Dünya

NYT: İç savaş bitti, yeniden inşa zamanı

Virginia’da 1891’de başlayan Amerikan İç Savaşı, 147 yıl sonra aynı eyalette sandıkta bitti. Herkes artık ABD’de her şeyin mümkün olduğunu biliyor

06 Kasım 2008 02:00

Virginia’da 1891’de başlayan Amerikan iç savaşı, 147 yıl sonra aynı eyalette sandıkta bitti. Her yurttaş ve her göçmen ABD’de her şeyin gerçekten mümkün olduğunu artık biliyor. Obama’yla bütün zorlukları aşacağız ve ırkçı geçmişle bağları koparmak aşılan sorunların en ufağı olacak

Ve işte 4 Kasım 2008’de gece 11’den kısa süre sonra gerçekleşti. Amerika saatiyle, siyah bir adam -Barack Hüseyin Obama- ABD’nin başkanı olmaya yeterli oyu aldığında Amerikan İç Savaşı sona erdi.
Virginia’da 21 Temmuz 1891’da Bull Run’da başlayan bir iç savaş, 147 yıl sonra aynı eyalette seçim sandığıyla bitti. Hiçbir şey, Amerikan İç Savaşı’nın son perdesini, Virginia Eyaleti’nin -ki vaktiyle köleliği göklere çıkarmış ve 1861’de birlikten ayrılması hem Konfederasyon’a, hem de komuta eden generaline stratejik anlamda sıkıntı kaynağı olmuş bir eyaletin Demokratlara oy vererek Barack Obama’nın ABD’nin 44. başkanı olmasını sağlamasından daha sembolik bir şekilde resmedemezdi.
Bu an, yüzyıllık yurttaş hakları mevzuatına, adli müdahalelere ve sosyal eylemciliğe rağmen - ‘Brown Eğitim Bakanlığı’na karşı’ davası (ABD’de Yüksek Mahkeme’nin siyah ve beyaz öğrencilerin aynı okullara gitmemesi yönündeki 60 yıllık içtihadı bozduğu kararı), Martin Luther King’in ‘Bir hayalim var’ mücadelesi ve 1964 tarihli Yurttaş Hakları Yasası’na rağmen -gerekliydi, zira Amerika’nın beyaz çoğunluğu gerçekten Afro-Amerikalı
bir başkan seçmediği sürece İç Savaş’ın sona erdiği söylenemezdi.

‘Buffet etkisi’ göz ardı edilemez
Salı gecesi gerçekleşen şey işte buydu ve bu yüzden de bu sabah farklı bir ülkeye uyandık. Eşit haklar mücadelesinin katetmesi gereken daha çok yol var, ama şimdi yeni baştan başlıyoruz ve her yurttaş ve her yeni göçmen bugünden itibaren Amerika’da her şeyin gerçekten mümkün olduğunu biliyor.
Obama bunu nasıl başardı? Şüphesiz, yeteri kadar beyazın bir siyaha oy vermesinde yüzyılda bir gelen ekonomik krizin rolü oldu. Ve şüphesiz, daha iyi organizasyonu, sakin tavrı, akıcı konuşma tarzı ve tehditkâr olmayan ‘değişim’ mesajı vs. Obama’nın epey işine yaradı.
Fakat aynı zamanda beyaz seçmenlerin anketlerde Obama’ya oy vereceklerini söyleyip sandıkta beyaz adama oy vermeleri olarak ifade edilen ‘Bradley etkisi’nin karşıtı olan ‘Buffet etkisi’ gibi bir şey de olmuş olabilir. Buffet etkisi Bradley etkisinin tam zıttıydı. Bu etki, beyaz muhafazakârların golf kulübünde John McCain’e oy vereceklerini söyleyip daha sonra sessizce oy kabinine girerek, bunun daha yüksek vergiler anlamına geldiğini bile bile Obama’ya oy vermeleriydi.
Neden? Bazıları bunu çocuklarının Obama’nın başkanlığı için nasıl heyecanlı ve umutlu olduklarını hissettikleri için, sadece bu hayalleri suya düşürmemeyi değil, bunları gizlice paylaşmayı istedikleri için de yaptı. Diğerleri, ‘bugün zengin ve başarılıysanız, bu evvela Amerika’da doğacak kadar şanslı olmanızdan kaynaklanıyor ve bunu hiçbir zaman unutmayın’ diyen Buffet fikrini içgüdüsel olarak benimsedi. Yani yeniden ülkemizi iyileştirmeye dönmemiz gerekiyor - kendi evimizdeki ülke inşası için bizi birleştirebilecek bir başkana ihtiyacımız var.
Ve bir yerde Bush ekibinin berbat performansından sonra bunun Cumhuriyetçi Parti için birtakım sonuçları olması gerektiğini de biliyorlardı. McCain’i seçmek bir açıdan beceriksizliği ödüllendirmek anlamına gelirdi. Bu hükümet sorumluluğunun maskaralığa dönüşmesi demek olurdu, ki Amerika’da derinden yıkıcı etkisi olacak bir kinizm dalgasına yol açardı.
Obama daima bizim ilk siyah başkanımız olacak. Peki az sayıdaki büyük başkanımızdan biri olabilir mi? Şansı var, zira büyük başkanlarımız bazı en karanlık anlarımızda ve bazı en derin çukurlarımızın dibindeyken görevi üstlenen kişiler oldu.
Harvard Üniversitesi’nden siyaset düşünürü Michael Sandel, “Böyle bir kriz zamanında göreve gelmek büyüklüğü garantilemez, ama bunun için bir fırsat olabilir” diyor ve ekliyor: “Lincoln, F. D. Roosevelt ve Truman’da olan kesinlikle buydu.” F.D. Roosevelt’in büyüklüğü kısmen ‘miras aldığı ekonomik depresyonun yol açtığı siyasi karışıklığın molozları üzerine aşamalı olarak yönetime dair yeni bir siyasi felsefe -Yeni Düzen- kurmuş olmasından kaynaklanıyordu.” Obama’nın da aynısını yapması gerekecek, ama bu meseleler zaman alır.
Sandel, “F.D. Roosevelt Yeni Düzen’i 1932’de başlatmadı. Bütçeyi dengelemeye girişti. Obama gibi net olarak belirlenmiş bir yönetim felsefesiyle görevi üstlenmedi. Kendinden emin, eylemci ve araştırıcı bir ruhla iktidara geldi. 1936’ya dek Yeni Düzen’e dair bir başkanlık kampanyamız olmadı. Obama’nın hangi noktada eşdeğer olacağını kendisi bile bilmiyor. Yeni başkan ekonomiyle, enerjiyle ve Amerika’nın dünyadaki rolüyle uğraşırken bu nokta ortaya çıkacak. Bunlar, Obama’nın ancak yeni bir ortak fayda siyaseti tesis edebildiği takdirde başarıya ulaşabileceği zorlu meseleler.”
Bush ve ekibi hükümetin ortak fayda için bir araç olabileceğine inanmadı. Bakanları iğdiş ettiler ve büyük işlere yorgun atları atadılar. Onlara göre ortak menfaat arayışı, tamamen bireysel çıkarların peşinde koşulmasıyla ilgiliydi. Seçmenler buna isyan etti. Ancak bunun dışında ortak yararın geleneksel versiyonuna -basitçe kendi payları için yaygara koparan tüm çıkar gruplarının toplamı tanımına- da isyan ettiler.

Yurttaş idealizmini canlandırdı
Sandel, “Bu seçimde Amerikan halkı bu dar ortak fayda kavramlarını reddetti” diyor ve şöyle devam ediyor: “İnsanların çoğu artık serbest piyasanın kamu yararına hizmet etmediğini kabul ediyor. Piyasalar refah yaratıyor, ancak aşırı güvensizlik ve riske de yol açabiliyorlar. Mali krizin öncesinde bile şirketlerden bireylere doğru muazzam bir risk yönelimine tanık olduk. Obama’nın hükümeti ortak fayda aracı olarak - piyasaları düzenlemek, vatandaşları işsizlik ve kötü sağlık hizmeti tehlikelerine karşı korumak, enerji bağımsızlığına yatırım yapmak üzere -yeniden oluşturması gerekecek.”
Ancak yeni bir ortak fayda siyaseti yalnızca hükümet ve piyasalarla alakalı olamaz. Sandel, “Bu aynı zamanda yeni bir vatanseverlikle -bir vatandaş olarak bunun ne anlama geldiğiyle- ilgili olmak zorunda. Obama’nın kampanyasının çağrıştırdığı en derin his bu. Obama’nın konuşmasının en çok alkış alan bölümü, her Amerikalı’nın milli hizmette -orduda, barış güçlerinde ya da kamusal alanda- bir süre görev alması şartıyla koleje gitme şansına sahip olacağını söylediği yerdi. Obama’nın kampanyası, uyumakta olan bir yurttaş idealizmini canlandırdı, Amerikalılar arasında kendilerinden daha büyük bir amaca hizmet etme açlığını ve yeniden vatandaş olma arzusunu ortaya çıkardı.”
Bunların hiçbiri kolay olmayacak. Ama içgüdülerim bana Obama başkanlığında bütün bu zorlukların aşılacağını ve ırkçı geçmişimizle bağları koparmanın aşılan sorunların en ufağı olacağını söylüyor. Daha yapılacak çok iş var. İç Savaş bitti. Yeniden inşa başlasın. (5 Kasım 2008)