07 Ekim 2013 03:04
Hazal Özvarış
“Galatasaray da Manchester United’ı elemişti, oradaki maç 3-3, buraki maç 0-0 bitmişti. Ali Sami Yen’deki maçtan çıkışta çok kalabalık olduğu için arka sokaktan ve şansa bizim okulun önünden geçtik biz. Ve çocukların bir kısmı, tribünden çıkanların bir kısmı bizim okulu taşlamaya başladılar milli maç çıkışı; hani Ermeni, İngiliz bilmem ne, bunların hepsi aynı, hepsi kötü, hepsi gâvur, hepsi işgalci, hepsi her neyse bildiğimiz resmi tarih… Ve mesela bizim sınıfın camı kırıktı ve sabah o tarih desinde ‘Hepimiz Türküz’ü işlediğimiz bir konuydu, ama üşüdük biraz, soğuk geliyordu oradan! Anlatabiliyor muyum?”
Yukarıdaki cümleler, bugün sadece 22 tane kalan azınlık okullarının birinden mezun olan bir Ermeniye ait. Bu ve buna benzer maçta, sokakta, basında yaşanan pek çok ayrımcılık hikâyesi normal karşılanabilirken geçen hafta Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ilkokullarda “Andımız”ın her sabah okunmasını kaldırdıklarını duyurması kınandı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, grup toplantısında “Andımız”ı okurken CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu şunları söyledi:
“’Andımız’la ilgili Erdoğan'ın ne şikâyeti var ben bilmiyorum. Çocuklarımız birlik ve bütünlüğü öğrenmek zorundalar. İlköğretim ağacın gövdesini oluşturan eğitimdir. Belli bir yaşa geldikten sonra dallar oluşur, farklı görüşler oluşur. Ama hiçbir zaman gövde budanmaz, dalları budayabiliriz daha gür çıksın diye. Ama siz gövdeyi kesiyorsunuz. Bu doğru değil.”
“Ağacın gövdesi”ni oluşturan 22 azınlık okulunda devletin, “bütünlüğü” nasıl öğrettiğini öğrenmek için Tarih Vakfı’nın Ekim 2011-Nisan 2013 arasında yürüttüğü “Geçmişten Günümüze Azınlık Okulları: Sorunlar ve Çözüm Önerileri” çalışmasını hazırlayan Nurcan Kaya ile görüştük. Essex Üniversitesi’nde uluslararası insan hakları hukuku alanında yüksek lisans, Frankfurt Goethe Üniversitesi’nde doktora yapan ve Avrupa Birliği hukuku kapsamında azınlık hakları, eşitlik, ayrımcılık yasağı alanlarında uzmanlaşan Kaya, Global Dialogue Vakfı’nın da desteğiyle hazırladığı 200’ü aşkın sayfalık raporunun özetini T24’e anlattı.
Okullara kayıt sürecinden Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmenleri ayrıştırarak nasıl bazılarının maaşlarını ödediğine, “MİT benden Türk varlığına bağlı mısınız diye bilgi istiyor” diyebilen Türk müdür başyardımcılarından Lozan Antlaşması’nda azınlık okullarına devlet bütçesi öngörülmüşken bu payın nasıl ödenmediğine kadar devletin azınlık okullarına yaklaşımını örneklerle anlatan Nurcan Kaya’nın referans niteliğindeki çalışmasının detayları için buyurun.
- Her gün "Andımız"la "Türküm" diye bağırtılan azınlık okulu öğrencileri nasıl Türk sayılmadı, raporunuzda belirttiğiniz uygulamalarla anlatabilir misiniz?
Azınlık okullarında okuyan çocuklar her gün “Türküm” diye bağırtıldılar, ancak bu çocuklara her fırsatta Türk olmadıkları, Türklerle eşit de olamayacakları hatırlatıldı. Bu okullar kuşku ile bakılan, ayrılıkçı fikirlerin aşılandığı yerler olarak görüldüklerinde, milli bir kültürün, yani herkesin Türk olduğu bir toplumun oluşturulması önünde engel olarak görüldüklerinde, yer yer yabancı okullar ile aynı kategoriye konulduklarında, başlarına ‘Türk’ müdür başyardımcısı dikildiğinde hep onlara Türk olmadıkları hatırlatıldı. Okul yöneticileri sitem ederler mesela, “Anayasa hepimize Türk diyor, ki bu eleştirilen bir şeydir, ama madem hepimiz Türküz, neden öz Türk olduğunu düşündüğün müdür başyardımcısı gönderiyorsun okula” diyerek. Hakikaten de öyledir. Sonra bu okullara mütekabiliyet ilkesi uyguluyor devlet yabancılarmış gibi. Yetmiyor dış politikaya göre muameleler yapıyor okulllara. “E hani Türktük” demez mi o zaman insanlar. Aslında bu devletin içinde bulunduğu genel bir çelişkidir. Hem herkesi Türk yapmaya çalışır, hem de yeri gelince Türk olmayanlara her çeşit ayrımcılığı yapar.
- Andı okumanın azınlıklardaki etkisine dair gözlemleriniz ne?
Rapor için azınlık okullarında okumuş yetişkinlerle görüştüğümüzde, aktarılan birinci sıkıntı, kişilik bölünmesi. Örneğin, andı okurken tepende o yıllarda muhtemelen milliyetçi bir Türk müdür başyardımcısı da olduğu için herhangi bir okuldakinden daha da bağırarak okuyorsun o andı. Ve o çocuğun dünyasında bir ikilem yaşanıyor. Eve geldiğinde ailelerine "Türk müyüz" diye soranlar var. Azınlıklar açısından andı okumayı reddetmek söz konusu değil. Aksine hadise çıkmasın diye veliler, öğretmenler zorunlu olanı daha da iyi yapma gayreti içine giriyorlar.
Tabii andı okudu diye kimse de Türk olmuyor. Zaten çocuklarını bu okullara gönderenler, özellikle asimele olmayı tercih etmeyen aileler. 1960, 70 ve 80'lerde hem Anadolu'da Ermeni okulu kalmadığı için, hem soykırım sonrasında sağ kalanlar "tehlikeye yol açabilir" diye dillerini çocuklarına öğretmeye çok da itina göstermedikleri için kendi dillerini bilmeyen ancak çocuklarının öğrenmelerini isteyen aileler İstanbul'a göç ediyorlar.
- Çocuklarını azınlık okuluna kaydettirmek isteyen velilerin azınlık grubuna mensup olduklarını ispatlaması gerekiyor. Bu ispat süreci nasıl işliyor?
Bir veli okula başvuru yaptığında öğrencinin aday kaydı yapılıyor ve onay için MEB’e gidiyor. MEB de nüfus kayıtlarına bakıyor, öğrencinin anne veya babası aynı azınlığa mensup mı diye. Eskiden ailenin reisi baba sayıldığı için çocuğun soyu sadece babaya göre belirleniyordu. Ama şimdi annenin soyu da geçerli. Hep Rum, Ermeni veya Musevi olarak yaşamış bir jenerasyonun çocuğu iseniz genelde sorun yok. Çünkü kayıtlarda, örneğin nüfusa gitseniz bu görünüyor.
- Agos'un manşetinde yayımladığı vukuatlı nüfus kayıtlarında yer alan "soy kodu"ndan mı bahsediyorsunuz? Bu "sıradanlaşan" bir uygulama mı, yoksa ailenizin kütüğünden öte, etnik kimliğin yer aldığı "azınlıklara özel" başka uygulamalar da var mı?
Evet. Aslında nüfus kayıtlarına bakılıp kimin hangi soya mensup olduğunun kontrol edildiğini biliyorduk. Soylara bir de numara vermişler, hatta valiliğin yazısında bunlardan ‘gizli soy kod’ diye söz ediliyor. Bunu öğrendik.
Azınlık okullarına kayıtta sorun siz kimliğini gizlemiş bir ailenin üyesiyseniz veya aileniz Müslümanlaşmışsa ve siz o kimliğe yeniden dönmek istemişseniz çıkıyor. Örneğin, Dersimli bir kadın Ermeni olmayan bir kimlikle büyüyor ve bir noktada babasının Ermeni olduğunu öğreniyor. Bu kimliğe dönmeye karar veriyor. Vaftiz olmaya karar veriyor, kimliğine Hristiyan olduğunu yazdırıyor ve çocuğunu da bir Ermeni okuluna kaydetmek istiyor. Kadın artık Ermeni ama kimlikte kadının babası Müslüman, yani Ermeni olmayan biri gibi gözüküyor. Bu yüzden "olmaz" deniliyor. Zaten bu soy kodu hikâyesinin ortaya çıkmasına sebep olan da bu başvurudur. Valilik sonunda Milli Eğitim’e diyor ki “Gizli soy koduna bakılacak, 1923’ten beri kodu nedir ona bakılacak.”
Halbuki bu her zaman böyle değildi. Osmanlı zamanında farklı kökenlerden kişiler azınlık okullarına gidebiliiyordu. 1950'li, 60'lı yıllara kadar bazı Müslüman öğrenciler de bu okullara gidebiliyor.
1968'de bir Rum okuluna bir yazı geliyor, "Sadece Rum öğrenciler alınacak" diye. Bir iki sene sonra "Okulda Rum olmayan öğrenci varsa ilişikleri kesilecek" deniyor. Süryaniler mesela o dönemlere kadar okuyabiliyorlar azınlık okullarında. Ve okulla ilişikleri kesilince bazı Rum okullarının öğrenci sayısı aniden düşüyor ve sırf bu yüzden kapanma sürecine girenler oluyor. Ve nüfus kaydı ispat olarak istenmeye başlanıyor. Ortodoks Rum olan ama Arnavut ortodoks görünen aileler, mahkemelere başvurup kendilerini tescil ettirdikten sonra çocuklarını gönderebiliyor. Sonra bir yazı daha geliyor ve "Mahkeme kararıyla okula gelen kişileri de almayacaksınız" deniliyor. İspatı isteyen devlet, ama mahkeme kaydını da kabul etmiyor. Öğrenci sayısı azalsın diye yapılan bir uygulama bu. 1965'te de vatandaşlık sınırı getiriliyor. Şimdi istediğiniz kadar vaftiz olun veya tüm köy sizin Ermeni olduğunuzu bilsin, eğer devletten bir onay alamazsanız çocuğunuzu azınlık okullarına gönderemiyorsunuz.
- Söylediklerinizden şu mu çıkıyor: "Devlet, azınlıkları kendi fişlemelerine muhtaç bırakıyor"?
Aynen öyle. “Benim 1923’ten beri tuttuğum kayıtlar var. Oraya bakacağım” diyor. İnsanın kendi kimliğini seçme hakkı vardır. Bir insanın kimliğini ispat etmek zorunda kalmasının kendisi bir kişilik hakları ihlalidir. Beyan esastır. Eskiden Kayıt Kabul Komisyonu vardı, neyse ki ona son verdiler. Şu anda, ilk kaydı müdür başyardımcısı alıyor. Müdür başyardımcısı kimin Ermeni, Rum olduğunu nasıl bilir? Son kararı da MEB veriyor. Bizce, okullarına kimi alacaklarını belirleme inisiyatifi okul yöneticilerinin olmalı.
- Bu okulların kapıları her azınlık mensubu öğrenciye açık mı?
Aynı azınlıktan olduğu ve T.C. vatandaşı olduğu sürece tabii. Yani Ermeni okulunda Ermeni, Rum okulunda Rum, Musevi okulunda Musevi okuyabilir bugün. Vatandaşlık da önemli bir sınırlama zira Türkiye kökenli olan ama Türkiye vatandaşı olmayan milyonlarca Ermeni ve Rum var, ama bunlar çocuklarını okutamıyorlar bu okullarda. Ancak misafir öğrenci olarak gönderebilirler çocuklarını ki onlar da diploma, karne alamıyorlar. Bu okullara girişte seviye sınavı yok, Ermeni ve Rum okullarında kayıt ücreti yok. Bir azınlık okulunun kayıt için gerekli şartlara sahip olan bir öğrenciyi kabul etmemesi söz konusu değil.
- “Kayıt ücreti alınmıyor” dediniz. Peki bu okulların giderleri nasıl karşılanıyor?
Bu okullar vakıflara bağlılar. Vakıfların ayırabildikleri bütçe ve velilerin bağışları ile yıllık giderlerini denkleştirmeye çalışıyorlar. Ancak şunu not etmek gerekir; bir azınlık okulunun, bir öğrenciyi velisi okula bağış yapamıyor diye reddetmesi gibi bir ana kural yok. Olursa zaten özel okula dönüşür. Ama velilerin olanakları ölçüsünde bağış yapması bekleniyor. Aksi takdirde okulun giderlerini karşılaması mümkün değil. Çünkü devletin hiçbir katkısı yok. O yüzden gelir seviyeleriyle orantılı olarak, biraz da gönüllerinin cömertliğine göre aileler okullara bağışta bulunuyorlar. Ama çoğunlukla bu katkılar yetmiyor. Okulların çoğu devlet bütçesi olmadığı için can çekişerek, yılın sonunu zor getiriyor, öğretmenlerin maaşını ödemekte zorlanabiliyor.
- Mevcut uygulama Anayasa'nın eğitim ve öğrenim hakkını düzenleyen 42. maddesine ve devlet bütçesinden okullara maddi yardım yapılacağı belirtilen Lozan Antlaşması'na aykırı değil mi?
Tabii ki. Lozan'da azınlıkların eğitim ve öğretim kurumları dahil birtakım kurumlarını oluşturup, kendilerinin yönetebileceği söyleniyor. Devamında azınlıkların yaşadığı yerlerde devlet bütçesinden bir miktar ayrılacağı belirtiliyor. Örneğin, diyelim ki Süryanilerin de yaşadığı Midyat'ta Süryani okulu olsa, MEB yıllık bütçe yaparken bu okula da pay ayırmakla yükümlüdür. Bu sadece Lozan'da değil, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde de yer alıyor. Ancak Türkiye'de "Bunlar özel okul, giderlerini kendileri karşılasınlar" gibi bir durum var.
- Devlet bütçesinden para aktarımı sanıyoruz bir dönem uygulanıyor.
Aslında çok yüksek enflasyona karşı eriyor bu miktar. Öğrenci başına ayrılan bu meblayı bir okul yöneticisi şöyle anlatıyordu: "Buradan taksiye binip Milli Eğitim Müdürlüğü’ne parayı almaya gidiyorum, ama aldığım para taksiyi bile karşılamıyordu." Bir okula bir yıl için ayrılan paradan bahsediyoruz. Yasada da tanımlı değil, Milli Eğitim her yıl çağırıp “Gelin, ödeneği alın” diyor sadece. Sonrasında kimi okul yöneticisi “Bu çağrı da yapılmadı” diyor, kimi “Biz gitmedik almaya bir yıl, sonra onlar da bir daha çağırmadılar” diyor. Okul yöneticileri bu paraları almamaktan memnun oluyorlar neredeyse. Bir nevi kendilerini aşağılayan bu süreçten kurtulmuş oluyorlar. Ve bir daha da hiç talep etmiyorlar.
Bu sorun kritik olmasına rağmen, hiçbir azınlık okulu MEB'e başvurup "Bizim böyle bir hakkımız var ve yıllık şöyle bir bütçemiz var" demiyor, diyemiyor. Hak aramak için bu hakkı elde edebileceğinizi bilmeniz gerekir. Ayrıca, "ayrımcılığa uğradım" dedikten sonra ikinci bir maduriyete uğramaktan korku vardır. Yani, hakkınızı aradığınız için kötü muameleye uğramayacağınızı da bilmeniz gerekir. Azınlıklar, hak talebinde bulunmaktan, bunun bedelini ödemekten korkuyorlar. Bir okul yöneticisi şunu söyledi: "Bütçe istersek, ya bize gönderdikleri kitapları göndermekten vazgeçerlerse?" Haklarını talep edince, ellerindekilerden olmaktan endişe ediyorlar.
- Bünyesinde binlerce okul barındıran MEB'in finanse etmekte elini tuttuğu bu 22 okulun yıllık bütçesi ne?
Okulların toplam bütçesini bilmiyorum ama 2012-2013 yılında 16 Ermeni okulunun yıllık toplam bütçesi 25 milyon lira civarındaydı. Bu okullarda 368 Ermeni öğretmen çalışıyordu ve 3137 öğrenci öğrenim görüyordu. Bu yıl da rakamlar çok farklı olmasa gerek. Yüz binlerce öğretmenin maaşını ödeyen devlet için bu öğretmenlerin maaşını ödemek nedir ki. Bugün 22 azınlık okulunda toplamda yaklaşık 4 bin öğrenci okuyor. Bu çocukların eğitim giderlerini karşılamak Türkiye Cumhuriyeti devleti için hiçbir şey değil.
Aslında azınlık okullarına giden çocukların devlet okullarına gidenlerden tek farkı, iki dilde eğitim alması. Başka hiçbir farkı yok. Azınlık okulu dediğimiz şey hem azınlık dilini öğreten, hem de bazı dersleri azınlık dilinde veren okullardır. Bütün yapılan buyken neden bu okullara devlet bütçesinden pay ayrılmasın ki!
- Bir parantez: Azınlık okullarının bahçesinde öğrenciler hangi dili konuşuyor?
Anlatılanlara göre, bugün çocuk sınıftan çıkar çıkmaz Türkçe konuşuyor. Çünkü ülkede hakim olan dil bu. Ama bu, okullarında dillerini öğrenmelerine engel değil.
- Bu okulların isimleri "azınlık okulu" olmasına rağmen özel öğretim kurumları mevzuatına tabi. Bu ikilik nasıl aksaklıklara neden oluyor?
Özel okullar yönetmeliğine tabi olmak şu demek; özel okul değilsiniz, öğrenci başına kayıt ücreti almıyorsunuz, büyük bir bütçeye sahip değilsiniz, ama öğrenci başına kayıt ücreti alan okulların yükümlülüklerini yerine getirmeniz bekleniyor. Örneğin, laboratuvar gibi fiziksel özellikleri yerine getirmeniz gerek. Ya da eğitime şu veya bu sebeple iki yıl üst üste ara verirseniz -ki azınlık okullarında öğrenci eksikliği nedeniyle pek çok okul eğitime ara vermek zorunda kaldı- okulu kapatmanız gerekiyor. Ancak bu okullar bazen de yabancı okul muamelesi görüyorlar, azınlık okullarının tamiri, tadilatı, badanası bile izne tabiydi. Bu okullar bir açıdan da devlet okulu muamelesi görüyorlar çünkü MEB’in bu okullara atadığı öğretmenlerin maaşını devlet ödüyor. Azınlık okullarına dair bir mevzuat olmaması ciddi sıkıntılar yaratıyor.
- Hangi öğretmenler MEB tarafından atanıyor?
Geçmişte azınlık okulları bütün öğretmenlerini kendileri seçiyordu, vatandaşlık sınırı olmaksızın. 1920'li yıllarda tarih ve coğrafya derslerinin Türkçe verilmesine karar veriliyor. Bugün bunlar Türkçe ve Türkçe kültür dersleri olarak anılıyor. Ve bu dersleri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olmayanların vermesi yasaklanıyor. Bir süre sonra buna "Türk kökenli" ibaresi de ekleniyor. Daha sonra bir genelge çıkarıyorlar ve "Bu öğretmenler milli duyguları yüksek olanlar arasından seçilecek", "Bu öğretmenlerin maaşlarını hem azınlık okulları ödeyecek, hem de daha yüksek ücret alacaklar" deniliyor. Ve o yıllarda okullar çok zorluk çekiyorlar, çünkü bazı dersleri mevcut öğretmenler verebilirken siz başka öğretmenleri de finanse etmek zorunda kalıyorsunuz. Bundan dolayı kapanmak zorunda kalan okullar oluyor. 1950'lerde çıkan bir kanunla Türkçe verilecek dersler yeniden belirleniyor ve bunların arasına inkılap tarihi dersi de giriyor ve bunların maaşı o zamandan beri devlet tarafından ödeniyor.
- Ders materyalleri konusunda temel sıkıntılar ne?
Bu konuda en sıkıntılı olan Ermeni okulları. Ermenistan'da Doğu, Türkiye'de Batı Ermenicesi kullanılıyor. Katılımcılar, çeviri ve materyal hazırlamak için devlet yatırım yapsa bile dili zenginliğiyle bilen bir elin parmaklarını geçmeyecek insan kaldığını söylediler. Şimdi Ermeni okullarının başlattığı proje çerçevesinde bazı materyaller hazırlanıyor. Devlet bu konuda hiçbir katkı sunmazken, yakın zamanda Ermenice hayat bilgisi ve matematik kitaplarını bastı. Ermeni Dili ve Edebiyatı gibi kitaplara ise devlet destek vermiyor. Siz kaynak bulacaksınız veya hazırlayacaksınız, onu Türkçeye çevirip noter onayı alacaksınız. Ayrıca Talim Terbiye Kurulu'ndan da onay almanız gerekiyor.
Rumlar açısından durum farklı, çünkü Yunanistan'dan materyal getirmeleri mümkün, lehçe farklılığı yok. Ayrıca, Türkiye ve Yunanistan arasında 1950'lerde bir anlaşma imzalanıyor ve materyal ile öğretmen değişimi yapmaları mümkün oluyor. Ancak sonrasında mütekabiliyet esası uygulandığı için ne öğretmeni, ne materyali getirip götürmek o kadar kolay oluyor. Şimdi bir Rum okulunda Türkiye'de bulunmayan iki öğretmene ihtiyaç duyuluyorsa, Türkiye'nin de iki öğretmeni Yunanistan'a göndermesi lazım. Tabii Yunanistan'ın da buna ihitaç duyması ve kabul etmesi gerekiyor.
- Mütekabiliyet ilkesi uluslararası krizlerde Türkiye'nin gayrimüslimleri koz olarak kullanmasına neden oluyor mu?
Evet, mesela 1960'lı yıllarda müdür başyardımcılarının da, yaşanan diğer sıkıntıların da ortaya çıkması hep bununla alakalıdır. Azınlıklar kendileri söylüyor, "Bir rehinelik hali var" diye. Burada hayat azınlıklar için ne kadar zorlaşırsa dış politikaya o kadar yön verebileceklerini ümit ediyor herhalde bu ülkenin yöneticileri.
- Azınlık okullarında bulunması zorunlu Türk müdür başyardımcıları kimdir, ne yaparlar?
Onlar ilk 1937'de ortaya çıkıyorlar. "Yabancı ve azınlık okullarına Türk müdür başyardımcıları gönderilir" diye bir karar alınıyor. 1940'lı yılların sonunda azınlık okullarında bu pozisyonun sonlandırılmasına karar veriliyor. Sonra 1962'de tekrar uygulama başlıyor.
- 1962 zamanlamasının sebebi ne?
6-7 Eylül olayları olduktan sonra, Kıbrıs sorununun ağırlaştığı bir dönemde başlıyor. Rehine haline gelen azınlık okullarında hayatı zorlaştırmak için.
- Öğrencilerin gözünde kimdir Türk müdür başyardımcıları?
"Müstemleke müfettişi", "politbüro amiri", "okulu zapturapt altına almak için gönderilen devlet temsilcisi" veya "jandarma komutanı" diyen var. Aynı zamanda derse de giriyor bu öğretmen. Bir görüşmeci onun dersinde herkesin asker gibi durduğunu söylüyordu. Sınıfa gelip "Hadi Gençliğe Hitabe'yi oku" veya "İstiklal Marşı'nı ezbere oku" diyebilen, korkulan biri. Mümkün mertebe milliyetçi fikirleri aşılamak için ya da o okullarda sanki gizli bir şey dönüyor da başyardımcı onu bulacakmış gibi davranan kişiler olarak görülüyorlar. Ayrıca, müdür başyardımcıları yıllık raporlar düzenleyip MEB'e veriyorlar.
Bir Ermeni okulu yöneticisinin anlatımına göre, "Azınlık okullarının yönetimi ile müdür başyardımcıları Milli Eğtiim Müdürlüğü tarafından çağırılıyor ve bir araya geliyorlar. O toplantıda azınlık okulu müdürleri önünde başyardımcılara 'Siz bizim gözümüz ve kulağımızsınız' diyor." Göz kulak olması için ne sebep var? Orada tehlikeli bir şeyler mi var? Ancak bu kişiler bu "yetki"yle, göz kulak olmak için pek çok şey yapıyorlar okullarda.
- Ne gibi?
Öncesinde bu kişlilerin yetkilerinin yıllar içinde arttırıldığını söylemek lazım. Bir noktada karar alınıyor ve ancak müdür başyardımcılarının imzasıyla içeriğe evrak girebiliyor. Sonrasında dışarı çıkan evraklar için de onların imzası gerektiği söyleniyor. Bir noktada "Okuldaki Türkçe öğretmenlerinin sicil amiri onlar olacak" deniliyor, "Müdür yokken başyardımcı ona vekalet eder" deniliyor ama "Başyardımcıya ancak Türkçe öğretmen veya başka okuldaki bir başyardımcı vekalet edebilir" deniliyor. Uygulamaya geldiğinde, başyardımcıların bazıları belki devletin bile onlardan beklediğinden daha çok dedektiflik yapmışlar gibi görünüyor. Bir tanesi açıkça öğrencilere "MİT benden Türk varlığına bağlı mısınız diye bilgi istiyor. Yunanistan hakkında ne düşünüyorsun? Mustafa Kemal Atatürk hakkında ne düşünüyorsun?" diye soruyor ve "Bu kişinin Türk ulusuna bağlılığını teyit ediyorum" diye bağırıyor, çocuğu odasından çıkarıyor.
Anlamadığı dildeki kütüphaneyi denetlemeye kalkan, Türkçe öğretmenleriyle ayrı bir ekipmiş gibi davranan kişiler de var. Bir katılımcının anlatımına göre, İstiklal Marşı töreni yapılırken müdür başyardımcısı "İstiklal Marşı düzgün okunmadı" diye tutturuyor. Sürekli azınlık öğretmenlerinde bir açık bulmak için didinen bir profil çiziyorlar.
- Azınlık okullarında yetişenler için "Devlet eşittir Türk müdür başyardımcıları" mı oluyor?
Tabii ki.
- Çizdiğiniz müdür başyardımcısı profili bugün geçerli mi?
Dehşet tecrübelerin yaşandığı yıllar 1960, 70 ve 80'li yıllar. Sonrasında gittikçe iyiye gidiyor. Özellikle 2000'li yıllarda. İsmin başındaki "Türk" 2008 yılında kaldırıldı, ama insanların müdür başyardımcıları deyince hala ürpermesinin nedeni belirli yapıda kişilerin bu göreve atanması. Bu nedenle bu konuda pazarlık yapılmamalı, bu pozisyona son verilmeli. Bu öğretmenler dışında azınlık okuluna gelen tek devlet yetkilisi müfettişler. İnsanlar için devlet bu kişiler de demek.
- Raporunuza göre, masaya silah koyandan "Bu okulda mescit yok mu"ya uzanan bir müfettiş yelpazesi var.
Bir öğretmenin anlatımına göre, "Müfettiş okula gelince bir psikolojik şiddet ortamı yaratıyor." Söylediklerinize ek, okullar arası yarışmadan bir plaket almış bir öğrenci, müfettiş "Bunun içinde ne var" dediği için plaketi kırıp suntayı göstermek zorunda kalıyor. Ya da okulun her yerini karıştırdıktan sonra kömürlüğe inip kömürleri karıştırmaya başlayan müfettiş var. Bir müfettiş, okula geldiğinde başyardımcıdan disiplin dosyalarını istiyor. "Hadise yok" denilince "Nasıl olmaz" diye çıkışıyor ve "Yoksa yaratacaksın" diyor. Azınlık okullarının teftişine ayrı bir önem veriliyor. Zaten, 1921 yılında, cumhuriyet kurulmadan önce, dönemin Maarif Vekili yaptığı açıklamada "azınlık okullarının ayrılıkçılığı aşıladığını, fesat yuvası olduklarını, o yüzden azami şekilde teftiş edilmesi gerektiğini" söylüyor.
- Sizce "fesat yuvası" algısı bugün kırılabildi mi?
Kısmen. Ama 2011 yılında Bakanlığa bağlı Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın hazırladığı "Yabancı okullar, milletlerarası okullar ve yabancı okullar" başlıklı rehberde şöyle deniliyor:
"Milli Mücadele Dönemi'nde Batılı Devletlerden her türlü yardım ve desteği gören azınlık okulları, Türk Milleti aleyhine birtakım olumsuz faaliyetlerde bulunarak Milli Mücadele'yi baltalamak istemişlerse de bunda başarılı olamamışlardır…"
Bu metin MEB'in sitesinde hala mevcut. Ayrıca, sitede Tevhidi Tedrisat Kanunu'ndan söz ederken Osmanlı zamanında farklı dillerde eğitim veren azınlık okullarından "milli kültürün oluşturulmasında engel olarak" bahsediliyor. İki temel olumsuz bakış var azınlık okullarına karşı; hem "fesat yuvaları", "siyasi propaganda merkezleri" olarak görülüyor, hem de ulus-devlet kuruluşundaki tek tip vatandaşın önünde engel olarak.
- Rapordaki katılımcılardan bir alıntı: "Bizim sorunlarımızı ilk gören, çözmek isteyen AKP oldu. AKP hükümetine minnettarım." Azınlık okullarına yaklaşımda kırılma AKP döneminde mi yaşandı?
Genel olarak öyle gözüküyor. AB uyum yasaları sürecinde biraz daha ülkedeki atmosfer değişti, insan haklarına doğru yönelme oldu. Raporun amacı hiçbir partiyi övmek değil, ama objektif açıdan bakıldığında olumlu gelişmeler bu dönemde oldu. 2000'li yıllarda okulların kendi iç işleyişlerine dair meseleler kolaylaştı, müdür başyardımcıları ve öğretmenler de farklı olunca okullar oksijen aldı. Bunların yanı sıra diyalog başladı. O vakte kadar okula devleti temsilen sadece belli bir niyetle gelen müfettişlerken okullar bakanlık düzeyinde temaslarda bulunmaya başladı. Bunu vurguluyoruz, sorunlar çözülmedi ama diyalog başladı. Türkçe kitapların diğer okullara verildiği gibi bu okullara da bedava verilmesi, Ermenice hayat bilgisi ve matematik kitaplarının basılması aslında sorun listesi için çok küçük adımlar. Ama iyileşme yönündeki bu adımları görmek lazım.
Ve eğer demokratikleşme paketinde açıklandığı gibi özel okullarda iki dilli eğitime geçiş imkanı sağlanırsa bu ülkenin politikasında çok büyük bir kırılma olur. Çünkü cumhuriyet tarihi boyunca çok farklı bir siyaset yürütüldü. Ama yeterli değil ve mesele bu. Burhan Kuzu, "Bir tek Kürtlerin mi anası var" diye soruyor, herkesin anası var ve herkes ana dilini öğrenmeli. Azınlık okulları da ana dile bakıştaki bu paradigmanın değişmesi için bir örnektir. Şimdiye kadar kime ne zararı oldu azınlık okullarının?
- Sizin azınlık okulları için acil eylem planınızda neler var?
Okulların hayatta kalması için devletin bütçe ayırması, öğretmen yetiştirmek için fakülte açılması, ders materyali geliştirmek için bölüm açılması, ayrıca statünün sabitleşmesi ve mütekabiliyet ilkesinin kaldırılması gerekiyor. Bunlar acilen hayata geçirilmeli.
- Bu adımlar atılmazsa, azınlık okullarının hayatta kalamayacağını düşünüyor musunuz?
Bakın, raporu yazmaya başladığımızda İstanbul’da beş Rum okulu vardı. Şimdi bunlardan biri kapanmak üzere. Süreç devam ediyor yani…
- Türkiye'de azınlık olmanın önüne iki nokta üst üste konulsa siz ne dersiniz?
"Çok zor" derim, "Eşittir, eşitsizlik" derim.
- Bir azınlık mensubu için devlet ne demek? Okulda devlete dair ne öğreniliyor?
Okulları, devlet-azınlık ilişkisinden ayrı tutmamak lazım. Bu rapor da bunun yansıması. Elbette müdür başyardımcıları, öğretmenler kötü davranmadıkça karşıdan kötü bir tavır gelmiyor. Ama geçmiş deneyimler yüzünden, feci bir kırgınlık, üzüntü var. Kendi kaderiyle baş başa bırakılmışlık var. Görüşmelerde yaptığımız çocuklara "Siz çocuğunuzu azınlık okuluna yollar mısınız" diye sorduk. Köklü okullardan birinin öğrencisi şöyle dedi:
"Gönderirim tabii. Bu okulun öğrencisizlik dolayı kapanma riski yok. Ama nereden bileyim, belki devlet bu okulu kapatır. Belki Ermenice yasaklanır. Her şey olabilir. Olmazsa gönderebilirim tabii, neden göndermeyim."
Sorduğunuz sorunun cevabı bu cümlelerde saklı. Ermeni okulunda okuyan bir sade vatandaş her şey olabilir, dili yasaklanabilir diye düşünüyor. Çocuklar bu duyguyla yaşıyor.
- Söylediklerinizden rehine psikolojisinin farklı veçhelerde devam ettiğini çıkarmak ne kadar yanlış olur?
Eskiden dış politikada malzemelerdi ama bugün kendi ülkesinin içinde böyle. "Yok olabiliriz", "Dilimiz yasaklanabilir", "Talepte bulunursak elimizdekileri kaybedebiliriz" gibi düşünceler var. Bu güvensizlik ve korkuyu kaldırmak da devletin görevi.
NOT: Görseller, Nurcan Kaya'nın hazırladığı “Geçmişten Günümüze Azınlık Okulları: Sorunlar ve Çözüm Önerileri” raporuyla aynı adı taşıyan kitaptan alınmıştır.
© Tüm hakları saklıdır.