruldu mu?

Hükümet bir misyon tespit etmiş ve bu misyonu ihale edecek bir sivil toplum kuruluşu aramış ve İHH’yı bulmuş değil.  İHH bu işe kendisi talip olmuş ve bu işi üstüne almış.


'Devlet idare ediyoruz, aşiret değil; bir ülkeyle yıllara dayanan ilişkilerinizi pat diye kesemezsiniz'


- Başbakan tepkisini hep çok sert ortaya koydu. Ama Meclis’teki deklarasyon krizinde AKP’nin itirazı üzerine birçok akıldan geçti: “Esip gürlemek kolay, yaptırım zor mu?”

Biz devlet idare ediyoruz, aşiret idare etmiyoruz. Dış politikada armudun sapı, üzümün çöpü hesabı yapılmaz. “Şunun yönetimini beğenmedim, kapıları kapat; şunun rejimini beğenmedim, kapıları kapat” dış politika böyle yürütülmez.

- O zaman Başbakan’ın söylemi ve üslubuyla büyük ters orantı mevcut?

Başbakan ne diyor; uluslararası hukuk! Biz kabadayılık yaparak, adam döverek bu işi çözeceğiz demedik. Uluslararası hukuk zemininde diplomasinin bütün imkanları kullanılarak ne gerekiyorsa bunu yapacağız. Ama bir ülkeyle yıllara dayanan ilişkilerinizi pat diye ertesi gün kesemezsiniz. Açık söyleyeyim; İsrail’den Türkiye’ye gelip yatırım yapanlar var, Türkiye’den İsrail’e gidip yatırım yapanlar var. Onlarca anlaşma var, ilişki var. Bizim hükümetten çok önce başlamış ilişkiler bunlar. Cumhurbaşkanımız da Başbakanımız da net şekilde söyledi; bunlar zaman içinde asgariye inecek, bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.


'İsrail'de kalan ihaleyi iptal ettin diyelim, ne olacak; misliyle geri alacak'


- “Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”ın somut karşılığı nedir?

Bugüne kadar NATO ve Amerika ekseninde gelişen İsrail-Türkiye dış politikası artık böyle olmayacak. Bizim tasdik ve tayin edeceğimiz bir rotada gidecek. Bunun ötesinde, “Esti gürledi ama bir şey olmadı” diyorlar; daha ne olacaktı! Yapılması gereken ne varsa yapılmıştır; askeri tatbikatlar iptal edilmiştir, maçına kadar iptal vardır. Bazı konularda uluslararası hukuka bağlanmışsınız, önceden verilmiş taahhütleriniz var. Diyelim ki bir ihale İsrail’de kalmış. Sen bunu iptal ettin, ne olacak; senden misliyle yine alacak bunu. İşte bu noktada Meclis’te itiraz edilen deklarasyon meselesinde muhalefet sanki İsrail’e değil, hükümete karşı deklarasyon yayımlanıyormuş gibi bir tutum içerisine girdi. AK Partili Grup Başkan Vekili kendi hükümetini hedef alan bir metne imza attığı zaman, kusura bakmayın ama, muhalefetin safına geçmiş olur. Muhalefet, İsrail meselesi gündemdeyken kendi akıllarınca hükümete gol atma çabasında olduğu için böyle bir tartışma meydana geldi.


AKP için Menderes'in özel hayatıyla Baykal'ınki farklı mı?


- Bir başka tartışmaya geçelim; Adnan Menderes ile Başbakan Erdoğan'ın İsrail krizinden önce gazetelerde tam sayfa çıkan fotoğraflı ilanları hatırlıyor musunuz?

Evet, ne olmuş?

- O ilanın çıktığı günlerde Başbakan’ın Baykal için söylediği “Eline, diline, beline” sözleri de manşetlerdeydi. “Evlilik dışı” ilişkisi nedeniyle de yargılanarak büyük bir mağduriyete uğratılan Adnan Menderes’in olayına bakışınız ve Baykal konusundaki kıstasınız aynı mı?

Ben ölmüş,  Allah’a ve milletine hesabını vermiş bir insanla ilgili olarak üzerinden yarım asır geçtikten sonra, bugünkü siyasetin konusu olmayan bir meseleyi konuşmak istemem.

- Baykal hayatta olmasaydı; siz de “hem kel hem fodul” demeyecek miydiniz?

O dediğiniz mesele üzerinden Başbakan’ın da bizim de asla siyaset yapma niyetimiz olmadı. Bir kere biz Baykal’ın özel hayatını hiç konuşmadık.


'Sayın Baykal, vatandaş olarak hakkımı arayın, deseydi sempati toplardı'


- Başbakan “Ben olsam partiden ihraç ederdim” bile dedi; dahası var mı?

Sayın Başbakan olaydan haberdar olmasıyla beraber ilgili bakan arkadaşlara bu yayınların durdurulması için derhal gerekeni yaptırmasına rağmen, bizlere asla bu konuyu söz konusu yapılmaması için talimat vermesine rağmen, Baykal sizi olayın faili olarak itham ediyor. Siz olsaydınız ne yapardınız?

- Sizin özel hayatınız Başbakan’ın “eline diline beline” vurgusuyla sorgulansaydı, hoşunuza gider miydi?

Hükümetle hiçbir ilgisi olmayan bu konuda bizleri suçlamak yerine Sayın Baykal, “Bir vatandaş olarak hakkımı arayın, araştırın” deseydi çok daha sempati toplardı. Ama o ne yaptı; tuttu başına gelen bu musibetin sorumluluğunu hükümete attı. Sayın Deniz Baykal, “Bu işte hükümetin parmağı olduğu yönündeki delilleri ortaya koyacağım” demişti. Hani nerede; kamuoyu hâlâ bekliyor.