Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, Atatürk Havalimanı saldırısını gerçekleştiren IŞİD'lilerin kimlikleri ve Türkiye'nin Suriye politikasına ilişkin, "Dün rahatça Suriye’ye gidip gelen adamları bugün terörist diye kovalarsanız, ortalık karışır" dedi. "'Suriye’ye yardıma koşan cihatçı' dediğimiz, bugün Nusra’cı, IŞİD’ci diye terörist sayılıyor" diyen Mert, "Bu işin sarpa sarmaması imkânsızdı, nitekim, Batı ülkeleri de Türkiye de bunun bedelini ödemeye başladı. Şimdilerde Türkiye-Rusya yakınlaşması, bu sorunu katmerli hale getirdi, daha da getirecek. Dün rahatça Suriye’ye gidip gelen, ailesi ile Türkiye’ye yerleşen adamları bugün terörist diye kovalamaya başlarsanız" ifadesini kullandı.
Mert’in Cumhuriyet’te “Dış politikada değişim, Türkiye’nin ateşle imtihanı” başlığıyla bugün (04.07.2016) yayımlanan yazısı şöyle:
Dış politikada Rusya ve İsrail ile anlaşma konusu, “dün onu söylüyordun, bugün bunu söylüyorsun” eksenine oturdu gibi. Oysa asıl mesele o değil, asıl mesele, dış siyaset alanında yaşanan bu bu değişimlerin aslı faslı, mahiyeti, maliyeti. Rusya ile anlaşmanın neresindeyiz o belli değil, ama velev ki işler bu rayda aksamadan devam etsin, rahatça domates satmaya başlayabilelim; işin orası kolay da “cihatçı satmak” domates satmaya benzemez, bu konu çok başımızı ağrıtacak. Nitekim, İstanbul havalimanı patlaması işaret fişeği niteliğinde değil mi? Patlamayı gerçekleştiren IŞİD’lilerin Rus vatandaşı olan “cihatçılar” çıkması tesadüf sayılabilir mi?
Türkiye’nin, Rusya’nın baş düşman saydığı radikal Çeçen savaşçılara verdiği destek, AK Partisi iktidarı ile başlamadı. Soğuk Savaş dönemi sona erdiğinde, Rusya’nın dağılma sürecinde, Türkiye bu parçalanma sürecine balıklama atlamıştı. Bir yandan “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk dünyası” hamleleri, diğer yandan Balkanlar’da yaşanan çatışma alanlarında aktif rol üstlenme, Rusya ve Rus nüfuz alanlarında savaşan İslamcı örgütler ile sıkı fıkılık, AK Parti devrinden önce neredeyse resmi politika halini almıştı. İşin bir de daha öncesi, Soğuk Savaş dönemi var, ama konuyu uzatmayalım, hızla son döneme gelelim. En son, Suriye karıştığında Türkiye Suriye’ye savaşmak için giden cihatçıların geçiş yolu oldu, başlangıçta Türkiye bu konuda yalnız değildi, tam tersine Batılı müttefikleri tarafından teşvik ediliyordu, sonra işler karıştı, orası ayrı. Suriye’ye savaşmaya giden cihatçıların bu ülkenin “ılımlı muhalefetine” destek için değil, orada İslam devleti kurmak için savaşmaya gidenler olduğunu hepimiz biliyoruz. Dahası, bunların bir kısmı, “yolunu şaşırmış” genç Müslümanlar ise pek çoğunun da Afganistan, Çeçenistan gibi önceki cihat alanlarında deneyim kazanmış profesyonel savaşçı olduğunu da biliyoruz. IŞİD dediğimiz yapı işte böyle oluştu, ne gökten indi ne laboratuvarda üretildi. IŞİD içinde karanlık istihbarat sızlamalarının olduğunu da biliyoruz, ama bu pek çok başka gerçeği ortadan kaldırmıyor.
Kısacası, Türkiye bu süreçte, özellikle Kafkas ve Orta Asyalı cihatçılar için güvenli bir merkez idi, ama şimdi, dün “Suriye’ye yardıma koşan cihatçı” dediğimiz, bugün Nusra’cı, IŞİD’ci diye terörist sayılıyor. Bu işin sarpa sarmaması imkânsızdı, nitekim, Batı ülkeleri de Türkiye de bunun bedelini ödemeye başladı. Şimdilerde Türkiye-Rusya yakınlaşması, bu sorunu katmerli hale getirdi, daha da getirecek. Dün rahatça Suriye’ye gidip gelen, ailesi ile Türkiye’ye yerleşen adamları bugün terörist diye kovalamaya başlarsanız, ortalık karışır. Dün Rusya ile savaşında destek bulan Çeçene, Dağıstanlıya, Rusya ile anlaşmayı anlatmak zor olur, oluyor. Diğer taraftan, anlaşmaya çalıştığınız Rusya ile işlerin düzelmesi, bu unsurları daha da dışlamayı gerektirecek, ama bu iş nasıl olacak, bize neye mal olacak meselesi, içinden çıkılmaz bir mesele olmaya devam edecek. Zira, “cihatçı, savaşçı” dediğiniz AK Partisi seçmenine benzemez, “bir bildikleri vardır” diye siyaset büyüklerinin kararlarına razı gelmez veya gelmeyebilir.
Mezhepçi gerilim
İsrail ile anlaşma derseniz, o da ayrı bir hikâye. Her iki ülkede iktidarda olanların ve de Suudi Arabistan gibi Sünnici rejimlerin, barışseverlik, ılımlılık adına değil, bölgede İran’a karşı denge için bir noktada buluştuğu aşikâr. Böylesi bir ittifak bölgeye barış değil, sadece daha fazla mezhepçi gerilim vaat ediyor, dahası Türkiye-İran ilişkilerini tehlikeye atıyor. Hal böyle iken, sanki asıl mesele, Cumhurbaşkanı ve iktidar partisinin tutarsızlığı imiş gibi, bu noktaya takılmak tam anlamıyla siyasi körlük.
Son olarak, Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’ye sığınan Suriyelilere vatandaşlık vaadi, Suriye savaşının Türkiye’nin iç politik dengeleri açısından karşımıza çıkan büyük sorunlardan biri olmaya aday. İktidarın bu konuyu “insani” zeminde satmaya, daha doğrusu dayatmaya çalışacağı kesin. Ama hepimiz biliyoruz ki bu konu Sünnileştirme siyasetlerinin bir aracı ve Türkiye’de Alevi- Sünni gerilimi yükseltecek bir etken olacak. Dahası, işin Kürt- Arap dengesine, hesabına giden boyutları var. İktidar zihniyeti, ülkemizde ve bölgemizde olanlardan hiç ders çıkarmıyor, inatla ateşle oynamaya devam ediyor.