21 Haziran 2012 20:13
‘2012 Yılı Ekonomi Raporu’nu açıklayan MÜSİAD Genel Başkanı Nail Olpak, “Türkiye’nin 2023 hedefleri doğrultusunda hedeflenen kalkınma düzeyine ulaşması için dikkat etmesi ve aşması gereken eşik, ‘Orta Gelir Tuzağı’dır” dedi. Tayland, Filipinler ve Malezya'yı örnek veren Olpak, Türkiye'nin atacağı adımlara şimdiden dikkat etmesi gerektiğini vurguladı.
MÜSİAD tarafından her yıl hazırlanan ve ekonominin mevcut göstergelerini analiz etmekle kalmayıp, ileriye dönük vizyon çizme özelliği taşıyan MÜSİAD Ekonomi Raporu bir basın toplantısı Genel Başkan Nail Olpak tarafından açıklandı.
Türkiye ekonomisi için, sadece konjonktürel değil, aynı zamanda vizyoner bir tablo çizen ve ve bu konudaki kalite ve tutarlılığını, altını çizdiği kritik temaların gündeme gelmesi ve önemini korumasıyla yıllar boyunca ispatlayan MÜSİAD’ın Ekonomi Raporu bu yıl ‘Orta Gelir Tuzağı’na dikkat çekti.
Raporun tanıtım toplantısında Tayland, Filipinler ve Malezya’dan orta gelir tuzağına kapılmış ülkeler olarak bahseden MÜSİAD Başkanı Nail Olpak, “Bu ülkeler, düşük büyüme hızlarıyla, tabiri caizse, uzun süre yerlerinde patinaj yaparak yerinde saymakta ve adeta bir sarmalın içinde hapsolmuştur. Latin Amerika ve Güneydoğu Asya ülkesinin de bu patinaj tuzağından hala çıkamadığı görülmektedir. Türkiye’nin de, 2004’te girmiş olduğu orta gelir grubundan sıyrılarak bir an evvel 25 bin dolarlık bir hedefe ulaşması ve gelişmiş ülkeler arasına girebilmesi için, birçok ülkenin karşı karşıya kaldığı bu tuzağın farkında ve bilincinde olarak, atacağı adımlara şimdiden dikkat etmesi gerekmektedir” dedi.
Müsatkil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) tarafından hazırlanan ‘2012 Türkiye Ekonomisi Raporu’ Genel Başkan Nail Olpak tarafından Genel Merkez Binası’ndan gerçekleşen bir basın toplantısıyla açıklandı.
Konuşmasına 2011 yılında hazırlanan Ekonomi Raporu’na değinerek başlayan MÜSİAD Başkanı, “Bundan bir sene önce yine sizler aracılığıyla kamuoyuna duyurduğumuz ‘2011 Ekonomi Raporu’muzun ana teması ‘Sürdürülebilir Büyüme İçin Stratejik Dönüşüm’ idi. Kriz sonrasında şaşırtıcı bir şekilde toparlanıp atağa geçen ekonomimizdeki performansın kaybedilmemesi için yepyeni bir strateji izlenmesi gerektiğine inanmaktaydık. Bu bağlamda, üzerinde özellikle durduğumuz dönüşümlerden biri de, teknolojideki gelişim konusuydu. Bu nedenle ‘2011 Ekonomi Raporu’muzun hemen ardından, konunun peşini bırakmayarak, Ar-Ge ve inovasyonda bir hamle ortaya koymak için neler yapılması gerektiğini, ilgili tüm paydaşlarla irdeledik ve ‘Küresel Rekabet İçin Ar- Ge ve İnovasyon’ temasını işleyen araştırma raporumuzu da yayınlandık” dedi.
2011 Ekonomi Raporu’nun temasındaki stratejik dönüşüm konusunun bir başka ayağı olan demokrasi konusuna da eğildikleri söyleyen Nail Olpak, “son dönemde demokrasi cephesinde dönüşümün en kritik simgesi olan, yeni Anayasa ile ilgili olarak, üzerinde toplumsal sorumluluk bilinci dikkatiyle durduğumuz, yoğun bir bilgi ve emek eseri olan ‘MÜSİAD T.C. Yeni Anayasa Önerisi’ni hazırlayıp kamuoyuyla ve karar vericilerle paylaştık” dedi.
“MÜSİAD olarak, ülke kalkınması için, gerek ekonomide, gerekse onu şekillendiren teknoloji ve toplumsal dinamikler açısından ihtiyaç duyulan noktalara parmak basmakla kalmayıp, yol gösterici ve ufuk açıcı çalışmalara imza attık ve atmaya da devam etmekteyiz” diyen Olpak, ‘Bugün de, yeni bir kritik temaya dikkatleri çeken son Ekonomi Raporumuzu sizlerle paylaşmanın mutluluğunu yaşıyoruz’ diyerek raporun takdimine geçti.
Olpak konuşmasına şöyle devam etti:
2012 MÜSİAD Ekonomi Raporu’nda konvansiyonel olarak ele alınan ilk bölümler, geçmiş yıla dair verilerin detaylı bir değerlendirmesini içermektedir. Öncelikle kısaca bu noktaya değinecek olursak, bu bölümlerdeki analizlerin, geçen yıl ifade ettiğimiz olumlu beklentileri çoğunlukla karşılamış olduğunu görmekteyiz. Zira MÜSİAD olarak, 2011 yılı sonu için güzel bir tablo gördüğümüzü net bir şekilde ifade etmiştik.
Bugüne gelindiğinde ise, %8,5 gibi ciddi bir büyüme oranıyla geride bıraktığımız 2011 yılının ardından, içinde bulunduğumuz 2012 yılının oldukça önemli bir dönüm noktası olduğuna inanıyoruz. Nitekim krizin etkilerinin atlatılması ve iki yıl ardı ardına yaşanan yüksek büyümeden sonra, sıra 2023 hedefleri doğrultusunda yeni bir mimari inşa etmeye gelmiştir.
Artık bütün kamuoyu tarafından da kabul edilip, ülkemizin ortak hedefleri haline gelen, 2023 vizyonuna erişmek için önümüzde 11 yıl var. Belki kısa belki de uzun olarak nitelendirebileceğimiz bu dönemin nelere kadir olabileceğini geçen 11 yıla bakarak anlamak mümkün olabilecektir.
2001 yılında, Türkiye’miz, büyük bir krizin içerisine sürüklenmişti. 2001 krizinde, %9,4 küçülen bir ekonomide, %68,5 oranında bir enflasyon, %11,9 oranında bir bütçe açığı, 200 milyar doların altında bir milli gelir ve 3 bin dolar bandında bir kişi başına düşen milli gelire sahiptik. Bugün geldiğimiz noktada ise, bu rakamların tamamen değiştiği bir sahneye şahidiz. Tek hanelere inmiş bir enflasyon, %1 bandına düşmüş bir bütçe açığı oranı, 772 milyar dolara çıkmış bir GSYH ve 10 bin doları aşmış bir kişi başı milli gelir gibi birçok olumlu faktörün oluşturduğu bu tablo, 11 yıllık başarılı ekonomik performansın sonuçları olarak kayda geçmiştir.
Dolayısıyla, geçmişte yakalanan bu başarıya bakıldığında, 2023 hedeflerine giden yolun sonunda bir ışık belirmektedir. Ancak, meşakkatli bir yolculuğun bizi beklediği de bir gerçektir. Çünkü, ülke olarak, 2023 projeksiyonları doğrultusunda 25 bin dolarlık kişi başı milli gelir ve gayrisafi milli hasılası açısından dünyada ilk 10’a giren bir ekonomi hedeflemekteyiz.
Bu çerçevede, küresel ölçekte bir üst sıralamaya girebilen ekonomilerin, dünya gayrisafi hâsılasının en az %2,5’una sahip olduğu gözlenmektedir. Türkiye ise, geldiğimiz nokta itibariyle, şu anda %1,25’lik bir dilime sahiptir. Dolayısıyla, hedefe ulaşmak, mücadeleci ve çetin bir süreci de muhakkak surette beraberinde getirecektir.
Diğer taraftan, ülkemiz dünyada ilk 3’e girecek kadar hızlı bir büyüme sergilerken, bugün global ligin üst sıralarında yer alan gelişmiş ekonomilerin durağan bir seyir izlediği düşünüldüğünde, ortaya çıkan avantajımızın da, bu zorlu süreçte iyi kullanılması gerekmektedir.
Böyle bir ortamda, bir taraftan milli gelirimizi dünya liginde yukarılara tırmandırmayı hedeflerken, bir taraftan da, yüksek gelirli ve gelişmiş ülke statüsüne ulaşma hedefini de birlikte başarabilmeliyiz. Bu hedeflere ulaşma konusunda, MÜSİAD olarak dikkat çekmek istediğimiz ve 2012 Ekonomi Raporumuzun ana temasını oluşturan konu; Orta Gelir Tuzağı’na da bu noktada değinmek yerinde olacaktır.
Orta gelir tuzağı olarak adlandırılan kavram, en basit haliyle, orta gelirli ülke statüsüne kavuşmuş ülkelerin, çok uzun yıllar boyunca bu seviyede kalıp, yüksek gelirli ülke kategorisine geçememesi şeklinde tarif edilebilir. Nitekim bu ülkeler, hızlı bir büyüme ile düşük gelirli ülke olmaktan kurtulmakta, ancak orta gelir düzeyine ulaştıklarında yavaşlamaya başlamaktadırlar.
Sonuç olarak ise, düşük büyüme hızlarıyla, tabiri caizse, uzun süre yerlerinde saymakta ve adeta bir sarmalın içinde hapsolmaktadırlar. Tayland, Filipinler ve Malezya’nın yanı sıra çok sayıda Latin Amerika ve Güneydoğu Asya ülkesinin de bu tuzaktan hala çıkamadığı görülmektedir.
Burada, Türkiye’nin de, orta gelir grubundan sıyrılarak 25 bin dolarlık bir hedefe ulaşması ve gelişmiş ülkeler arasına girebilmesi için, birçok ülkenin karşı karşıya kaldığı bu tuzağın bilincinde hareket edip, atacağı adımlara şimdiden dikkat etmesi gerekmektedir. Bu nedenle, biz MÜSİAD olarak, orta gelir tuzağını, kalkınma yolunda önümüzdeki yeni eşik olarak tanımlamaktayız.
Bu yeni eşiğin aşılması ve şu anda 10 bin bandında olan kişi başına düşen milli gelirin, belirlenen hedefe ulaşabilmesi için kabaca aritmetiksel bir hesap yapıldığında, yüksek bir büyüme ile yola devam etmemiz gerektiği ortaya çıkmaktadır. Son dönem itibariyle Türkiye’nin büyüme hızının ortalama %5’lerde seyrettiği göz önüne alındığında, önümüzdeki dönemde yapmamız gereken hamle, bu hızı artırmamız ve böylelikle bir sonraki çıtayı kısa sürede atlayabilme gücüne ulaşmamız olmalıdır.
Sürdürülebilir yüksek büyümeyi başarabilmek için de, sihirli reçete, verimliliği ve rekabet gücünü artıracak politikalardan geçer. Buna en güzel örnek, orta gelir aşamasını, teknolojiye ve inovasyona yaptığı yatırımlarla kısa sürede aşarak yüksek gelirli ülke statüsüne erişen Güney Kore’dir. Güney Kore örneğinden de anlaşılacağı gibi, ülkemiz için, verimlilik odaklı yeni bir ekonomi mimarisi, tuzağı atlayarak ilerlememiz için en öncelikli çözümdür.
Bu gelişmeler ışığında, 2023 hedefleri doğrultusunda sürdürülebilir büyümeyi sağlamak için; bugün mevcut durumda başarıyla uygulanan, iç pazarı soğutmayan üretim politikası ile tüm dünya pazarlarına ihracatı teşvik eden, yüksek rekabet gücüne dayalı ve cari açık sorununu minimize eden üretim politikalarından oluşan, karma büyüme modeline ısrarla devam edilmelidir.
Sonuç olarak, başarılı bir büyüme modeli için gerekli dinamikleri, makro, mezo ve mikro seviyeler için ayrı ayrı ele almak gerektiğine inanıyoruz.
Özetle, GSYH dinamiklerini irdeleyen; basiretli para politikası, ihtiyatlı finansal regülasyon ve disiplinli mali politikaları içeren makro;
Ekonominin oyuncularını doğrudan etkileyen; üretim politikası, teknoloji politikası, İstihdam politikası, eğitim politikası, yatırım politikası, tasarruf politikalarından oluşan mikro bakışın yanı sıra; Sektörleri de ele alan mezo düzey bir analizle, üçlü (ternary) bir model kurarak, oluşturulacak politikalar, ekonomimizin resmini bir bütün olarak çekmemizi sağlayacaktır. Zaten hedeflenen kalkınma modelinin başarısı da, işte bu 3 seviyeli politikalar arasındaki güçlü ilişkiye sıkı sıkıya bağlıdır. Bu ilişkiyi geliştireceğine inandığımız, orta gelir tuzağını aşmamıza yönelik uygulanması gereken politikaları içeren ve stratejik sektörleri vurgulayan önerilerimizi sizlere Basın bülteni olarak dağıttık.
Bütün bunların yanı sıra, ülkemiz için; içselleşmiş bir istikrar ortamı, bizi daha da ileri götürecek, toplumsal mutabakata dayalı, demokratik ve sivil bir anayasa, yeni bir ekonomik gelecek tasarımı ve eğitim-bilim dönüşümü gibi devasa hamlelerin atılması zamanıdır. Bu adımların başarılı sonuçlara ulaşması için de mutlaka, etik modeller eşliğinde istişareye açık katılımcılığı, şeffaflığı ve hesap verebilirliği içeren çok kaliteli bir yönetişim sürecine ihtiyaç vardır.
MAKRO POLİTİKALAR
Makro boyutta alınan önlemler, piyasaların işleyişini devam ettirmeleri için dengeli ve istikrarlı koşulları sağlamalıdır. İyi bir makroekonomi politikası, büyüme için yeterli şart değildir. Ancak kötü bir makroekonomik politika, ekonomide karamsar sonuçların alınmasına sebep olacağından, makro politikaların şartlara ve hedeflere uygun bir şekilde düzenlenmesi, başarının ilk şartıdır.
1. BASİRETLİ PARA POLİTİKASI
Fiyat İstikrarının Sağlanması
Türkiye’de uzun yıllar boyunca beli kırılamamış olan kronik yüksek enflasyon, son 10 yıllık süreçte, başarıyla dize getirilmiş, 2004 yılı itibariyle tek haneli rakamlar seviyesine düşürülmüştür. Ancak 2011 yılında, yüksek büyüme, emtia fiyatlarındaki artış ve kur etkisi gibi sebeplerle, enflasyon yeniden %10 bandına çıkmıştır. Her ne kadar bu, kısa vadede çok endişe verici bir gelişme olmasa da, alınacak önlemler, önümüzdeki dönemde yeniden tek haneli enflasyon seviyelerine dönebilmek açısından önem taşımaktadır.
2. İHTİYATLI FİNANSAL REGÜLASYON
Pro-aktif Rol ve Finansal İstikrarın Sağlanması
TCMB’nin, duruma göre şekillenen esnek para politikasıyla, pro-aktif rolünü bir müddet daha devam ettirmesi önem taşımaktadır. Bu bağlamda, döviz/TL piyasalarında derinliği (işlem hacmini) arttırarak dalgalanmaları azaltmak ve piyasa aktörlerinin daha sağlıklı karar vermelerini sağlamak ele alınması gereken konulardan biri olmalıdır.
Döviz Pozisyonu Açıklarının Azaltılması
Türkiye’de reel sektördeki firmaların 2011 son çeyreğindeki net döviz pozisyonları 93,5 milyar dolar olarak kaydedilmiştir. Öte yandan, kısa vadeli net döviz açığı ise 16,2 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Düşük olmadığı görülen bu kısa vadeli döviz açığı ise, kur üzerinde bir baskı oluşturmaktadır. Bu nedenle, finansal istikrar açısından, açığın orta vadeli finansmanlarla giderilmesine yönelik çalışmalar önem taşımaktadır.
3. DİSİPLİNLİ MALİ POLİTİKA
Krizden çıkış sonrasında, gerek 2010 gerekse 2011 yıllarında Türkiye ekonomisinin mali disiplinden taviz vermediği finansal veriler ışığında açıkça görülmektedir. Nitekim bütçe açığının milli gelire oranı 2011 senesinde Maastricht Kriteri olan %3’ün oldukça altında, % 1,3 seviyesinde gerçekleşmiştir. Özellikle de, Yunanistan, İspanya gibi AB ülkeleri halen ekonomik krizle boğuşurken Türkiye’nin mali disiplinden taviz vermemesi oldukça önemlidir. Zira gelecekte güçlü bir ekonomiye sahip olabilmek için sağlam bir kamu maliyesine ihtiyaç vardır.
Ek Gelir Kaynakları ve Kayıtdışı Ekonomiyle Mücadele
Türkiye ekonomisinde, tasarruf oranının yükseltilmesi esastır. Tasarruflar ise, kamu ve özel olmak üzere iki kaynaktan sağlanmaktadır. Bu bağlamda, maliye politikasının ana gayelerinden biri de, kamu tasarruflarının arttırılması olmalıdır. Bu ise, vergiler dışında sağlam ilave gelir kaynakları yaratarak mümkün olacaktır. Vergi hasılatının, sadece içinde bulunulan dönemde değil, uzun vadeli olarak yüksek seviyelerde tutulabilmesi için, kayıtdışı ekonomiyle mücadelenin önemli araçlardan biri olarak kullanılmaya devam edilmesi önem taşımaktadır.
MİKRO POLİTİKALAR
Mikro politikalar, benimsenecek kalkınma modelinde, üretimden eğitime, işgücünden teknolojiye, birçok dinamiği içinde barındırması hasebiyle, kritik bir önemi haizdir.
1. ÜRETİM POLİTİKASI
Türkiye’nin bundan sonra benimseyeceği büyüme modelinde, ihracat önemli bir yer tutmalıdır. İhracat, Türkiye’nin 2011 yılı itibariyle oldukça sağlam bir duruş sergileyen ekonomisinin, hemen hemen tek önemsenecek problemi olan cari açık sorununun çözümünde de kritik bir rol oynayacaktır. Bu sebeple, üretimde ihracata yönelik bir strateji oluşturulması önem arz etmektedir. İhracata Yönelik Üretim Teşviki, İhracatta Ürün Çeşitliliği, İhracatta Pazar Çeşitliliği, İthalattaki Yapısal Sorunların Çözümü bu politikanın daha da başarılı olması için atılması gereken başlıca adımlar olmalıdır.
2. TEKNOLOJİ POLİTİKASI
Ar-Ge Desteklerinin Etkinliği
Ar-Ge yatırım desteklerinin arttırılmasının ve stratejik bir planlama çerçevesinde basamaklar halinde gerçekleştirilmesinin ne denli önemli olduğu açıktır. Nisan 2012’de açıklanan teşvik programı da, bu anlamda çözüme yönelik atılmış uzun vadeli önemli bir adımdır. Kaynakların etkin bir şekilde kullanılması ve rekabet gücünün bir an evvel arttırılması amacıyla, desteklerin, özellikle, göreceli üstünlük sağlanabilecek ve hızlı sonuç alınacak alanlarda, daha yoğun bir şekilde sunulması akılcı bir yaklaşım olacaktır.
Teknolojik Altyapının Geliştirilmesi ve Teknoloji Avcıları Modeli
Küresel rekabette daha güçlü daha etkin olmak için sermayenin üretime katkısını mümkün olabildiğince arttırmak gerekmektedir. KOBİ’lerin yeni iş ve istihdam alanları yaratan yenilikçi teknoloji, zekâ ürünleri ve endüstriyel tasarım çalışmaları teknik ve mali olarak desteklenmelidir. KOSGEB, Kalkınma Ajansları, Patent Enstitüsü tarafından bu destekler geliştirilmeli ve etkinliğinin ölçülebildiği bir süreç yönetimi ile ortaya konmalıdır. Bu denetimlerin yanı sıra “teknoloji avcıları” yetiştirilmeli ve desteklenmelidir. Anadolu’nun birçok yerinde, ihtiyaçlar doğrultusunda geliştirilmiş birçok yenilikçi ürün, bilgisizlikten ve imkânsızlıktan gün yüzüne çıkamamaktadır. KOBİ’lerin geliştirdikleri bu tip yenilikçi yaklaşımları ortaya çıkaracak bir model kurularak tüm kalkınma ajansları tarafından koordinasyonu yapılmalıdır.
3. İSTİHDAM POLİTİKASI
Türkiye’de işsizliğin daha da düşük seviyelere çekilmesinin yanı sıra, işgücüne katılımın arttırılması ve istihdam piyasalarında verimlilik ve kaliteden verilen ödün konusunda çalışmaların yapılması, önümüzdeki dönemde izlenecek istihdam stratejisinin ana hatlarını oluşturmalıdır. İşgücüne Katılım Oranının Yükseltilmesi, İşgücü Piyasalarındaki Katılıkların Giderilmesi, İşgücü Verimliliğinin Arttırılması ve İş Güvenliği Yasalarının Revize Edilmesi istihdam politikaların başarıya ulaşması adına önemli adımlardır.
4. EĞİTİM POLİTİKASI
Türkiye’deki eğitim sistemi uzun bir süre sorgulanmış ve gerekli düzenlemelerin hayata geçirilmesi konusu defalarca dile getirilmiştir. İşte bu noktada uzun süredir beklenen ve 2012 yılı başında açıklanan 4+4+4 olarak adlandırılan Eğitim Reformu, bu konuya ilişkin ihtiyaçların bir bölümüne cevap vererek, stratejik dönüşümün başladığının müjdecisi olmuştur. Bu bağlamda, kanun değişikliklerinin ne zaman uygulamaya geçeceği ile ilgili süreçlerin belirlenmesi ve toplumun bu konuda net bir şekilde ve zamanında bilgilendirilmesi ihmal edilmemelidir. Bu bağlamda, Eğitimin Düşündürmeye Yönelik Olması, Eğitimin Çok Yönlü ve Sürekli Olması, Eğitimin Piyasa İhtiyaçlarına Uyum Sağlaması son derece önemli dönüşüm stratejileridir.
5. YATIRIM POLİTİKASI
Gerek özel gerekse kamu sektörü tarafından gerçekleştirilen yatırımlar, büyümenin en önemli faktörleri arasında yer almaktadır. Bununla birlikte, özellikle uzun vadeli olan yabancı kaynaklı direk yatırımları, ülkeye çekmek için de çalışmalar hızlandırılmalıdır. Bu kapsamda, Yatırım Ortamının İyileştirilmesi, Yatırım İmkanlarının Tanıtımının Etkinleştirilmesi, son dönemde yine yaygın bir şekilde anılan “Kamu – Özel Sektör İşbirliği” (PPP) modelinin etkin bir şekilde kullanılması için hukuki altyapısının tamamlanması gerekmektedir. Bunun yanı sıra, yatırımcının önünü açacak olan Özel Ekonomik Bölgelerin Desteklenmesi ve Hayata Geçirilmesi, KOSGEB Destekleri Ödemelerinin Belli Bir Takvime Bağlanması önemli adımlardır.
Yine bu kapsamda, büyük projelerin ihalelerinde yaşanan sıkıntılardan hareketle, alt ve üst yapı ihalelerinden sorumlu olacak merkezi bir ihale birimi ihdas edilmeli, şartnameden imzaya kadar uzanan süreci bu merkez yürütmelidir. Bu sayede, projelerden elde edilen tecrübe bir havuzda toplanacak ve bu konuda kamu kısa zamanda kendisini geliştirecektir. Bunun yanı sıra, ihaleye ilişkin süreçlerin daha şeffaf, paylaşılabilir ve hesap verilebilir bir şekilde yürütülmesi de sağlanmış olacaktır. Yatırımları arttırmak amacıyla, KOBİ’lere Yönelik Finansman Derinliğinin Genişletilmesi, Yatırım ve girişim hedefiyle projesi bulunan girişimcilerin desteklenmesi modeli olan girişim sermayesi modelinin bankalar tarafından aktif olarak uygulanması ekonomiye dinamizm getirecektir.
6. TASARRUF POLİTİKASI
Cari açık problemiyle ilgili alınacak birincil önemi haiz önlemlerden biri de, yurtiçi tasarrufların arttırılmasıdır. Zira Türkiye’de tasarruf oranı oldukça düşük seviyelerde gerçekleşmekte ve yatırımları karşılayamamaktadır. Bu da, dış finansman ihtiyacını beraberinde getirmektedir. Tüketimi cazip hale getiren bir finansal yapı yerine, yatırım araçlarının sayısının arttırılması ve finansal sisteme olan güveni arttırmaya yönelik çabaların çoğaltılması gerekmektedir. Bu çalışmalar, ayrıca, Türkiye’de halk arasında gayrimenkule yönelik olan yatırım felsefesinin değiştirilmesi yönünde de hizmet etmelidir.
MEZO (SEKTÖREL) POLİTİKALAR
MÜSİAD, gerek iktisadi araştırmaları neticesinde ulaştığı sonuçlar, gerekse içinde bulunduğu iş dünyasında yaptığı yakın gözlemler ve değerlendirmeler neticesinde, 2012 ve sonrası geliştirilecek büyüme stratejisi kapsamında, gerek kalkınma gerekse cari açığı azaltma açısından, belli başlı sektörlerin birincil öncelikle ele alınması gerektiğine inanmaktadır.
1. MAKİNE SEKTÖRÜ
Makine Sektörünün Stratejik Sektör Kabul Edilmesi
Oluşturduğu yüksek katma değer ve tüm sektörlerin gelişimine sağladığı katkı nedeniyle, makine sektörü stratejik bir sektör olarak belirlenmelidir. Bu bağlamda, devlet yardımları konusunda makine sektörüne pozitif ayrımcılık yapılması ve sektörün özel statüde değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yerli Makine Alımının Teşviki
Makine alımlarında, özellikle kamu alımlarında, yerli makineler tercih edilmeli, bununla ilgili teşvik edici bir düzenlemeye gidilmelidir. Nitekim kamu alımlarında yerli firmalara öncelik verilmesi, en azından eşit rekabet şansı sağlanması, yerli imalatçılara önemli bir motivasyon ve rekabet gücünü arttırıcı imkan sağlarken, kamu kuruluşlarına da tasarruf imkânı doğuracaktır. 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 63. maddesi “Kamu alımlarında bütün yerli istekliler lehine % 15 oranına kadar fiyat avantajı sağlanmasına” imkân vermektedir. Buradan hareketle uygulamayı etkin kılıcı mevzuat düzenlemelerine ve uygulamalarına süratle gidilmelidir.
Kullanılmış Makinelere İlişkin İthalat ve Piyasa Denetim Gözetimi
Kullanılmış makinelerin de tıpkı yeni makineler gibi ilgili teknik mevzuata uyması gerektiği göz önüne alınarak, Piyasa Gözetimi ve Denetimi (PGD) çalışmaları yoğunlaştırılmalıdır. Sektör, bu bağlamda, ilgili kural ve düzenlemelere tam uyum sağlamadığı halde CE işareti konularak bazı ülkelerden ithal edilen ve bu nedenle de fiyatı düşük olan makinelerin haksız rekabeti ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu nedenle, daha etkin piyasa denetimi yapılması gerekmektedir. Uzakdoğu rekabetine karşı korumacılık ve haksız rekabet ilkelerinin harekete geçirilmesi, piyasa gözetim ve denetim mekanizmalarına işlerlik kazandırılması, sektörün selameti açısından zorunludur.
KDV Probleminin Çözülmesi
Makine alım ve satımlarında KDV oranı bazı makine çeşitleri için %8 olarak uygulanmaktadır. Bu oran, bütün yerli makinelerde uygulanmalı ve böylelikle yerli makine alımı teşvik edilmelidir. Leasing yolunun kullanıldığı makine alımlarında yerli makinelerin KDV oranı eskiden olduğu gibi %1 olarak uygulanmalıdır. Leasing veya teşvik kapsamında %1 KDV ile satış yapan üretici üretimde kullandığı malzemeleri yine %1 KDV ile alabilmelidir.
2. BİLİŞİM SEKTÖRÜ
Bilişimde Üretici Olmak
Türkiye, cep telefonu ve bilgisayar başta olmak üzere, birçok bilgi ve iletişim teknolojisi ürününü yurtdışından ithal etmekte ve toplumun bu ürünlere olan yüksek talebi nedeniyle de, bu ürünler, ithalatta önemli bir yer tutmaktadır. Cari açığı körükleyen bu durumu kontrol altına alabilmek için, Türkiye’de de bu ürünlerin bir kısmının üretilmesiyle ilgili hamleler yapılmalıdır. Bu nedenle, bilişim sektöründe yerli üretimin teşvikine yönelik tedbirler aciliyet taşımaktadır.
Yazılımın Stratejik Sektör Kabul Edilmesi
Bilişim yazılımı, gerek sanayi gerekse hizmetler alanındaki birçok sektörde kullanıldığı için, sektörler arası bir role sahiptir. Bir başka deyişle, yazılım sektörünün gelişimi, diğer sektörlerin de gelişimi üzerinde etkili olmaktadır. Dolayısıyla, ekonominin genelinde böylesine kritik bir etkiye sahip yazılım sektörünün, stratejik sektör olarak kabul edilmesi önem taşımaktadır. Bu çerçevede, stratejik önemi ortada olan bilişim yazılımında, Türkiye’nin ithalatçı ülke statüsünden kurtulması için yerli firmalara sahip çıkılmalıdır.
Kamunun Özel Sektöre Desteği
Yukarıda bahsi geçen hususlar çerçevesinde, kamu kuruluşlarının bilişim sektörüyle ilgili ihtiyaçlarını, yerli firmalardan karşılamaya çalışması, Türkiye’de sektörün gelişimini destekleyecek eylem planının en önemli parçalarından biri olacaktır. Bu bağlamda, kamu sektörü, bilişim alanında özel sektörle, rekabetçi değil, birbirini bütünleyici yönde bir tutum sergilemelidir.
Teknoloji Eğitiminin Yaygınlaşması
Bireylere, teknolojinin toplumsal sistemle olan ilişkisini göstermek için yapılacak çalışmalar, kalkınma yolunda atılacak adımlardan biridir. Teknoloji okur-yazarlığını arttırmak olarak tanımlanan bu faaliyetlere erken eğitim kademelerinde başlanması önem taşımaktadır. Bu kapsamda, okullarda bilgi teknolojileri sınıfları açma yönünde çalışmalar yapılmalıdır.
Ayrıca, bilişim alanında sertifika programlarının yaygınlaştırılmasını kolaylaştıracak altyapı düzenlemelerine ihtiyaç duyulmaktadır. Yüksek öğrenim düzeyinde ise, her ülkenin olduğu gibi, Türkiye’nin de kalkınmasında büyük rol oynayacak bilgi teknolojileri mühendisliğinin üzerinde durulmalıdır.
3. ENERJİ SEKTÖRÜ
Ülkemizin en önemli ithal kalemlerinden olan petrokimyasalların yerli üretimine yönelik hamleler yapılmalıdır. Bu bağlamda, PETKİM gibi petrokimya tesisleri kurulmalı mevcut rafineri potansiyeli en az iki katına çıkarılmalıdır.
Kömürün Değerlendirilmesi
Kömür ürünleri ithalatı da, önceki yıllara göre azalma gösterse de, enerji kalemleri arasında küçümsenemeyecek bir yer tutmaktadır. Hâlbuki ülkemiz, kömür bakımından zengin sayılabilecek kaynaklara sahiptir. Bu kaynakların ancak %37 gibi yetersiz bir bölümü değerlendirilmektedir. Bu nedenle, gerek kömür ithalatını daha da azaltmak, gerekse kömürü alternatif bir enerji kaynağı olarak kullanmak için, mevcut kömür rezervlerinin tespiti, değerlendirilmesi ve en önemlisi de verimli hale getirilmesi, enerji alanında dışa bağımlılığımızı azaltmak için atılacak adımlardan biri olmalıdır.
Nükleer Santrallerin Kurulması
Sürekli ve çevre dostu bir enerji kaynağı olarak, nükleer enerji santrallerinin kurulması aşamasında sürecin hızlandırılması gerekmektedir. Nükleer santraller, Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığının azalması ve enerji güvenlik arzının sağlanması için bir alternatif değil kaçınılmaz bir çözüm kaynağıdır. Bu nedenle, Akkuyu’da ve Sinop’ta kurulması planlanan santral çalışmaları hız kazanmalıdır.
Enerjide Ar-Ge Çalışmalarının Arttırılması
Büyüme hedefleri çerçevesinde, önümüzdeki dönemde, enerjiye olan ihtiyaç da şüphesiz büyüyecektir. Bu nedenle, kaynakların arttırılmasının yanı sıra, bilgi yoğun bir enerji sektörüne de sahip olmak gerekmektedir. Türkiye’de GSYH’den enerji Ar-Ge’sine ayrılan pay yüz binde 1,5 gibi oldukça düşük bir oranda gerçekleşmektedir. Oysa bu oran, gelişmiş ülkelerde yüz binde 30 ila 80 arasında değişmektedir. Dolayısıyla, Ar-Ge çalışmalarına ayrılan payın artırılması gerektiği ortadadır. Bunun yanı sıra, yabancı enerji firmalarının Ar-Ge merkezlerinin Türkiye’ye çekilmesi konusunda adımlar atılmalıdır.
Enerjinin Verimli Kullanılması
Enerji çeşitliliğiyle ilgili yapılacak planların yanı sıra, mevcut enerjiyi verimli ve tasarruflu bir şekilde nasıl tüketmek gerektiğine yönelik olarak, tüketiciler ve üreticiler bilinçlendirilmelidir. Yine bu bağlamda, endüstriyel kalite standartları geliştirilmeli ve denetleyici düzenlemeler yapılmalıdır.
Ayrıca gerek ithal edilerek, gerekse yerli kaynaklardan üretilerek elde edilen enerjinin en verimli bir şekilde kullanılması ve tüketimde de tasarruf edilmesi yönünde bilinçlendirme çalışmaları yapılmalı, her birey küçük yaşlardan itibaren bu bilinçle yetiştirilmelidir. Aynı zamanda ülkemizde binaların çoğunluğunun yalıtımsız olduğu düşünüldüğünde, bu alanda uygulanacak teşviklerin hem iş imkânı oluşturacağı hem de sağlanacak tasarrufla cari açığın düşürülmesinde önemli bir katkı sağlayacağı unutulmamalıdır.
4. OTOMOTİV SEKTÖRÜ
Markalaşmanın Öncelikli Hedef Olması
Türkiye, otomotiv sanayisi gelişmiş olmakla birlikte, kendi milli markası olmayan tek ülke durumundadır. Pazar koşulları ve mevcut yan sanayi, markalı araç üretilmesi konusunda yeterli kapasiteye sahip olunduğunu göstermektedir. Türkiye, bu konuda konvansiyonel araçlardan ziyade, bugün dünya ile aynı seviyede olduğu elektrikli araç üretiminde daha rahat bir şekilde yerli marka oluşturabilir. Bu proje, başka ülkelerin yaptığı gibi, milli bir proje olarak benimsenmeli ve gerekli her türlü destek sağlanmalıdır. Zira bu alan, bugün için ülkemiz adına bir fırsattır ve bu fırsat kaçırılmamalıdır. Bununla birlikte, sadece araç üretimi konusunda değil, aksam ve parça üretiminde de, sektör oldukça gelişmiş olduğu halde, markalaşmada oldukça geri durumdadır. Bu nedenle, yedek parça üretiminde patentli, markalı ve faydalı ürün geliştirmeye önem verilmeli, ihracat yapılan ülkelerde marka ve tasarım tescilleri için yönlendirmeler yapılmalıdır.
Sektöre Kalifiye Eleman Yetiştirilmesi
Sektörün en önemli ihtiyaçlarından olan vasıflı eleman yetiştirilmesine yönelik çalışmalar yoğunlaştırılmalıdır. Bu bağlamda, hızlı gelişen teknolojiye uygun mesleki eğitim yapılmalıdır. Hatta sektöre özel mesleki eğitim kurumlarının kurulması da, bir çözüm alternatifi olarak ele alınmalıdır.
Strateji Belgesi’nin Takibi
Otomotiv Sanayi Strateji Belgesi, otomotiv sektöründe rekabeti artırmak adına önemli bir hamle olmuştur. Bununla birlikte, belgede ortaya konan hedeflerin gerçekleşme durumu dönemsel olarak incelenmeli ve sektörle paylaşılmalıdır.
5. İNŞAAT SEKTÖRÜ
Yetkinlik Belgesi Sisteminin Etkin Uygulanması
2012 yılı başında devreye giren ve müteahhitlerin yetkinlik belgesi, ustaların da şeflik belgesi almasını mecburi hale getiren düzenleme oldukça sevindiricidir. Bundan sonra yapılması gereken, bu önemli hamlenin uygulamadaki takibinin etkin bir şekilde yapılması olmalıdır. Ancak bu sayede, Türkiye, daha güvenli, sağlıklı ve kaliteli yapılara kavuşacaktır.
Teminat Mektubu Sorununun Giderilmesi
Yurtdışında müteahhitlik hizmeti veren Türk firmaları, birçok ihaleyi kazanmalarına rağmen, teminat mektubu alamadıklarından dolayı sözleşmeleri gerçekleştirememektedirler. Bu firmaların, başarı gösterebilecekleri yabancı pazarlarda etkinliklerini artırmak için desteklenmeleri önemlidir. Bu bağlamda, yönetmelikte, oran indirimine gidilmesi konusu, sektörün global anlamda genişlemesi açısından ciddi bir şekilde ele alınmalıdır.
Yurtdışı Müteahhitlik Hizmetlerinin Desteklenmesi
Türk inşaat sektörü, engin bilgi ve tecrübesiyle, adım attığı birçok ülkede başarılı projelere imza atmakta ve giderek büyümektedir. Bununla birlikte, girişimci ruha sahip inşaat firmalarının, politik risk taşıyan veya az gelişmiş ülkelerde de yoğun bir şekilde faaliyet gösterdikleri bilinmektedir. Bu nedenle, yatırım uğruna risk alan bu firmaların, devlet tarafından korunması ve desteklenmesi oldukça anlamlı olacaktır. Bu bağlamda, bu şirketleri risklere karşı koruma altına alacak bir sigorta sisteminin dizayn edilmesi üzerinde düşünülmesi gereken hususlar arasında yer almaktadır.
6. TURİZM SEKTÖRÜ
Turizm Envanterinin Etkin Kullanılması
Turizm varlıklarımızı etkin bir şekilde kullanmak ve böylelikle gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında yapılacak tanıtımlara yön vermek maksadıyla, tarihi, kültürel ve doğal varlıkları içeren envanter kapsamında bu bölgelere turist ve turizm yatırımı çekebilmek için özel çalışmalar yapılmalıdır.
İç Turizmin Geliştirilmesi
Yabancı turistlerin yanı sıra, yerli turistlerin de, ülkemizin doğal ve kültürel değerlerini tanıyıp sevmesine yönelik çalışmalar yoğun bir şekilde yapılmalıdır. Yerli turistlerin bu şekilde özendirilerek yurtiçi turizmin arttırılması, özellikle az gelişmiş bölgelerde ekonomiye önemli katkılar sağlayacaktır. Bu nedenle, konuyla ilgili gerek özel ve kamu kurumlarının gerekse STK’ların işbirliği içinde çalışması önem arz etmektedir.
Turizm Yatırımlarının Özendirilmesi
Yerli ve yabancı yatırımcıların, turizm sektörüne çekilmesine yönelik politikalar, sektörün sağlam bir geleceğe sahip olması için atılacak kritik adımlar arasında gelmektedir. Bu bağlamda, yatırımcılara finansal teşvikler veya avantajlar sağlanmasının yanı sıra, bu konuda bürokratik engellerin de kaldırılması gerekmektedir.
7. SAĞLIK SEKTÖRÜ
Özel Sektörün Teşvik Edilmesi
Hastane ve tıp merkezlerinin kaliteli sağlık hizmeti üretimini zayıflatacak seviyeye inen mevcut Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) kapsamındaki fiyatların arttırılarak ya da alternatif finans yöntemleri sunularak, sektörün hizmet kalitesinden ödün vermemesi sağlanmalıdır.
Yerli Üretim Teşviki ve Sağlık Vadisi
Ülkemizde, ilaç ve tıbbi cihaz ithali ihmal edilmeyecek seviyelerde gerçekleşmektedir. Bu nedenle, ilaç ve tıbbi cihaz stratejik ürünler olarak kabul edilmeli ve bunların yerli üretimi desteklenerek, bu alanda yatırımın güçlendirilmesi için ortak girişimler teşvik edilmelidir. Hatta bu konuda, Türkiye’nin bölgesel üretim üssü olması için çalışmalar yapılmalıdır. Bu bağlamda, atılacak en önemli adım daha önce Çatalca’da kurulması düşünülen sağlık vadisinin ivedilikle hayata geçirilmesi olacaktır.
Sektörde İnovasyon ve Teknolojinin Hâkim Kılınması
Türkiye sağlık sektörü, gerek nüfus artışı gerekse sağlık sigortası kapsamının yaygınlaştırılması sonucu giderek artan sağlık hizmet talebinin yanı sıra, coğrafi açıdan dünya pazarlarına yakınlığı açısından da, yenilikçi ürün ve hizmetler için önemli bir talep kaynağıdır. Bu nedenle, sektörde inovasyon için, tıp, biyomedikal, nanoteknoloji, elektronik, mekanik, fizik, malzeme ve yazılım mühendisliği alanlarında deneyim sahibi insan gücüne ihtiyaç vardır. Bu minvalde, ihtiyaç duyulan insan gücünün tespiti için sektörel bilgi ve yetkinlik değerlendirmesi yapılmalı, lisans ve lisansüstü eğitim ve müfredat planlaması bu doğrultuda yapılandırılmalı ve tersine beyin göçü teşvik edilmelidir.
Yerli Cihaz Alımlarının Teşviki
Özellikle Sağlık Kentleri Projesi kapsamında, kamu-özel ortaklığı modeliyle inşa edilecek olan hastanelerin mal ve hizmet alımlarında proje ortağı özel şirketin, tüm tıbbi cihaz ihtiyacını uluslararası piyasadan sağlamasını engelleyecek hususların kamu ile imzalanan sözleşmede yer alması yerinde bir karar olacaktır.
8. GIDA VE TARIM SEKTÖRÜ
Mikro Havzalardaki Tıbbi, Besi, Lezzet, Aromatik ve Baharat Değeri Olan Endemik Bitkilerin Ekonomiye Kazandırılması
Bunun için, Coğrafi İşaretler ve Mahreç Kanunu çıkarılmalı, cırgalan biberi, yamula patlıcanı, hisar domatesi, kam kavunu ve uzun elma gibi nitelikli endemik tohumların bulunduğu mikro havzalar koruma altına alınmalıdır. Ayrıca, bu ürünler için özel sertifikalandırma yapılmalı, özel teşvik verilmeli ve ‘fonksiyonel gıdalar’ adı ile ayrı bir ürün konsepti oluşturulmalı, konvansiyonel pazar dışında özel bir pazar oluşturulmalıdır. Bu teşvik, biyolojik çeşitliliğin korunmasını ve kırsal kalkınmayı sağlayacak, yeni ihracat kalemleri oluşturacak, şehirlere hızlı göçü az da olsa engelleyecektir.
Sektörün, GDO ve Zararlı Katkıların Olumsuz Etkisinden Arındırılması
Gıda sektörünün GDO ve zararlı katkıların etkisinden kurtarılması için, Bakanlığın güvenilir paydaşlarından, otoriter kurum ve bilim adamlarından, STK’lardan destek alarak bilgilendirme çalışmaları yapılmalı, tüketici aydınlatılmalıdır. Yine bu bağlamda, gıdaların, tohumdan tabağa kadar üretim, taşıma, depolama gibi her aşamasında bütün kritik noktalarda sıkı bir denetim yapılması gerekmektedir. Taklit ve tağşiş uygulaması, tüketici açısından oldukça mühim olmakla birlikte, işletme ve stoklarda daha sıkı denetimler yapılarak, yani HACCP gıda güvenlik sistemini daha etkin uygulayarak tüketim öncesi tedbirlerin alınması ve caydırıcılığın sağlanması, işletmeleri yaralamadan, markaların değerini düşürmeden sektörün daha hızlı gelişmesini sağlayacaktır.
© Tüm hakları saklıdır.