İktidara yakınlığıyla bilinen Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ın "Yeni anayasada laiklik olmamalı" sözlerine ilişkin "Siz eski yaraları hatırlattığınız zaman diğerleri de yaralarına sahip çıkmada ya da yeni yaralar icat etmede ısrarcı oluyor çünkü. Batılı ülkelerle dirsek teması içinde; bariz “din düşmanlıklarını” AB değerleri, basın özgürlüğü, demokrasi gibi evrensel kavramlarla kamufle edenlerin de elini güçlendirmiş oluyorsunuz." dedi. Kahraman'ın açıklamarının Avrupa Birliği değerleri ve basın özgürlüğü gibi evrensel kavramlara ters olduğunu da belirten Karaca, "AB değerleri, basın özgürlüğü, demokrasi gibi evrensel kavramlarla kamufle edenlerin de elini güçlendirmiş oluyorsunuz" şeklinde yazdı.
Nihal Bengisu Karaca'nın Habertürk'te "Anayasa ve Laiklik Geride Bıraktığımız Bir Tartışmadır" (27 Nisan 2016) başlıklı yazısı şöyle:
Kahraman’ın açıklaması üzerine cumhuriyetin ilk yıllarından tarihi idam görüntüleri paylaşanlar, zihni ve ahlaki kirlilikleriyle baş başa kaldılar.
Kahraman’ın konuşmasını dinledim. “Yeni Anayasa’da laiklik olmamalı” cümlesi ne kadar hatalı ve sorumsuz ise anayasalarında yaratıcıya atıf yapan ülkelerden verdiği örnekler o kadar düşünmeye sevk edici idi: “İrlanda ‘Devlet yetkilerinin kaynağı, yaratanın gözetimindeki halktır’ der. Norveç ve Danimarka anayasalarında Evangelik Lüteryenliğe atıf vardır. Danimarka’da kralın sadece Hıristiyan olması yetmez, bu mezhepten olması gerekir, bu anayasalarında açıkça dile getirilir. İngiltere’de kral ya da kraliçe zaten kilisenin başıdır. İsviçre anayasası ‘Kadiri mutlak Tanrı’nın yardımıyla İsviçre halkı ve kantonları...’ diye başlar.” Örnekler Güney Afrika, Madagaskar, Filipinler diye çoğalıyordu.
İrlanda örneği ilginç
Çünkü Kahraman, anayasasında laiklik ifadesi geçen ülkeleri sayarken de İrlanda’yı örnek gösterdi.
Demek ki bir anayasada hem “Yaratan”a vurgu yapmak hem de toplumun uzlaşabileceği bir “laiklik” tarifine yer vermek mümkün. Demek ki meramı “Yeni Anayasa’da laiklik olmamalı” demeden ifade etmek de mümkün.
Yıllardır üzerinde çalışılan “pasif laiklik” tanımına atıfla, yeni Anayasa’nın yeni bir laiklik tarifi içereceğini, bu tarifin Müslümanların kanını donduran militer laiklikten farklı olacağını anlatmak hiç de zor olmasa gerek. Hatta an itibarıyla yaşanan mevcudu, pratiği örnek göstermek kâfi. Zira Türkiye bu tartışmayı çoktan geride bıraktı.
Türkiye’de artık dini ibadetler ve inancın gereklerini yerine getirebilme konusundaki baskılar minimum seviyede. Başka dinden, mezhepten olan kişiler üzerinde dayatma yok. Baskı ve dayatmalar genellikle grup içi, mahalle içi denetim formunda. Yani insanlar kendi dininden, kendi mezhebinden, mahallesinden olana baskı yapıyor; farklı olduğunu deklare edene değil. Bu arada tamamen yeni bir sentez olan Türk tipi modernlik deneye yanıla, düşe kalka oturuyor, gelişiyor. Bu bağlamda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: “Yeni Anayasa’nın eski Türkiye’nin baskıcı, ayrımcı ve ceberut laikliğini ortadan kaldırma gibi bir görevi yok, çünkü o tür laiklik artık yok, bitti. Laiklik kelimesinin kökünü kazıma gibi amaç ve idealleri de yok yeni Anayasa’nın. Çünkü ülke yönetmekten az çok anlayan herkes bilir ki, ‘bir kutsal olarak laikliğe değil’ ama ‘bir metot olarak laikliğe’ her zaman ihtiyaç var.”
Devletin çeşitli din ve mezheplerin özgürce var olmasını sağlama görevini yüklendiği ve vatandaşların inanç özgürlüğünü teminat altına aldığı bir anayasal düzende zaten laiklik vardır.
Kahraman’ın konuşma kaydını izlerken Erdoğan’a başbakan olduğu dönemde sorulan bir soruyu ve Erdoğan’ın verdiği cevabı hatırladım.
Konu Ayasofya’nın ne zaman yeniden cami haline getirileceği, bu zulmün ne zaman biteceği şeklindeydi.
Erdoğan’ın cevabı ise şöyle oldu: “İstanbul’un her yeri birbirinden güzel camilerle dolu. Önce vakit namazlarında bu camilerin dolmasını sağlayın.”
Elbette İsmail Kahraman’ın çıkışında dini hak ve özgürlükleri teminat altına almanın ötesinde laikliğin eski saldırgan yorumunun neden olduğu maneviyat kaybını telafi etme arayışı var. Ancak diğer ülkelerin de deneyimleri gösteriyor ki bir toplumun daha dindar ve daha ahlaklı olmasıyla anayasalarında yer alan-almayan ifadeler doğru orantılı değil.
O zaman geride bıraktığımız yaralardan boş tartışmalar imal etmeye de gerek yok. Siz eski yaraları hatırlattığınız zaman diğerleri de yaralarına sahip çıkmada ya da yeni yaralar icat etmede ısrarcı oluyor çünkü. Batılı ülkelerle dirsek teması içinde; bariz “din düşmanlıklarını” AB değerleri, basın özgürlüğü, demokrasi gibi evrensel kavramlarla kamufle edenlerin de elini güçlendirmiş oluyorsunuz.