Gündem

"Murat ve arkadaşları bu söyleşiyi okuyanlar da dâhil, hepimiz için ödüyor bu bedeli; cesaretle, korkusuzca"

Eylem Türk Sabuncu: Bu davanın hiçbir tarafında, ‘mantık’ ve ‘makul’ bir yön yok...

17 Aralık 2017 22:09

Silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte yardım etme' ve 'hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanmakla' suçlamasıyla 43 yıl hapis istemiyle yargılanan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu'nun eşi Eylem Türk Sabunucu,  asıl yargılananın gazetecilik mesleği olduğunu ifade ederek, "Murat ve arkadaşları, Silivri’de demokrasi nöbeti tutuyor. Halkın haber alma hakkının arkasında dimdik duruyorlar. Bu yüzden kendi içimde bu süreci bir trajediymiş gibi hiç algılamadım. Murat bir bedel ödüyor. Aslında bu söyleşiyi okuyanlar da dâhil, hepimiz için ödüyor bu bedeli. Cesaretle, korkusuzca..." dedi.

Davanın hiçbir tarafında 'mantık' ve 'makul' bir yön olmadığını belirten Sabuncu, "Bu davanın hiçbir tarafında, ‘mantık’ ve ‘makul’ bir yön yok. Bu iddianame çökmüştür. Tahliye için çok ama çok geç kalındı. Yargı, artık bu çökmüş iddianamenin arkasında durmaktan vazgeçmeli! Bu dava, şimdiden Türkiye demokrasisinin kara lekelerinden biri haline geldi" ifadesini kullandı.

Cumhuriyet gazetesi davasında, 'silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte yardım etme' ve 'hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanmakla' suçlamasıyla 43 yıl hapis istemiyle yargılanan Cumhuriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay'ın eşi Adalet Dinamit, 14 aylık ayrılığın verdiği yıpranmışlığın tarifinin yapılamayacağını belirterek, "Bir sürü duyguyu aynı anda yaşıyorsunuz. İnsanın içini oyan bir ayrılık acısı, kahredici bir üzüntü, ölesiye bir özlem, yakıcı bir öfke, kızgınlık. Ama sonra her duruşmada, insanın içini ısıtan o gülüşünü görmek. Haklılığın getirdiği o sakin ve dik duruş, müthiş gurur veriyor. " dedi.

Savcının tek bir somut delil sunamadığı halde eşinin 14 aydır tutuklu olduğunu belirten Adalet Dinamit,  "Tek bir somut delil sunulmadığı halde eşim 14 aydır tutuklu. Akıl ve mantıkla açıklanır bir yanı yok. Aklımızı yitirmediğimize şükrediyoruz" ifadesini kullandı.

Hürriyet gazetesi yazarı Ayşe Arman'ın "Peki aranızdaki sevgi katlanarak büyüdü mü?" sorusuna Dinamit,  "Akın, ona ziyarete giden bir milletvekili arkadaşımıza, 'Ben Adalet’ten üç günden fazla hiç ayrı kalmamıştım. Onu çok özlüyorum. Eşime özlem ve insan sesine hasretlik dışında bir sıkıntım yok!' demiş. Bu süreç, bana ne kadar doğru bir adamla birlikte olduğumu bir kez daha kanıtladı. Evet, ona düşündüğümden daha fazla âşık olduğumu hissettim bu süreçte" yanıtını verdi.

Ayşe Arman'ın Hürriyet gazetesi için Eylem Türk Sabuncu ve Adalet Dinamit ile yaptığı "Bu cesur kadınlara ancak şapka çıkarılır!" başlığıyla yayımlanan söyleşisi (17 Aralık 2017) şöyle:

Bu dava, mahkeme salonunda “Hak, hukuk, adalet” sloganlarıyla protesto edilen dava... Türkiye’nin nefesini tutarak izlediği dava... Gazetecilerin değil, gazeteciliğin yargılandığı dava... Bir sonraki duruşma, 25-26 Aralık’ta...

Duruşma öncesi, Cumhuriyet İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ın eşi Adalet Dinamit ve Cumhuriyet Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu’nun eşi Eylem Türk Sabuncu’yla konuştum.

Böyle cesur kadınlara ancak şapka çıkarılır!

Ara ara gözlerimin dolduğu şeyler anlattılar.

Evet, beklemedeler ve beklemek zor ama çok dirayetli ve güçlüler, tıpkı içerideki eşleri gibi. Güçlerini de haklılıklarından aldıklarını söylüyorlar. Önümüzdeki günlerde iyi haberler almak dileğiyle...

Cumhuriyet davasında sanıklar, 'silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte yardım etme' ve 'hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanmakla' yargılanıyor, 43 yıla kadar hapisleri isteniyor.

Adalet Dinamit

Eşiniz, Cumhuriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay. 14 aydır ayrısınız. Dile kolay ama... Akla ve kalbe ziyan değil mi? Ne haldesiniz?

- İyi olduğumuzu söylemek mümkün değil. Çünkü yaşadıklarımız inanılır gibi değil. Toplumca akıl tutulması yaşıyoruz!

Tahliye beklemek ve hayalkırıklığı yaşamak... Ummak ve yanılmak... Üstelik her defasında... Ne kadar hırpalandınız bu 14 ayda?

- Çoook. Tarifi yok. Bir sürü duyguyu aynı anda yaşıyorsunuz. İnsanın içini oyan bir ayrılık acısı, kahredici bir üzüntü, ölesiye bir özlem, yakıcı bir öfke, kızgınlık... Ama sonra her duruşmada, insanın içini ısıtan o gülüşünü görmek... Haklılığın getirdiği o sakin ve dik duruş, müthiş gurur veriyor. Hüzün de aynı zamanda. Karmaşık ve anlatılması zor duygular. Ama maalesef bu ülkede, bu korkunç acıları yaşamak neredeyse olağanlaştı. Biz aslında toplumsal meselelere duyarlı, sıradan insanlarız. Tek suçumuz hakka, hukuka, adalete, demokrasiye, basın özgürlüğüne olan inancımız ve bu değerleri yaşamımızda var etmeye çalışmamız.

En çok ne öğrendiniz bu süreçte?

Öfkemi kontrol etmeyi ve sabretmeyi. Haklı olmak kadar, haklı kalmak için de kendinizi zorlamak durumundasınız. Avazınız çıktığı kadar bağırmak istiyorsunuz ama bağıramıyorsunuz. Kendinizi sürekli kontrol etmek durumdasınız. Kolay değil. Hatta çok zor. Ama bir şekilde öğreniyor insan.

Sürece lanet okuduğunuz oldu mu?

- Hayır, kontrollü oluyorsun. Her celse, bir kere daha hukuka inanmak istiyorsun. “Bu ülkenin korkusuz, sağduyulu, hukuku her şeyin üstünde tutan yargıçları, savcıları var!” diyorsun. Ama maalesef her celsenin sonunda büyük bir hayalkırıklığıyla evine dönüyorsun!

Bu davadaki bazı gazeteciler serbest bırakıldı. Ama sizinkiler içeride. Sizce mantıklı bir sebebi var mı?

Yok. Çünkü bu davada isnat edilen suçlamalar, eşim de dahil hepsi için aynı. Hukukçular, tahliye için hukuki bilgilerini bir yana bırakıp loto oynamaya başladı. Bir taraftan da traji-komik bir süreç. Ama uzadıkça etkisi tamir edilmez yaralara dönüşüyor.

Hukuk bilginiz ne kadar gelişti bu süreçte?

- Oğlum, eşim ve damadımız hukukçu. Üstelik Akın, ceza hukukçusu. Bu nedenle yatkınlığım vardı ama bu süreçte tabii ki daha çok bilgi sahibi oldum. Hukuk sosyolojisi ve hukuk felsefesiyle de ilgilenmeye başladım. Ayrıca Anayasa Mahkemesi nedir? AİHM nedir? Nelere bakar? Neden son günlerde Anayasa Mahkemesi işlevsizleşti? gibi değerlendirmelerin öznesi oluyorsun. Düşman hukukunun uygulandığını düşünüyorsun.

Nasıl yani?

- Tek bir somut delil sunulmadığı halde eşim 14 aydır tutuklu. Akıl ve mantıkla açıklanır bir yanı yok. Aklımızı yitirmediğimize şükrediyoruz! Savcı iddianameyi hazırlarken bütün araştırmaları yapıyor, delil bulamıyor, Akın ve Murat için ayrıca Terörle Mücadele’ye soruyor: “Bu kişilerin herhangi bir terör örgütü ile ilişkisi var mı?” diye.

Ne cevap geliyor?

- “Hiçbir ilişki bulunamadı!” Ancak savcı iddianameyi yazarken bu cevap yazısından hiç bahsetmiyor. Halbuki savcının görevi, aleyhte olduğu kadar lehte olan bilgileri de iddianamesinde bildirmek. Ben de o zaman, düşman hukuku değil de nedir bu diye sorarım! Bu, yaşadıklarımızdan sadece biri. AİHM, medya özgürlüğüyle ilgili davaları öncelikle incelemek gerekir diye karar alıyor. Ama bizim üst mahkememiz, yani Anayasa Mahkemesi bir yıl geçmesine rağmen hâlâ karar vermiyor. Bütün sanıklara atfedilen suçlama ya yayın politikasını değiştirmek ya köşelerinde yazdıkları yazılar ya da haberleri. Bu duruşmalarda gazete mizanpajının bile sorgulanmasına tanık olduk. Akıl alır gibi değildi ama maalesef oldu! Yani anlayacağınız, bu davada gazeteciler ve gazetecilik yargılanıyor. Medyası özgür olmayan bir ülkede, demokrasinin varlığından bahsedebilir miyiz?

Ortada somut delil yokken, mahkemenin sürekli ertelenmesini siz nasıl yorumluyorsunuz?

- Cumhuriyet Gazetesi, medya dünyasında ve toplumda, tirajı yüksek olmamasına rağmen etkili bir gazete. Etkisini de herhangi bir sermaye kuruluşuna bağlı olmamasından alıyor. Tüm medyaya, bizimkileri içeride tutarak gözdağı vermek isteniyor olabilir.

En son ne zaman ağladınız? İnsanların içinde uluorta ağlamayayım, üzüntümü göstermeyeyim” gibi bir çaba içinde oluyor mu insan?

- Eskiden, insanın ağlamamak için kendini tutmasının ne kadar saçma olduğunu düşünürdüm. Ama böyle bir süreçte, güçlü görünmek durumunda hissediyorsunuz kendinizi. Bana öyle oldu. “Evet haklıyım, eziyet çekiyorum. Sevdiklerimden beni ayırıyorlar. Sevdiğim, güvendiğim insanlar boşu boşuna bir yılı aşkın süredir mahpusluk yaşıyor” diye kahroluyorsunuz. Ama bakıyorsunuz onlar içerde güçlü! O zaman biz de dışarıda güçlü olmak durumundayız! Bu ülkede zaten çok acılar yaşandı. Acı bu kez bizim evin içine de düştü. İstemesek de güçlü olma görevini üstlenmek durumunda kalıyoruz. Tek tesellimiz haklı olduğumuzu bilmemiz!

Eşinize karşı da hep güçlü mü durdunuz?

- Çok kolay ağlayan bir insan olduğum halde, kolay ağlayamaz oldum. Oysa ki gülmek kadar ağlamak da insani bir duygu. Bize bunları yaşatanların bir gün utanacağını biliyor olmak, insanı dirençli kılıyor! Çünkü biz biliyoruz, eşimi yargılayanlar, eşimden daha zor durumda.

Peki birlikte ağladığınız olmadı mı?

- Biz birlikte gülen, birlikte ağlayabilen, birlikte gezen, yeni kültürler keşfetmek için yollara düşen, birlikte direnebilen, kederi de sevinci de birlikte yaşayabilen bir çiftiz. Uzun ayrılık sonrası cezaevinde ilk görüşmemizde, gözlerinden yaş geldi. Tabii benim de... Ne yapacağımı şaşırdım! Ve ne yaptım dersiniz?

Ne yaptınız?

- Bir anda dans etmeye başladım! Korunma mekanizması gereği herhalde. Ama tabii bu davranışımın hiçbir mantığı yoktu. Sonra ikimiz de kahkaha ile gülmeye başladık. Gardiyan çok şaşırdı, hayretler içinde bize baktı. Biz ise gülmeye devam ettik!

Film karesi gibi. Peki aranızdaki sevgi katlanarak büyüdü mü?

- Akın, ona ziyarete giden bir milletvekili arkadaşımıza, “Ben Adalet’ten üç günden fazla hiç ayrı kalmamıştım. Onu çok özlüyorum. Eşime özlem ve insan sesine hasretlik dışında bir sıkıntım yok!” demiş. Bu süreç, bana ne kadar doğru bir adamla birlikte olduğumu bir kez daha kanıtladı. Evet, ona düşündüğümden daha fazla âşık olduğumu hissettim bu süreçte.

Bu süreçte en çok nede zorlandınız? En çok ne koydu size?

- Hissettiğim gibi yaşamaya alışkın biriyim ben. Duygularımı gizlemek durumunda kalmak beni çok yordu. O anlarda, evden çıkmamaya özen gösteriyorum. Akın sakin, sağduyulu, bilgisine güvendiğim bir insan. Zorlandığım zamanlarda onunla fikir alışverişinde bulunur, ona danışırdım. Sadece aşkım değil, aynı zamanda dostum ve yoldaşım. İstediğim anda ona ulaşamamak, danışamamak, haber alamamak çok koydu! Ama daha da zoru, onun iyi olup olmadığı bilmemek, aklınıza düştüğü anda bilgi alamamak. “Merak ettim, sağlığı nasıl, o yüzden arıyorum. Kocam iyi mi?” diyemiyorsunuz.

Bu dönemde eşiniz hakkında öğrendiğiniz yeni bir şey var mı?

- Var. Bu kadar dirençli, sabırlı olduğunu, her koşuldan, her zorluktan kendini geliştirerek çıkabildiğini bilmiyordum. Sabrının sınırı yokmuş. İnanamadım! Bunca ay içinde, onu hiç yılgın, bıkkın görmedim. Görüşlerde moral bulmaya çalışan değil, moral veren o! Ziyaretine gidenleri sakinleştiren o. Anlayacağınız, sanki içeride olan o değil, biziz.

”Şunu yapmayayım, çıkınca birlikte yaparız” dediğiniz şeyler var mı?

- Akın spor konusunda tembeldi bugüne kadar. Ama gel gör ki içerde, küçük ve havasız bir mekânda, sağlığını korumak için yaz, kış, yağmur, soğuk demeden, yüksek duvarlı, üzeri tel kafesle çevrili, beton avluda bir buçuk saat yürüyüş yapıyormuş. Çıkınca onunla birlikte sahilde, koruda el ele, bol bol yürüyüş yapmak istiyorum! Listem uzun, özlem duyduğum şeylerin hepsini sayabilmem mümkün değil. Ama bir şeyi mutlaka yapmak istiyorum: Herhangi bir tren istasyonuna gidip, tam tren geçerken -kimseyi rahatsız etmemek için- avazımızın çıktığı kadar bağırmak, çığlık atmak istiyorum! İçimizde biriken öfkeyi ancak böyle atarız, rahatlarız diye düşünüyorum. Ha, bir de evimize Zülfü’nün ‘Ey özgürlük’ şarkısı eşliğinde girmek istiyorum!

Eşiniz Almanya’dan dönmeyebilirdi ama döndü...

- Akın, “Bir suç işlemedim. Hukuk insanıyım ben. Adaletten kaçacak hiçbir şeyim yok. Severek ve onur duyarak Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışıyorum. Veremeyeceğimiz bir hesabımız yok” dedi ve döndü. Hukuk yoluyla kendisinin ve arkadaşlarının aklanacağına dair de hiçbir şüphesi olmadı. Tutuklanacağını bile bile döndü. Tabii ki bu kolay bir karar değil. Ama onun için dönmemek gibi bir şey söz konusu bile değildi. Biz hepimiz demokrasinin, özgürlüklerin, hakkın ve hukukun gerçekleştiği bir ülkede, insanca yaşamak istiyoruz.

Eylem Türk Sabuncu 

Eşiniz Murat Sabuncu, Cumhuriyet Gazetesi Yayın Yönetmeni... 14 aydır ayrısınız... İlk günler nasıldı?

- Telefon üzerine telefon! “Geçmiş olsun!” diyor sesler. Duyuyorum ama dinleyemiyorum. Hiç ağlamıyorum. Günler geçiyor, telefonlar azalıyor, sesler de... Ama sorularım artıyor: “Görüş günü ne zaman? “Koğuşu belirlensin, ondan sonra” diyorlar. “Peki ya şimdi nerede kalıyor?” “Tabii ki koğuşta ama geçici!” diye anlatıyorlar. ‘Geçici koğuş’ nedir, hâlâ bilmiyorum. Geçti çünkü. Benim işim ‘kalıcı koğuş’ artık. Ne yer? Ne içer? Yatağı, tuvaleti nasıl? Havalandırması var mı? İlk günlerde tonlarca soru sorabilme gücüne sahip oluyor insan.

Ne kadar hırpalandınız bu 60 haftada?

- Anlatması kolay değil, boğazınız düğümleniyor. Canınız yanıyor ama yanmıyormuş gibi yapıyorsunuz. Duruşmalarda hâkim beyin ağzından, “Tutukluluğa devam” sözlerini duyunca da böyle oluyor. Arabama bindiğimde müziği sonuna kadar açıyorum. Düşüncelerimi bile duymak istemiyorum galiba. Eve vardığımda ise kendi kendime, “Hadi Eylem! Yılmak yok, mücadeleye kaldığın yerden devam” derken buluyorum kendimi.

Bu 14 ayda öğrendiğiniz en önemli şey ne?

- Yavaşlık... Zamanla hesaplaşma, bir de dayanışma. Biz tutuklu eşleri olarak, Cumhuriyet çalışanları, avukatlar ve okurlarla büyük bir aile olduk. Bir de galiba şunu öğrendim: Karanlıktan kaçılmaz! Üzerinize geliyorsa içinden geçmeyi bilmelisiniz. Bizim şimdi yaptığımız da bu. Biz hiçbir zaman kimsenin kötülüğünü istemedik, istemeyeceğiz. Şuna inanırız, başkasının kötülüğünü istersen, kendin için iyilik dileyemezsin.

Gazetecilerden bazıları serbest bırakıldı ama sizinkiler içeride. Makul bir sebebi var mı?

- Bu davanın hiçbir tarafında, ‘mantık’ ve ‘makul’ bir yön yok. Bu iddianame çökmüştür. Tahliye için çok ama çok geç kalındı. Yargı, artık bu çökmüş iddianamenin arkasında durmaktan vazgeçmeli! Bu dava, şimdiden Türkiye demokrasisinin kara lekelerinden biri haline geldi.

Bu süreçte hukuk bilginizde bir gelişme oldu mu?

-Epeyce. Ama bunun zerre önemi yok. Çünkü Cumhuriyet davasının hukuki bir karşılığı yok!

İddianamenin, ‘cezaname’ gibi uzaması, aylarca çıkmaması nasıl izah edilir?

-Bildiğim bir izahı yok! Murat, gazete manşetlerinin, haberlerin, tweetlerin yer aldığı bir iddianameyle 14 aydır tutuklu. Asıl yargılanan gazetecilik mesleğinin ta kendisi. Bu dava, şimdiden Türkiye demokrasisinin kara lekelerinden biri haline geldi…

Delil yok ama mahkeme sürekli erteleniyor. Bu ne anlama geliyor?

-Hukukun üstünlüğünün iflası anlamına geliyor. Onlar sadece mesleklerini yaptıkları ve Cumhuriyet gazetesinde çalıştıkları için tutuklu.

Eşinize karşı hep güçlü mü durdunuz? Böyle mi davranmak gerekiyor?

- Murat ve arkadaşları, Silivri’de demokrasi nöbeti tutuyor. Halkın haber alma hakkının arkasında dimdik duruyorlar. Bu yüzden kendi içimde bu süreci bir trajediymiş gibi hiç algılamadım. Murat bir bedel ödüyor. Aslında bu söyleşiyi okuyanlar da dâhil, hepimiz için ödüyor bu bedeli. Cesaretle, korkusuzca...

Sizi en çok yaralayan ne oldu?

- Gazeteci tutuklamalarının Türkiye’nin rutini haline gelmesi! Aslında gazeteciler için durum hiç değişmiyor. Bizim için, Murat için, Silivri hiç de yabancı değil. Oda TV davası sırasında tutuklanan gazeteci arkadaşlarını her hafta görmeye gitti oraya. Şimdi kendisi orada. Sanırım cezaevindeki memurlar da şaşırıyorlardır bu duruma. Çünkü Murat çeşitli zamanlarda, kapalı görüşteki pencerenin bir önünde, bir arkasında oluyor.

Ana duygu hangisi? Umut, öfke, umutsuzluk, çaresizlik?

- Umut tabii. Cesareti, dik duruşu ve korkusuzluğu nedeniyle Murat’ın varlığı bana gelecek için çok umut veriyor.

Eşinizin hangi özelliklerine aşık olmuştunuz?

- Biz meslektaşız. Habere âşık birisi olarak Murat’ın habercilik yeteneği çok etkilemişti beni. Bir meslek büyüğüm bana, “Gazeteci olunmaz, doğulur” demişti. Murat da öyle doğanlardan. Çok iyi gazetecidir. Zaten Murat’ı hapsedenler de biliyor bunu, hatta en çok onlar biliyor. Ayrıca çok iyi yüreklidir. Mavi Marmara baskının ardından haber için gittiği Gazze’de, kalp rahatsızlığı olan bebeklerin Türkiye’ye getirilmesine ve burada tedavi olmalarına vesile olmuştu.

İçeride olduğu sürece yeni bir tarafını öğrendiniz mi?

- Murat benim “Bir insan ne kadar güçlü olabilir?” sorumun yanıtı oldu. Kararlılığı, dirayeti takdire şayan. Dışarıdaki hiçbir şey, hiç kimse onun bu duruşu kadar güç vermedi bana.

Görüş günlerinde neler yaşıyorsunuz?

- Bizim görüşümüz cuma günleri. İple çekiyorum. Gün ışımadan yola çıkıyorum. En az bir saat önce orada olmak gerekiyor. Uzun ve detaylı aramalardan geçiyoruz çünkü. İlk buluşmaya gider gibi hazırlanıyoruz.

”Şunu yapmayayım, çıkınca birlikte yaparız” dediğiniz şeyler var mı?

- Evet, çok şey var. 14 ay boyunca ne sinemaya gittim ne konser izledim. Onun sevdiği yemekleri de yemiyorum. Zihnen içerdeyiz bizler de. Tahliye inancımız ise yaşadığımız sürecin en etkili motivasyonu. Tahliyeler genellikle geç saatlerde olduğu için gece yarısı sahilde köfte-ekmek yemeyi hayal ediyoruz. Murat, denizi çok özledi çünkü.

Sizin de gazeteci olmanız durumu nasıl değiştiriyor?

- Aynı dili konuşmak durumu hep kolaylaştırıyor. Fikir ve ifade özgürlüğü, halkın haber alma hakkı konularında ortak inançlarımız var. Bu da yaşanan süreci beraberce göğüsleme imkânı tanıyor. Ayrıca meslektaş olmak, görüş günlerinde yaptığımız sohbetleri, gündem toplantısına dönüştürebiliyor.

 

GALATASARAY MUHABBETİ OLMAZSA OLMAZIMIZ!  

 

En çok hangi durumlarda eşiniz aklınıza düşüyor ve dayanılmaz bir şekilde özlüyorsunuz?

- Derbi maçlarında.

Galatasaray muhabbeti, her şeye rağmen dört duvar arasında da sürebiliyor mu?

- Olmazsa olmazımız! Derbi haftaları sohbetimizin önemli bir bölümünü Galatasaray oluşturuyor. Her kapalı görüşün sonunda, pencere arkasından birbirimize Gomis’in ünlü panter hareketini yaparak vedalaşıyoruz.

 

SÜRECİN ROMANINI YAZIYOR BİR MAHKUM EŞİNİN OF ÇEKİŞİ

Süreci anlatan bir kitap yazıyorsunuz. Ne durumda?

- Bu kitap, bir mahkum eşinin of çekişi! Sadece cezaeviyle alakalı değil. Beklerken geçen vakitle de alakalı. Ve beklerken yaşadıklarımla, yaşadıklarımızla alakalı.

Yazarken zorlanmıyor musunuz?

- Evet. Yazarken en zorlandığım kitap bu oldu. Ağır akan bir nehir gibi ilerliyor. Bir nevi yüzleşme. Bu süreçte anladım ki, yaşananları yazmak, yaşanmayanları yazmaktan daha zor.

1975’teki uçak kazasında yakınlarını kaybedenlerin öykülerini yazmanız, onların ‘bekleme hissini’ anlatmanız beni çok etkiledi. Kendi durumunuzla bir bağlantı kuruyor musunuz? Siz de şu an bir bekleyensiniz.

- Sanırım beklemek en korkunç laneti yaşamın! Aynı zamanda da nimeti. Zor ama ruhunuzu süsleyen bir tarafı da var. Dönecek birini beklemek ise daha kolay. Benim bekleyişim, kitapta yer alan öykülerden bu noktada ayrışıyor. Ama içtenlikle söyleyebilirim ki, ‘Beklerken’ adlı kitabımı yazarken, bir gün benim de bir bekleyen olacağım hiç aklıma gelmedi. Gerçekten de her şey insana dairmiş.