Baskın Oran
(Agos - 28 Eylül 2012)
Nefretin ucu dine de dokununca...
“Her şerde bir hayır vardır” sözünün büyüklüğü yine kanıtlandı. Tabii ki şimdiden 28 insanın öldürülmesi apayrı bir ‘şer’ oldu, onu dışarıda tutuyorum ve sırf Türkiye için söylüyorum: İyi ki ‘Müslümanların Masumiyeti’ adlı o rezil rüsva film yapıldı da şu haberi okuduk: ‘Başbakan talimat verdi, AKP hukukçuları çalışmaya başladı’. Şimdi dine nefret söylemi ve hakaret yasaklanacak. Umudumuz, “Komşuda pişer, bize de düşer” misali, her türlü nefret söyleminin yasaklanması.
Nefret söylemi ve hakaret, ifade özgürlüğüne girmez. Açıkça şiddete davet etmese bile engellenmesi gerekir. Çünkü farklı kimliklere izin vermeyen, Türkiye gibi azgelişmiş bir ülkede derhal nefret suçuna yol açar. Bunları söyleye söyleye dilimizde tüy bitti. Hükümet hiç üstüne alınmadı. Polisine iki buçuk misyoneri sürekli takip ettirdi. Travestilerin ve öğrencilerin yerlerde sürüklenmesine karışmadı; hatta, yapanları terfi ettirdi. Halk da mesajı aldı tabii. Mesela, o iki buçuk misyoneri birer birer öldürmeye başladı. Hrant meselesini hiç açmıyorum, yüreğim kaldırmıyor.
Türk yargısı da burada ‘kendine düşen’i yaptı. Mesela, daha önce de yazdım, Nisan 2007’de Malatya’daki Zirve Yayınevi’nde işkenceyle öldürülen üç Hıristiyan’ın davasında savcının iddianamesi 32 klasörden oluşuyordu, ama bunlardan sadece sekizi cinayetle ilgiliydi. Savcı, sanki Türkiye’de din yaymak suçmuş gibi, 24 klasörü misyonerlik faaliyetlerine ayırmıştı (E. Önderoğlu, Bianet, 20.11.2007).
Aslında, ayrımcılığı ve nefret söylemini önlemek için yasal bir zemin mevcut. TCK Md. 216 ve ayrıca BM Kişisel ve Siyasi Haklar Sözleşmesi Md. 20 bu iş için kabul edildi. Ama yargımız, hayret bir şeydir, bunları bizzat nefret söylemine hedef olanlara karşı uyguladı. Daha önce de yazmıştım: Ekim 2004’te Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun dezavantajlı grupları korumaya çalışan ‘Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu’ yayımlanınca, Cumhuriyet Savcısı Md. 216’dan dava açtı!
Şimdi sıkı durun. Samsun’da çıkan ‘Statüko’ dergisinde, Okan Baş adlı kişi şöyle bir yazı yayımladı: “Ogün Samast gibi gürbüz bir genç, işi ‘Türk’ün kanı pistir’ demeye getiren Hrant denen herifi vurduğu için ağır bir cezayla karşı karşıya kaldı. Kötü mü yaptı yani? Bana göre bu milletin geneline ağır hakaretler yağdıran adamın ölmesi zaten müstehaptır [hoşa giden şeydir]. Devlet yapması gereken işi yapmıyorsa, ‘Türk’ün kanı pistir’ diyen ecnebiye göz yumuyorsa, Ermenilere yaranacağım derken, milliyetçilik ilkesini düpedüz çiğniyorsa, kimse kusura bakmasın bu noktada millet devreye girer ve bu adamı yargılamanın hiçbir anlamı yoktur” (Y. Koçer, Radikal, 08.02.2012). Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe hareketi hemen suç duyurusunda bulundu; yedi ay geçti üstünden, hiçbir sonuç yok. Bu durumda, aziz halkımız niye öldürmesin yahu? Var mı bi sebep elini korkak tutması için?
Nefrete hayır, eleştiriye evet
Şimdi, başbakanımızın talimatı olduğuna göre, nefret söylemi ve suçu yasası çıkacak veya bu suçlar TCK’ya girecek. Yalnız, burada iki şeye çok dikkat etmek lazım, çünkü hem hava çok puslu, hem de bu cennet vatanda ifrat ile tefrit tek yumurta ikizidir:
1) Hakaret olmadıkça, nefrete teşvik olmadıkça, sadece eleştiri söz konusu ise, söz veya yazı cezalandırılamaz.
Nefret söylemi, GS Üniversitesi’nden Prof. Yasemin İnceoğlu’nun ifadesiyle, “(B)elli kesimleri bir gruba aidiyeti yüzünden ‘tehdit saçan öcüler’ gibi sunan söylemler”dir. Bu söylem, yıllar yılı beyni yıkanmış insanlara ulaştığı zaman nefret suçunun oluşuvermesi saniyelik meseledir. Onun için, nefret söylemine asla izin verilmemelidir. Ama çıkacak yasayı fırsat bilip, sadece eleştiri olduğu zaman da balyoz inecekse, ifade özgürlüğü diye bir şey kalmaz ve ortalık birbirine girer.
Bunu din somutunda anlatmak gerekirse, İslam’ı her eleştireni suçlu saymaya gitmek işin cıvığını çıkarır ve önce İslam’a zarar verir. Burada, Prof. Samim Akgönül’ün İslamofobi ile Müslümanofobi ayrımını akılda tutmak yararlı olacaktır. 9/11 saldırılarından sonra Batı’daki olumsuz gelişmeye Müslümanofobi demek daha doğrudur. İslamofobi entelektüel bir boyuta da sahiptir ve kimi Batı düşünürleri İslam’ı hakaret etmeden eleştirmekte, onun bir din ve düşünce sistemi olarak reforme edilmesi gerektiğini söylemektedirler. Fakat sınıfsal bir boyutu da içeren Müslümanofobi, İslam dininden değil, birey ve cemaat olarak Müslümanlardan korkmak ve/veya nefret etmek anlamındadır. Bu kişiler, aidiyet olarak ‘Müslüman’ gördükleri herkese düşmandır. Almanya’daki Neonazilerin işlediği ‘döner cinayetleri’nde, Türkiyelilerin yanı sıra “Müslüman’a benzediği için” bir de Yunanlı öldürülmüştür.
Diğer bir deyişle, İslamofobi felsefe olarak mütalaa edilebilir, ama Müslümanofobi bir ırkçılık türüdür. Eğer İslam’ı eleştirmeyi de suç sayarsanız, o zaman İsrail’e en ufak bir laf söylemeyi anti-semitizm sayanların (bkz. O. K. Cengiz, Radikal, 14.09.2012) seviyesine düşersiniz.
Bütün dezavantajlı grupları
2) Umarım AKP sadece İslam’ı korumaya kalkmaz. Bu, zaten kendisi hakkında ülke içinde ve dışında süratle olumsuza giden ibreyi sadece hızlandırır. Bu rezil rüsva filmden yararlanarak, DurDe’nin sözcüsü Cengiz Alğan’ın dediği gibi, “bütün dezavantajlı gruplar” koruma şemsiyesine alınmalıdır. Yani soy, din, mezhep, dil, cinsiyet, cinsel eğilim vs. türünden, tüm ezilmiş ve dışlanmışlar.
Çıkacak yasa, Müslüman samimiyetinin ve ciddiyetinin turnusol kâğıdı olacaktır. Bu konuda MazlumDer’e güveniyorum doğrusu.