Gündem

Nabi Avcı: Dershane kampanyasının arkasında başka bir şey var

Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı: Bizim önerdiğimiz gibi dershaneler ister özel okula dönüşsünler, ister bizim açık lise dediğimize

02 Aralık 2013 12:37

Millî Eğitim Bakanı Prof. Dr. Nabi Avcı, Gülen cemaati ve AKP arasında tartışma konusu olan dershanelerin kapatılması ve yeni düzenlemeler hakkında konuştu. Avcı,"Biz meseleye eğitim sistemi bakımından sorunun nedenleri nedir, muhtemel çözümleri nelerdir diye bakıyoruz. Ama ummadığımız bir “iblisleştirme” kampanyası yürütülüyor. Bunun dershaneleri aşan başka siyasal nedenleri olduğunu, olabileceğini ben de görüyorum. Ama bunun konuşulma düzlemi eğitim değil" dedi.

Millî Eğitim Bakanı Prof. Dr. Nabi Avcı, Hükümetin ne yaptığını-ne yapmak istediğini; dershanelerin telafi eğitimi veren eğitim kurumlarına nasıl bir yöntemle ve takvimle dönüşeceğini; ilgili düzenlemenin bir dayatma olup olmadığını; meselenin civcivli yanlarını; dolaşıma sokulan “iddia”ları ve bu tartışmanın bir dershane tartışması olup olmadığına dair açıklamada bulundu. Fadime Özkan'ın sorularını yanıtlayan Nabi Avcı'nın Star'da yer alan söyleşinin ilgili bölümü şöyle:

İcrası en zor bakanlık koltuklarından birinde oturduğunuza -bir kez daha- şüphe yok. Eğitim yaşında büyük bir nüfus, birikmiş eğitim sorunları derken bir de, Türkiye siyasi tarihinin en uzun ömürlü ve atılımcı hükümeti olmasına rağmen önceki eğitim bakanları döneminde yapıl-a-mamış bir işi, dershanelerin dönüşümünü gerçekleştirmek üzere işe koyuldunuz. Lakin tepkiler var. Hem de terör sorunu gibi çok can yakmış bir meseleyi çözmek için yürütülen sürecin önemli bir kavşağını, Diyarbakır’daki Barzani-Erdoğan buluşmasını bile gölgede bırakacak denli büyük bir tepki bu. Yoğunluğun yanı sıra yorgun da görünüyorsunuz. Nasılsınız iyi misiniz?

İyiyim, göründüğüm kadar da yorgun hissetmiyorum. Ama şunu düzeltmek isterim. Bu bakandan bakana değişen, veya daha önceki bakan arkadaşların katiyen yapmayı düşünmedikleri ya da bizim de illa yapalım diye sıfırdan icat ettiğimiz bir mesele değil. AK Parti açısından bakarsanız, AK Parti’nin daha hükümet olmadan önce, kuruluş aşamasından beri gündeminde olan ama hem içinden geçtiğimiz koşullar, hem ülkenin sahip olduğu imkânlar gibi konjonktürel nedenlerle belli bir yere kadar getirilmiş ama nihai düzenlemesi yapılmamış bir konudan bahsediyoruz. Yoksa bizzat Sayın Başbakan’ın genel başkan olduğu dönemlerden itibaren bizim parti programlarında, hükümet belgelerimizde ve kamuoyunun gündeminde olan bir konuydu. Önceki kalkınma planlarında da var, bizim dönemimizde yapılan kalkınma planında da var. 2009 yılında hazırlanan Milli Eğitim Bakanlığı Stratejik Belgesi’nde tarih verilerek stratejik hedef haline getirilmiş bir konu bu.

 

Bir ay erkene almış olduk

 

Yani herhangi başka bir nedenle şimdi gündeme gelmiş değil, normal takvim işliyor öyle mi?

Genel takvime baktığınızda öyle. Ama bu konu mesela geçtiğimiz Bakanlar Kurulu’nda konuşulacak mıydı? Hayır. En az bir ay gibi bir süre sonrasının gündemiydi. Biz çalışıyorduk, biraz daha çalışacaktık.

 

Bunu çok kokutmamak lazım

 

Erken gündeme gelmesinin nedeni Zaman gazetesinin “eğitime darbe” manşeti midir?

Ve onu izleyen spekülasyonlar. Bunlar artınca, Sayın Başbakan’ın Rusya dönüşünde söylediği gibi “bunu çok fazla kokutmamak lazım”. Çünkü hakikaten konunun bu üslupla ve bu çerçevede tartışılıyor olması bir süre sonra işin özünün gözden kaçmasına ve meselenin çok farklı yerlere taşınmasına yol açıyor, açmaya da başladı. Onun için biz bu olumsuz yan-etkileri bertaraf etmek için birkaç hafta öne almış olduk.

AK Parti’nin ve Hükümetlerin programlarında olduğunu, Bakanlığın da düzenlemeye ilişkin uzun süredir zaten çalışmakta olduğunu söylüyorsunuz ama kopan/kopartılan fırtınada sesi yüksek çıkanlara göre bu düzenleme bir "oldu-bitti". En azından böyle bir algı oluşturulmak istendiği görülüyor. Sorum şu: Muhataplarınız yani dershane sahipleri bu düzenlemeden ne zamandan beri haberdarlar?

Bu, başından beri ilgili bütün paydaşların zaten bildiği, zaten konuştuğu ve öneriler de verdikleri bir konu. Mesela 2012 yılında mevcut olan üç bin küsur dershaneyle birebir görüşülerek hem fizikî alt yapıları, hem beşerî alt yapıları, hem de bu konudaki düşünceleri ayrı ayrı soruşturulmuş Millî Eğitim Bakanlığı tarafından.

 

2012’de yüzde 70'i dönüşmek isteriz' dedi

 

O zamanki tavır ne olmuş? Dönüşüm için işbirliğine giriliyor mu yoksa yine ayaklar yere mi vuruluyor “ka-pa-ta-maz-sın!” diye?

Hayır, hayır. Yüzde 70’i diyor ki, “gerekli desteği alırsak tabii ki biz de okullaşmak isteriz”. Eskişehir üzerinden bir örnek vereyim. 19 Eylül 2012 günü yani 14 ay önce Eskişehir’de bir toplantı yaptık, dershane sahipleriyle, yöneticileriyle. O günlerde bu konu yine gündem olur gibi olmuştu. Sayın Başbakan dershanelerin ülke çapında nasıl bir israfa yol açtığını vurgulayan bir konuşma yapmıştı. Onun üzerine kendisi dershanecilik de yapmış olan Eskişehir il başkanımız dedi ki “Hocam meslektaşlarım ayrıntılı bilgi istiyorlar, bu konuyu bir gün gelip Millî Eğitim Komisyonu başkanı sıfatıyla etraflıca izah eder misiniz?” Biz de 19 Eylül günü buluştuk ve şimdi konuştuğumuz konuyu bu perspektifle paylaşmıştık. Bereket o gün il başkanımız not da tutmuş, kim ne söyledi diye. Mesela orada diyorlar ki, “Tamam iyi güzel ama bunun için bize süre lazım”. Ne kadar lazım? “Bir yıl lazım”. 14 ay oldu. Geçen hafta Eskişehir’e gittim, bu arkadaşlarla tekrar toplandık.

 

'Biz bu işi blöf sanmıştık'

 

Şimdi ne diyorlar?

Şunu diyorlar: “Ya biz o zaman bu işi biraz blöf gibi algılamıştık”. Peki, kardeşim siz bizden süre istediniz, hazırlık istediniz, yaptınız mı? “Hayır, blöf sanmıştık”.

Böyle algılamalarının sebebi ne olabilir?

Çünkü daha önce hep böyle olmuş. Bir gazeteci arkadaş televizyonda Hüseyin Çelik’ten duyduğu benzer bir durumu aktarıyordu: Hüseyin Bey de bazı dershane sektörü temsilcileriyle görüşmüş, onlar da yine süre demişler. O da onlara iki sene yeter mi diye sormuş. İki yılın sonunda Hüseyin Bey, kendileriyle tekrar görüşüp ne durumdasınız diye sorunca “Valla demişler, biz sizin iki sene daha bakan kalacağınıza inanmamıştık!”

 

'Buna cesaret edemezler'

 

Milli Eğitim Bakanlarının sık değilmesinin verdiği bir gevşeklik mi?

Öyle de olabilir. Ya da seçimler olur, başka şeyler olur, cesaret edemezler gibi şeylerle sektör bu işi biraz ağırdan almış. Ama tabii şu da var: Mesela Hüseyin Çelik zamanında bu dönüşüm sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak sayılabilecek bir girişim olmuş. Özel okullar diyorlardı ki “Bizim yüzde 40 civarında atıl kapasitemiz var. Kontenjanlarımızı dolduramıyoruz”. Bunun üzerine Bakanlar Kurulu’nda konu görüşülmüş ve denmişti ki: “Tamam, sizin atıl kapasitenizi biz burslu öğrencilerle dolduralım. Siz normal öğrencilerinizi alın, biz öğrenciler için normal okullarda ne kadar masraf ediyorsak onu size verelim, burslu olarak sizin okullarınızda okusunlar. Böylece hem yoksul ama başarılı öğrencilerimiz sizin kurumlarınızda eğitim öğrenim görsünler, hem bizim okullarımızda bazı dersliklerdeki fazlalık hafifletilmiş olsun”. Çok masum bir öneri.

 

'Cemaati fonlamak için' demişlerdi

 

Fakat?

Hatırlayın o dönemde muhalefet bunu özellikle belli bir grubun, Cemaat’in okullarını finanse etmek için uydurulmuş bir formül gibi gösterdi, Cumhurbaşkanı Sezer de veto etti, hatta laikliğe aykırı falan bulan gerekçelerle. Ne alakası var hâlbuki. Kaldı ki sözünü ettiği “sadece onları fonlamak için böyle bir formül geliştiriyorsunuz” suçlamasına maruz kalmamıza sebep olan o camianın özel okullar içindeki payı çok düşük. Sektörün tamamı bundan yararlanacaktı. Buna rağmen öyle bir vetoyla akamete uğramıştı. Dolayısıyla o, o zaman gerçekleştirilebilmiş olsaydı bugün biz bu konuları çok daha anlaşılabilir terimlerle ve kutuplaşmadan, birbirimizin ne dediğini daha iyi anlayarak konuşuyor olabilirdik.

 

Hiç ummadığımız şekilde 'İblisleştirme' söylemi kullanılıyorlar

 

Ama gelinen noktada özellikle o grubun sesi yüksek ve önde çıkıyor. Verilen fotoğraf; bu bize yönelik bir “operasyon”dur fotoğrafı. Meselenin dershane boyutuna devam edeceğiz ama evvela şuna bir açıklık getirmenizi isteyeceğim: Biz gerçekten eğitimin sorunlu bir alanını, dershaneleri mi tartışıyoruz yoksa bu başka bir tartışma mı?

Ben elbette Millî Eğitim Bakanı olarak, Bakanlık açısından baktığımdan, meseleyi hep eğitim konusu olarak konuşmaya çalışıyorum. Millî Eğitim Bakanlığı açısından, Türk eğitim sistemi bakımından bu sorun nedir, bu sorunun nedenleri nedir, bu sorunun muhtemel alternatif çözüm modelleri nelerdir? Biz Millî Eğitim olarak meseleye böyle bakıyoruz ve olabildiğince de kamuoyuyla bu çerçevede bildiklerimizi, önerdiklerimizi tartışıyoruz. Bu çerçevede ilgili paydaşlarla görüşüyoruz. Ama bütün bunlara rağmen hiç ummadığımız yerlerden, hiç ummadığımız nedenlerle, adeta -burada İngilizceyle karışık bir tabir kullanmak zorundayım, kültürümüzde böyle bir şey olmadığı için Türkçede tam karşılığı da yok- tam bir 'demonizasyon' yani deyim yerindeyse bir 'iblisleştirme' söylemi uygulanıyor. Bazı gazetelerde, bizimle ilgili haberlerde kullandıkları fotoğrafları seçerken bile böyle yakışıksız yollara tevessül ediyorlar. Bunu da öyle parmağım gözüne bir üslupla yapıyorlar ki bizimle hiç alâkası olmayan insanlar bile bunu ayıplıyorlar. Yani burada bir takım çok kötü adamlar var ve bu kötü adamlar çok kötü bir şeyi başka şeylerle kılıflayarak bir şey yapmaya çalışıyorlar. Haksızlık bu. Eğitim düzeyinde konuşacaksak rakamlar ortada. Sorun ortada. Çözüm konusunda farklı alternatifler önerebiliriz, önerilmesini de bekleriz.

 

3826 dershane dönüşüm için fikir beyan etti

 

Siz bir formül dayatmak, biz bu işi şöyle yapacağız demek yerine çözümü birlikte bulalım mı diyorsunuz yani?

Elbette. Çözüm önerileri geldi de zaten. Daha önce de, tam bir yıl önce, 15 Kasım 2012 tarihi itibariyle faal olan 3830 dershanenin görüşü sorulmuş. Bunlardan sadece 4 tanesi araştırmaya cevap vermemiş. Onun için, çoğu benim şartlarım şu, okullaşmak için şunlar gerekir, böyle teşvikler olursa ben dönüşebilirim demiş, bunlar konuşulmuş. Sektör temsilcileriyle yaptığımız görüşmelerin büyük çoğunluğundan ben de bu dönüşü alıyorum. Anlattığımız zaman, orasını şurasını beğenmiyorlar, şurası tamam, güzel, ama şöyle olsa olmaz mı diyorlar. Müzakere böyle bir şeydir zaten. Biz de her şeyin en doğrusunu biliyor değiliz. Şüphesiz bu sahada çalışan, yıllarını bu işe vermiş insanların da bizim bilmediğimiz görmediğimiz, bugün belki olmayan ama yarın ortaya çıkabilecek sorunlarla ilgili uyarıları olabilir. Bunlar da hesaba katılarak görüşülüyor. Daha önce de görüşüldü.

 

Görüşmelere cemaatten dershaneciler de katıldı

 

Önceki görüşmelerde Cemaat’e yakın sektör temsilcileri de var mıydı?

Tabii. Ve oralarda bunun başka, eğitim dışı nedenleri konusunda bana ulaşmış bir gerekçe de olmadı. Ama yayınlar, estirilen hava bambaşka.

 

Çok ayıp!

 

Bu tartışmada kullanılan argümanlara ve kafa karıştıran noktalara dair notlar aldım. Tek tek sormak, cevabını almak isterim. Şuradan başlayalım. Bazıları açıkça yazsa da yine de üstü örtük bir şekilde dolaşıma sokulan iddialardan birine göre: Dershanelerin dershane olarak kalmasına izin verilmeyecek olmasının nedeni çözüm süreci kapsamında PKK’ya verilen bir söz, daha doğrusu tekinsiz bir tavizmiş. Hükümet, PKK istedi diye dershaneleri kapatacakmış, böylelikle iyi eğitim alamayan, okuyamayan çocuklar da dağa çıkacakmış. Asıl amaç buymuş. Bu “iddia”yı konuşmaya değer bulur musunuz?

Çok ayıp! Bir kere bunları söyleyenler çok ayıp ediyorlar. Ben size rakamları vereyim. Bizim SODES diye bir projemiz var Kalkınma Bakanlığının yürüttüğü. Bu proje kapsamında Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemizde binlerce etüt eğitim merkezi devletin parasıyla kuruldu. SODES projeleri iki türlü yürüyor. Bir: Ya doğrudan valilik ya da kaymakamlık kendisi bir şey yapıyor; iki: siz bir sivil toplum kuruluşu olarak bir proje getiriyorsunuz, proje değerlendiriliyor ve size finansman sağlanıyor. 2008 yılında GAP bölgesinde önce 8 ilde başlıyor SODES. 2013 yılı itibariyle Doğu ve Güneydoğuda 34 ile yaygınlaşıyor. Bölgede dezavantajlı çocuk ve gençlere yönelik olarak eğitimde fırsat eşitliğini artırmak için etüt merkezleri ve okuma salonları açılıyor. 2008-2013 arasında buralarda düzenlenen 1400 civarındaki kurslardan 48 bin 769 öğrenci, 3619 ortaöğrenime yönelik kurslardan 157 bin 452 öğrenci, ayrıca yine bizim desteğimizle oluşturulan 1222 adet etüt merkezi ve okuma salonundan ise 538 bin 886 öğrencimiz yararlanıyor. Ve SODES projelerinde eğitime ayrılan pay 282 milyon 121 bin 875 lira. Ve eğitim alanındaki 1786 projeden yararlanan sivil toplum kuruluşlarının da tam sayıyı hatırlamasam da üçte biri ya da dörtte biri bu suçlamaları yapan arkadaşların kendilerini izafe ettikleri grubun sivil toplum kuruluşları.

 

Camianın 'PKK istedi de yapılıyor' diyeceğini zannetmem

 

İzafe derken… Yakıştıramıyorsunuz sanırım duyduklarınızı Camiaya?

Emin olamıyorum çünkü... Camia’nın öyle 'PKK istedi de yapılıyor' gibi cümleler kurabileceklerini, hiç zannetmiyorum. Birileri oradan başka bir şey üretmeye çalışıyor olabilir.

 

Taraf'ın yaptığı

 

Taraf’ın manşetini de bu minvalde mi okuyorsunuz?

Aynı şeylerin devamı bunlar.

 

Çocukları kötü alışkanlıklardan koruyabilirler

 

“Cemaat insan kaynağını dershaneler sayesinde ediniyordu, şimdi devlet bunun önünü almak istiyor” argümanına cevabınız nedir?

Bizim önerdiğimiz gibi dershaneler ister özel okula dönüşsünler, ister bizim açık lise dediğimiz ama sektör temsilcilerinin “açık lise çağrışımı biraz ikinci sınıf okul çağrışımı yapar, onun için içeriğini de öyle düşünmek kaydıyla Akademik Lise demek daha doğru olur” dedikleri okul türüne dönüşsünler, isterse yine bizim desteğimizle etüt eğitim merkezi olsunlar, bunların hiçbirinde şu anda dershanelerin yaptığını söyledikleri olumlu çalışmaların akamete uğraması söz konusu değil ki... Gerek eğitim, gerekse öğretim bakımından, yani “biz çocuklarımızın bir takım kötü alışkanlıklardan, sokağa düşmekten, sokakta farklı olumsuz arkadaşlıklar veya ilişkiler kurmalarından endişe ediyoruz; dershaneler çocuklarımızı aynı zamanda bu tür olumsuz ihtimallerden de koruyor” söylemini, özel okula da dönüşseler, akademik liseye de dönüşseler, etüt merkezi de olsalar, bunları yapma şansları var yine. Çocuklarımızı kötü alışkanlıklardan kurtarmaları veya korumaları için etüt eğitim merkezleri uygun bir vasat değil mi? Nitekim öyle olduğunu için Doğuda, Güneydoğu Anadolu’da, SODES'ten sağlanan finansmanlarla etüt eğitim merkezleri, okuma salonları açılmadı mı?

 

'Okuma salonlarını kapatıyorlar' demek çok incitici

 

Ama “okuma salonlarını da kapatıyorlar” diye yayın yapıldı aynı mecralarda?

O da çok incitici bir bühtandı. Olur mu ya, rica ederim, Eskişehir Odunpazarı’nda belediyenin katkı yaptığı okuma salonunu ben açtım. Bunlar belediyelerle SODES destekli Türkiye’nin her yerinde ama ağırlıklı olarak Doğuda ve Güneydoğuda açılan eğitim kurumları. Israrla etüt eğitim merkezleri kapatılıyor, okuma salonları kapatılıyor, hatta kapatmayanlara da çok astronomik cezalar geliyor denmesi doğru bir şey mi?

 

Mümtazer sorsaydı anlatırdım

 

Sormak istediğim bir başka iddia da şu: Prof. Dr. Mümtazer Türköne; –mealen- Hükümet 4+4+4 eğitim sistemini imam hatipler üzerine kurdu, devletin dini eğitim konusunda tekel olmasını planlıyor, dershaneleri de bu politikanın mütemmim cüzü olarak mı kapatmak istiyor, diye soruyor?

Soru mu bu, cevap mı? Ben o yazıda bir soru değil bir hüküm buldum. Mümtazer benim eski arkadaşım. Ona da buradan selam söyleyelim. Bana, bunu bunun için mi yapıyorsunuz diye sorsa cevabını verirdim. Bu doğru değil. Böyle bir karşıtlık varsayımı üzerinden "analiz" yapmak İmam Hatiplerde çalışanları da, sözkonusu dershanelerde çalışanları da rencide etmez mi?

 

Söylemimizde titiziz, kimseyi incitmeyiz

 

İnsanların düzenlemeye itiraz ederken kurdukları cümlelerde rencide edildiklerine dair vurgular var. Diyorlar ki: “Dershaneleri kapatmak için bizi itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Dün öğretmendim değerliydim, bugün rantçı mı oldum?” Böyle mi düşünüyorsunuz?

Biz Millî Eğitim Bakanlığı olarak söylemimizde çok titiz davranıyoruz. Böyle bir itibarsızlaştırma üslubu kullanılmıyor, kullanılmaz da. Ama kurumsal olarak, daha doğrusu sektörel olarak ne kadar etkilisiniz, üniversiteye girişte dershanelerden alınan katkı gerçekten ne kadar etkili oluyor gibi soruların cevabını araştırmak ve bunun cevabını vermek de itibarsızlaştırmak değildir.

 

Gerçeği ortaya koymak itibarsızlaştırmak değil

 

Nedir?

Ortada bir gerçek var. Sabancı Üniversitesi’nin şemsiyesinde faaliyet gösteren ve başka konularda bizi eleştirmekten de hiç çekinmeyen, farklı öneriler de getiren ERG Eğitim Reformu Girişimi adlı bir sivil toplum girişimi var biliyorsunuz. Kasım ayında yaptıkları son araştırmanın sonucunu açıklıyorlar ve diyorlar ki: Üniversiteye girişle dershanede alınan eğitim arasında en iyi ihtimalle, en başarılı olanlarda yüzde 9'luk bir korelasyon var. Yine aynı araştırmada başka bir araştırmaya atıfta bulunarak şu söyleniyor: Dershaneler en çok zaten başarılı olan öğrenciler üzerinden kendi başarılarını reklam ediyorlar. Yaptıkları analizin sonucu şu –ki bizim de verilerimiz bunu doğruluyor- sosyal bilimler liseleri ve fen liselerinde okuyan çocuklarımız yüzde 95 yüzde 98 oranında dershaneye gidiyor. Buna mukabil endüstri meslek liselerinde bu yüzde 15 oranında.

 

VİP dershaneler de aynı vasat dershanler de

 

Bu ne anlama geliyor?

Sınavla girilen okullarda zaten başarılı olan öğrenciler bir de dershane üzerinden 'forse' ediliyor. Ayrıca dershaneye giden öğrenciler arasında da zaten bir farklılaşma var. Dershanelerin de kendi içlerinde türdeş olmadıklarını biliyoruz. Özellikle büyük şehirlerde, İstanbul, Ankara ve İzmir’de mesela bir dershanede, seçilmiş 15-20 öğrenciye, yine seçilmiş öğretmenler tarafından özel sınıfta, çok özel bir program uygulanıyor. Ve sonra o çocukların başarıları, sanki bütün dershaneye giden çocukların, bütün dershanenin, hatta topyekün dershane sektörünün başarısıymış gibi tanıtılmak isteniyor. Bu doğru değil. İlla VİP dershane de değil, bazı vasat dershanelerde de bu uygulama yapılıyor. Aynı dershaneye giden çocukların arasından çok başarılı, gerçekten ümit vaat eden çocuklar seçilip ayrı bir sınıfa alınıyor ve orada onlara özel bir program tatbik ediliyor. Diyelim ki 300 kişinin devam ettiği bir dershaneden 15 veya 20 öğrenci özel olarak seçilip özel olarak ilgilenilmiş bir grup olarak sınavlara giriyor ve iyi puan alabiliyorlar.

 

Çocukların çoğu dershaneler için dolgu malzemesi gibi

 

Geri kalan çocuklar ne oluyor?

Geri kalan çocuklar, adeta o çocukların finansmanında bir tür dolgu malzemesi gibi... Dershane sektörüne çok şey demek de istemiyorum ama bunlar da rakamlar. Mesela, dershanelere gittiği için yüksek puan isteyen okullara giden öğrencileri tanıttıkları kadar, dershaneye gittiği halde sınavı kazanamayan ve gelecek sene tekrar sınava girmek için tekrar tekrar dershaneye giden öğrencilerin de sayılarını bir görelim. Rakamlar, "dershaneler sosyo-ekonomik veya bölgesel koşullar nedeniyle dezavantajlı çocuklarla diğerleri arasında fırsat eşitliği sağlıyor" argümanını da doğrulamıyor. Dershanelerin çok büyük bir yüzdesi büyük şehirlerde. Doğuda ve Güneydoğu Anadolu’da o en çok sosyal adaleti sağladığı iddia edilen bölgelerde dershanelerin oranı çok düşüktür.

 

Dershane açarken yasal düzenlemey uymamış mıydınız?

 

Bu düzenleme bir zorlama mı peki? Bir soru var bununla ilgili, şöyle formüle edilmiş: Mesele yasal yollarla açılmış ve yine devlet tarafından denetlenen eğitim öğretim kurumlarının kanun zoruyla kapatılması mıdır değil midir?

Şimdi bugünkü dershaneler hangi yasal dayanakla çalışıyorlar? Özel eğitim kurumları kanununa ve yönetmeliğine göre çalışıyorlar. Yani siz baştan dershaneyi açarken Millî Eğitim Bakanlığı ile bir sözleşme yapıyorsunuz. Millî Eğitim Bakanlığı'nın bu yetkisini tanıyorsunuz; onun sizi tanıyor olmasını da ticarî açıdan bir artı, bir marka değeri ve güvencesi olarak değerlendiriyorsunuz. Şimdi, aynı Millî Eğitim veya kamu otoritesi size diyor ki, “Tamam bak, veriler böyle. Bu veriler altında sizin daha verimli, gerçekten eğitim sisteminin bütünü bakımından daha etkin, daha yararlı olabilmeniz için size şu statüleri getirelim”. Siz diyorsunuz ki bize, “birinci statüyü, dershane statüsünü verirken bu yetkin var ama statümü değiştirirken bu yetkin yok, özel teşebbüs var”.

 

Özel teşebbüse müdahale değil

 

Özel teşebbüs hürriyetine halel geliyor mu gelmiyor mu devletin bu “müdahalesi”yle?

Bunu ortadan kaldıran bir şey değil ki bu düzenleme. Kamu otoritesi size bir takım sınırlar kriterler koyma, öngörme yetkisine sahipse ve siz de bunu kabul ediyorsanız; hatta bunu en baştan beri bizzat siz ısrarla talep de edegelmişseniz, bu başlangıçtaki ön-mutabakat çerçevesinde size diyor ki, bakın tablo bu, bu tablodan çok verimli bir şey çıkmıyor, gelin bunu birlikte daha verimli hale getirelim.

 

Gelin herkes için iyi olanı birlikte bulalım diyoruz

 

İşbirliği teklifinize olumlu cevap almış gibi görünmüyorsunuz, en azından kamuoyuna “oradan” yayılan havayla. Deniyor ki,“biz dershanelerin dönüşümünü falan istemiyoruz, bunu konuşmak dahi istemiyoruz, biz dershanelerin aynen kalmasını istiyoruz, başka bir şeyi de konuşacak değiliz”. Fikri sabit var, pozisyonları da sabit görünüyor. Ne olacak?

Peki. Dershaneyi açarken devlet size diyor ki en az 15 dersliğin olacak. Kapın şöyle penceren böyle olacak, öğrenci başına şu kadar yerin olacak, bunun standartları var. Bu standardlar konurken ve bu kurumları açarken “ben senin standardlarını da tanımıyorum, seni de tanımıyorum, istediğim gibi açarım” dediniz mi? Demediniz. Dememeniz de gerekir. Doğrusunu yaptınız. Millî Eğitim Bakanlığı ile sektör arasında asgari standardlar konusunda böyle bir mutabakata varılmış ki bu kurumlar açılmış. Şimdi de diyoruz ki, “şu kadar fırsat eşitliği, sosyal adalet sağlıyoruz” diyorsunuz ama rakamlar bunun tersini söylüyor veya farklı bir şey söylüyor, gelin bu rakamların ışığında daha etkili, daha verimli, herkes için daha yararlı hale nasıl getirebiliriz? Sizin için de, öğrenciler için de, veliler için de, devlet okulları için de nasıl daha yararlı olacağını düşünüyorsunuz?”. Bunu konuşmamızın ne sakıncası var? 'Biz bunu zinhar konuşmayız' tavrı doğru bir tavır değil.

 

‘Bütün dershaneler karşı' algısı yaratmak istiyorlar

 

Bakanlık yetkililerinin sektör temsilcileriyle yaptığı çalıştayların “kapatamazsınız, biz bunu konuşturtmayız bile” diyenlerce protesto edildiğine şahit oluyoruz. Salonlara gelip sonra organize şekilde salondan çıkılıyor ve içerde çözüm yollarını konuşmak yerine dışarıda medyaya basın bildirileri okunuyor. Tebeşir kırmak, beyaz gömlek giymek, duvarla konuşmak gibi eylemler yapıyorlar ve “biz demokratik hakkımızı kullanıyoruz” diyorlar. Yani paydaşlar sizinle konuşmayı, çözüm yollarını düşünmeyi reddediyorlar. Ne olacak? Geri adım mı atacaksınız?

Biz daha Salı günü sektörü temsil eden dört büyük dershaneciler derneğiyle bu konuları burada (Bakanlığı kastediyor) ayrı ayrı konuştuk. Oralarda bu tür herhangi bir protestoyla karşılaşmadık. Biz nasıl bir düzenleme yapmak istediğimizi anlattık, onlar da bu düzenlemenin içine hangi unsurlar ilave edilirse daha yararlı olabileceğini ve görüşlerini aktardılar. Bunların büyük bir kısmı bizim için de makul önerilerdi. Ve o çerçevede yaptığımız çalışmalara çekidüzen verdik, veriyoruz. Dolayısıyla kamuoyunda bütün dershaneciler şiddetle bu konuya karşı çıkıyorlar algısını uyandırmak istemeleri doğru değil. İnsanlar o algıya kapılabilirler ama bu doğru değil.

Peki niye sadece belli bir gruptan böyle bir hava esiyor? Niye bu düzenlemeyi üzerine alınıyor Cemaat?

Dediğim gibi işin eğitim boyutundan baktığımız zaman dershanelerin kurumsal sorunlarına, bizim getirdiğimiz çözüm önerilerine falan baktığımız zaman böyle bir kampanyayı hak eden bir şey yapılmıyor. Kampanyanın arkasında başka bir şey var.

Konuşulabilir bir şey midir o “şey”?

Bu benim Millî Eğitim Bakanı olarak çözebileceğim bir şey değil. Böyle bir kampanya olduğuna dair izlenimleri ben de paylaşıyorum, bunun eğitim dışı başka gerekçeleri, dershaneleri aşan başka siyasal nedenleri olduğunu, olabileceğini ben de görüyorum. Ama bunun konuşulma düzlemi eğitim değil.

AK Partili milletvekillerinin bile düzenlemeyle ilgili ikna olmadığı, içerde büyük huzursuzluklar olduğu haberleri de yapıldı sistematik olarak. Biz bu işten vazgeçelim diyenler mi var parti içinde?

Bu yanlış. Bu tür kulis dedikodularına neden olan hikâye şu: Salı günleri grup toplantısından sonra zaman zaman, herhangi bir konuda, ilgili bakan gruba, basına kapalı bilgi veriyor. Bana da dendi ki, bu mesele çok tartışılıyor, milletvekilleri de illerine gittiklerinde olası sorulara daha doğru ve emin şekilde bilgi verme imkanı doğsun, milletvekillerimize bir brifing verir misiniz? Ben de hazırlandım. Fakat o gün 10 ilin başkan adayları açıklandı. Bu da epey vakit aldı. Saat 14 gibi de genel kurul çalışmaları başlıyordu, milletvekilleri gruptan çıkıp Genel Kurula gidecekti ve dolayısıyla çok az vakit var. Bana dendi ki "hocam durum böyle, 20 dakikada anlatın." Hatta ben de dedim ki “20 senelik meseleyi 20 dakikada nasıl anlatayım?”. Bir 10 dakika daha verdiler, o 30 dakikada ben hem derdimizi, ne yaptığımızı, ne yapacağımızı, neden yapacağımızı anlatacağım; hem de milletvekillerinden soruları alacağım. Olmaz. Olmuyor. Dolayısıyla " Ya bu akşam Genel Kurul kapandıktan sonra toplanalım veya perşembe sabahı olsun. Perşembe sabahı toplandık ve vaktin elverdiğince anlattım, ne yaptığımızı, ne yapmadığımızı, neyi niçin yaptığımızı...

İkna oldular yani?

Benim şimdi "çok esaslı anlattım ve arkadaşların hepsini ikna ettim" diyecek halim yok haliyle... Ama anladığım kadarıyla arkadaşlar memnun oldular, mutmain oldular, inşallah bu tür kulis dedikodularına mahal vermeyecek şekilde ayrıldılar.

 

Lise mezunu ama yerleşmemiş çocukların hali ne olacak?

 

Birkaç tane üzüm yemek isteyen sahici soru var; dönüşüm halinde ne olacağına dair: 1) Liseden mezun olmuş çocuk ama üniversiteye yerleşememiş. Bu gençler sınava nerede nasıl hazırlanacak? 2) Halk eğitim merkezlerinin eğitimi yeterli olacak mı? 3) Ücretsiz eğitim, paralı eğitime alışmış bünyeler için gayri ciddi gelirse ve devamlılık sorunu çıkarsa?

Sektör temsilcilerimizle yaptığımız son görüşmelerde bunları dile getirdiler. Bizim daha evvel hazırlıklarımızda mezun ama yerleşememiş çocuklar nereye gidecek sorusuna verdiğimiz cevap, halk eğitim merkezleri... 2007 yılında yasaklanan ama şimdi mahkeme kararıyla açtığımız bu merkezlerde kurslar düzenlenecek. Ama sektör temsilcileri "akademik liselerdeki atıl kapasitemizle bu gençlere de eğitim verebiliriz" diyorlar. Ücretle ilgili kısmı psikolojiktir doğru. O yüzden "asgari de olsa bir ücret koyalım, çok bedava olunca bunu değersiz zannediyorlar, bir ücret koyalım" diyenler de var. Bunu tartışıyoruz.

KPSS kursları, dil kurslarının durumu ne?

Onları bağlayan bir şey yok. Aynen devam.

 

Özel okula gönderme kriterimiz

 

Özel okulları değil çocukları finanse edeceğiz, bir çocuğun devlete maliyeti 2 bin beş yüz lira, bu parayı özel okullara vereceğiz diyorsunuz. Bu çocuklar nasıl seçilecek, kriterler ne olacak, yeni bir haksızlık alanı açılmasın sakın?

Özellikle ihtiyaç sahibi ve başarılı çocuklarımızı, yani sınıfında derece yapmış, başarısıyla temayüz etmiş çocuklarımızdan isteyenleri, evinin yakınında var olan özel okullardaki boş kontenjanlara yerleştireceğiz. Bu zaten Hüseyin Çelik Bey döneminde öngörülen çalışmanın devamı.