T24 - NTV'nin başarılı spikerleri Banu Güven 'İşimi bugüne kadar yaptığım biçimde sürdürebileceğim alan kalmadı diyerek kanalla yollarını ayırdığını açıklamıştı. Güven Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda, ''NTV' de bazı programlar düşünülenden erken bitti ve bunları yapan arkadaşlar açısından da sıkıntılar doğdu. Ama onun da sebebi şu; alanınıza sürekli tecavüz edildiğini düşünün, o alanı kapatıyorsunuz. NTV’nin yaptığı aslında budur. İktidarın müdahale edebileceği -seçim öncesi gergin günleri düşünürsek- alanlar kapatıldı'' dedi.
Deniz Ülkütekin bugün (17 Temmuz 2011) yayımlanan röportajı şöyle:
Banu Güven son günlerin en çok konuşulan ismi. NTV kimlik değiştirirken yeni kimlik tanımı içinde yer almayan isimlerden ilki. Gerisi gelecek mi? Güven, umarım olmaz, diyor ama var olan medya siyaset ilişkisi pek de olumlu bir tablo çizmiyor.
Banu Güven’le röportaj yapma isteğim aslında seçim öncesine dayanıyordu. Çünkü bir hayli sivri konuklar ağırlıyor ve ana akım medyanın kırmızı çizgilerinin üzerinde dolaşıyordu. Ben de memleketteki pek çok faaliyet gibi bu talebimi seçim sonrasına erteledim. Ancak seçim sonuçları çok şeyi değiştirmişti. Sağda solda “NTV’den tasfiyeler olacak” söylentileri dolaşıyordu. Güven’le birkaç defa konuştuk ama bir şeyler kesinleşmeden röportaj vermek istemiyordu. Sonrası bilinen hikâye... Banu Güven’in 14 yıldır çalıştığı ve özdeşleştiği NTV’den ayrıldığı haberi kesinleşti ve ben de hemen ardından kendisiyle röportaj yapma şansını buldum. “Erken tatile çıkarıldı, kovuldu” söylentilerini bir kenara bırakın. NTV’de yaşanan gerçekleri şimdi Banu Güven’den dinleyin.
- Seçimler yaklaştıkça NTV’de nasıl bir ortam oluştu? Oluşan baskıyı tarif edebilir misiniz?
Bu bir günde olan bir şey değil. Ortada şöyle bir tablo var; zaman içinde Türkiye’de genelde siyasetçilerin kendinde hak gördüğü bir şeydir. Medyayı sürekli “bizi niye sıkıştırıyorsunuz, bizi niye görmüyorsunuz, sadece olumsuz tartışmaları görüyorsunuz” diye eleştirirler. Aslında bu her kesimden gelen bir eleştiridir. Yıllar boyunca da -bu siyasi kültürün de bir parçası aslında- iktidarından, muhalefetinden çok ciddi sitemler duyduk. Eşit uzaklıkta durup, eşit muamele göstersek de zaman zaman kimseyi memnun edemedik. Siyasetçilerde, bu memleketin siyasi kültürüyle uyumlu bir siyaset medya ilişkisi algısı var. Oysa gazetecinin muhalefet kabiliyetini asla yitirmemesi lazım. Bu sadece iktidara karşı olmak anlamını taşımaz. Ben bu kurum içinde gerekli olan yerlerde muhalif tavrın gösterildiğini söyleyebilirim. Çok güzel yayınlar yaptık. Bugün gelinen nokta değerlendirilirken geçmişi hep hatırlamak gerekiyor.
Son bir yıl içinde 14 yıllık yayın hayatımın en verimli dönemlerini geçirdim. Ana akım medyanın gündemine pek girmeyen konularda yayınlar yaptık. Bütün bunlar mevcut koşullara rağmen yapılabilen şeyler. Dolayısıyla bir iyimserlik taşıyordum.
- Seçim öncesinde oluşan atmosfer nasıldı?
Öyle bir sınır çizilmiş ki seçim öncesinde, o sınıra ayağımız takıldı. Bazı programlar düşünülenden erken bitti ve bunları yapan arkadaşlar açısından da sıkıntılar doğdu. Ama onun da sebebi şu; alanınıza sürekli tecavüz edildiğini düşünün, o alanı kapatıyorsunuz. NTV’nin yaptığı aslında budur. İktidarın müdahale edebileceği -seçim öncesi gergin günleri düşünürsek- alanlar kapatıldı. Bu nedenle olanların sadece kişisel bir mağduriyet olarak algılanmasını istemiyorum. Bu Banu Güven’in meselesi değil. Bu, NTV örneğinde, benzer işler yapan herkesin meselesidir, gazetecilikle ilgili bir meseledir. Yıl boyunca hükümetten de muhalefetten de ağırladığımız isimlere sorgulanacak konularda aynı eleştirellikte yaklaştım. Bunları teker teker anlatmak da istemiyorum. Sadece gazetecilik yapmaya çalıştım. Girersin her alana konuşursun ve sorarsın. “Amma da sıkıştırdınız ha”. Bunu birbirine çok zıt yerlerden eşzamanlı olarak duyduk. Sonuç olarak gazetecilik mesleğini gerektiği gibi yapmak bir anda sizi muhalif konumuna getirmiş oluyor.
- “Bitaraf olan bertaraf olur” sözünün bir yansıması mı bütün bunlar?
Böyle ifadeler bir algı oluşturuyor. Bertaraf olmamanın koşulları dolaylı ya da doğrudan yollarla bildiriliyor ve ortaya bir mecburiyet çıkıyor. Hat değiştiriliyor ve o hattın üzerinde de benim ve benzer program yapan arkadaşların durabileceği bir istasyon kalmıyor. Herkes bireysel olarak kendi durumunu değerlendiriyor. Onlar adına bir şey söylemek istemiyorum ama bu, en azından bildiğim kadarıyla, Banu Güven’e -işaret edilerek- yayından el çektirilmesi durumu söz konusu değil. Gazetecilik yapmanın koşullarının ortadan kaldırılması söz konusu.
- Bu söylediğiniz sırf NTV özelinde mi geçerli yoksa tüm medya için mi?
Genel olarak medyada da birtakım sıkıntılar hissediliyor. Bir taraftan da son dönemde yapamadıklarımızın başka yerlerde yapılabildiğini de görüyorum. Erken tatile çıkmama sebep olan -yapamayacağım birtakım şeyler olduğu- söylendi. “Bunu yapmayacağız artık” denildi. Oysa Vedat Türkali söyleşimizde Kürt sorununa dair söylediği şeylerin 2006’da hükümet programında olduğunu da görüyoruz. NTV’den ayrıldığım haberinin yayınlandığı gün her yerde Öcalan’ın devletle mutabakat sağlandığı açıklaması da vardı. Ortaya garip bir resim çıkıyor o zaman. NTV’de yaşadıklarımızın yanında başka kuruluşlarda neler oluyor, bunu da gözlemlemeye, anlamaya çalışıyorum. Genel tablonun yanında her medya kuruluşunun da kendine has koşulları var. NTV hep dengeli bir yayın politikası sürdürmeye özen gösterirken, ‘sivri’ yayınlar yapılmasına da imkân vermiştir. On beş yılın sonunda neden böyle oldu diye sormak gerek. “Şimdi durum değişti, hemen konumumuzu değiştirelim ve hemen bu arkadaşların programlarını yayından kaldıralım” diye bir şey yok. Kimse bunların gamsızca yapıldığını düşünmesin. Acı çekiliyor.
- Son konuşmanızda yöneticilerle nasıl bir diyaloğunuz oldu?
Aramızda geçenler özel şeyler ama genel olarak söyleyebilirim. Bir ay öncesinden de konuşmuştuk. Devam etmek için bir hissiyat oluşur mu diye ben de düşünüyordum. Bir ay önce sorun yaşadım. Leyla Zana’yı sözleşmiş olmamıza rağmen programa alamadım. İlk kez böyle bir durumla karşılaştım ve benim için çok sarsıcıydı. Hiçbir zaman bir konuğumu anlaştıktan sonra geri çevirmek zorunda kalmadım. Durum netleştikten sonra da tatile çıkmaktan başka bir şey yapamazdım. Pekiyi yapamadığım yayını seçimden sonra yapabilecek miydim? Benim için devam etmenin koşulu da buydu. Olmadı. Konuşmamıza hâkim olan şey üzüntüydü.
- Olacakları ne zaman öngörmeye başladınız?
Bir ay kadar önce. Çünkü biz karşılıklı samimiyetimize güveniriz, o yüzden bunları da açıkça konuşabiliriz, sonra da yolumuza devam ederiz. Yeni bir kimlik tanımı yapıldı. Ben de o tanım içinde yoktum. Bu kadar basit.
- Peki bu yeni kimliği nasıl tarif edebiliriz?
Onu NTV’nin tarif etmesi lazım.
- Belki yapılacaklar üzerinden değil de yapılmayacaklar üzerinden konuşmak lazım.
Evet, yani onlar da ortada.
- Peki daha genel olarak bakarsak önümüzdeki dönemdeki medya ve iktidar ilişkisi hakkında ne diyebilirsiniz?
Bu sorunun cevabını bünyesinde medya kuruluşları da olan sermaye belirleyecek. Hangi alanlarda, nasıl faaliyetler içinde olmak, ne kadar kar etmek isteyecekler? Bunun için iktidarlara ne kadar bağımlı olacaklar? Bu işin bir tarafı. Diğer bir tarafı da tabu olarak görülen bir konuların zamanla tartışılabilir hale geliyor olması. Kürt meselesinin çözümü gibi. Kürt meselesinde yol kat edilirse, bizim bir ay önce yaşadığımız sıkıntıyı belki çok yakın gelecekte kimse yaşamayacak. Gazetecilik adına getirilen kısıtlamalar bize iki yıl sonra şaka gibi gelecek belki. Ama sadece Kürt meselesini ele alarak konuşmayalım. Aleviler’in sorununu, Sivas’ta bu yıl yaşananları, çevre meselelerini, toplumsal olaylara yaklaşımı, Metin Lokumcu'nun ölümü üzerine yapılan tartışmaları konuşalım. Eğer gerçekten ileri demokrasi iddiası varsa, önce biz gazetecileri buna inandırsınlar.